taraftar tipolojisinden ziyade dünya değişiyor. aynı zamanda bu dünyaya doğan, bir kısmımızın dahil olmadığı için garipsediği "millenial" diye tabir edilen bir nesil yetişiyor. bu minvalde "yoktur" diyebilirim.
yine de değişen şeylerden biraz bahsetmek lazım, zira söylendiği gibi, malzeme bol.
dünya değişiyor evet. eskiden tuttuğumuz takıma gazetede yazılan transfer söylentisine inanmakla, veya futbolcu hakkında yazılan "isviçre 2. liginde oynuyor ama kumaşı çok iyi" gibi şeylere inanmakla mükelleftik. veya evrak yetiştirememekten dolayı transfer yapamamak gibi rezillikleri, haber yaptırılmadığından, duyamazdık. artık öyle değil. ilgilenildiği söylenen her futbolcu için youtube hatta wyscout didik didik ediliyor, istatistikleri, piyasa değeri zaten bir google aramasına saniyesinde karşımıza çıkıyor. oyuncunun oynadığı kulübün taraftarlarıyla etkileşime girilip onların da görüşü alınıyor. bunlar dünya değiştiği için yapılan şeyler, taraftar değiştiği için değil. otuz yıl önce olsaydı o zaman yaşayan insanlar da yapardı. merak duygusu olmasa zaten üfürme transfer haberli gazeteler o zamanlardan batardı.
"muhasebeci taraftar" fenomeni büyük kulüplerin borsaya kote olup gelir ve giderlerini net sayılarla açıklamak zorunda kalmasıyla başladı. bir ay maaş alamasa bir lokma yemek yiyemeyecek olan on milyonların, 9 haneli sayılarla ifade edilen borçlar duyunca "eyvah kulübüm batıyor, lütfen bir sonraki transferimize değerinin şu kadar üstü para vermeyelim de hayattaki en sevdiğim şeyin kapısına icra memurları gelip mühür vurmasın" reaksiyonu vermesi çok doğal. internette sosyal etkileşimin daha düşük olduğu yıllarda da vardı bu. zaten daha öncesinde kulüplerimiz fabrikatör imajlı adamlar tarafından yönetildiği için herkes lord pozlarındaydı. parası olmayan yoktu yersen, fakat o dönem yeniyordu.
yeni nesil taraftarın da sevapları ve günahları var elbet. bu "millenial" nesline çok büyük ihtimal siz de dahilsiniz öncelikle. araştırmalarda anlaşılmış bir sayı olmamakla birlikte ortalama olarak 1980'den başlayıp 95-96 hatta 97 doğumlu olan insanlar millenial kabul ediliyor. her geçen gün daha da artan bir hızla küreselleşen bir dünyaya doğan bu insanlar başarı kriterlerini de, beklentilerini de yaşadıkları mahalleye göre değil, dünyaya göre ayarlıyor. bu tarz muhabbetlerde hep aynı örneği veririm, hazır sizinle internetten konuşuyorken link de vereyim
* *:
https://youtu.be/T4uh0Hsmkrk?t=6299 18 mayıs 2000 günü atatürk havalimanı'na inen galatasaray, otobüsle taksim meydanı'nda düzenlenecek olan törene gidiyor. kule kontrolden tav personeline, tüm çalışanlar da kutlamalara katılıyor ama havalimanı videolarına aşinayız nasılsa, burayı geçiyorum. hafta içi günü öğlen saati galatasaray için toplanan on binlerce insanı da
11 aralık 2013 galatasaray juventus maçında gördünüz zaten. otobüsün kalkmasıyla yeşilköy'den taksim'e giden yol boyunca izleyin videoyu. galatasaray'ı
bütün istanbul karşılıyor. bütün istanbul derken, balkonundan çıkıp türk bayrağı sallayan teyzeler, dükkanının önüne çıkıp otobüsün üstüne güller atan döner ustaları gibi örnekler. çocuk gibi zıplayan takım elbiseli devlet memurları. kimbilir nereden gelip kamyonet kasasına doluşup otobüsün yanına gelmeye çalışan inşaat işçileri. hatta futbolla veya taraftarlıkla uzaktan yakından alakası olmadığı bir saniyede anlaşılan insanlar.
bugün bir daha alıp gelsek uefa'yı, böyle bir karşılama olmaz. tarihte ilk ve son kez yaşanmış görüntüler bunlar. bunun sebebi "ikinci" kez olması değil ama. "normal" olması. beklentilerin dünya standartlarına göre ayarlanması. fenerbahçe gibi bir takımın uefa kupasında yarı final oynamasının ne kadar normal karşılandığını hatırlayalım.
bu karşılamanın sebebi galatasaray'ın bir gün önce türk insanının aklına hayaline gelmeyen bir şeyi başarmış olması. verdiğim yıl aralığının başlarındaki insanlar iyi bilir bu duyguyu. gaza gelmeli, gururlanmalı bir "biz de yapabiliriz lan" duygusu ve yıllar sonra yapıldığında yaşanan büyük sevinç. yeni nesilde bu, yerini garipser bir bakışla söylenen "e yapabiliriz zaten, niye yapamayalım ki?"ye bıraktı. bizim "oha bu adam türkiye'de oynar mı?" sorularımız yerini "ondan daha kariyerli on tane adam geldi bu ülkeye"ye bıraktı. "o yetmez, onun daha iyisi var şu ülkenin şu takımında, o gelsin"e bıraktı. "türk takımı alamaz" diye bakmıyor, "galatasaray kalibresindeki avrupa takımlarının aldığı adamlardan iyisini almalıyız" diye bakıyor.
çok boyutlu bir değişim bu tabii, sevapları ve günahları var demiştim. hem genç olmanın, hem de hızlı bir dünyanın parçası olmanın doğal getirileri sabırsızlık, başarısızlığa tahammülsüzlük. buna karşılık internet üstünden sosyal etkileşimi günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline dönüştürmeleri sayesinde kulüplerin taraftarın sesini duymak ve hatta bazen dinlemek zorunda kalması. onlara girmiyorum artık.
toparlayayım. eski dönemi de bugünü de yaşayan taraftarlarda değiştiğini düşündüğünüz şeylerin büyük kısmı aslında her taraftarda var olan fakat imkansızlıklar nedeniyle giderilemeyen isteklerin ("ya x gazetesi bize yazmış da, kimmiş bu adam?") artık giderilebiliyor oluşundan kaynaklı. ayrıca artık her taraftarın fikrini duyabiliyor olmanız da yargınızı etkiliyor çünkü eskiden galatasaray konuştuğunuz 5-10 kişilik kitlede bir özellik yoksa, o özellik hiçbir galatasaray taraftarında yok diye varsayıyordunuz doğal olarak. herkesin sesini duyduğunuz için ortalamayı daha iyi hesaplayabiliyorsunuz artık. bunun dışında gözünüze batan şeylerse çoğunlukla nesil farkından kaynaklıdır.