hırs, tdk'ya göre "sonu gelmeyen istek, aşırı tutku" demektir. lakin bu tanım bana oldum olası eksik gelmiştir.
hırs şüphesiz bir istektir ama bunu bazı durumlarda negatif olarak değil, aksine pozitif olarak görmemiz gerekmektedir. örneğin para hırsı, bir insanın yaşam şartlarını yukarı çekmek amacıyla yaptığı çalışmalar olarak düşünülürse bu son derece normal ve iyi bir davranıştır. fakat aynı insan para hırsı sebebiyle kendine ve insanlığına yakışmayacak şeyler yaparsa, bu pozitif anlam etkisini kaybedecektir.
şimdi, bu konunun galatasaray ile ilgisini tabi ki açıklayacağız, ama önce bir iki şey söylemek istiyorum.
türkler göçebe hayatı yaşadıkları dönemde dünyanın en korkulan topluluklarından biri olmuştur. çünkü o zamanlarda türkler
survival of fittest kavramının karşılığı durumundaydılar. zaten türklerin en dominant dönemlerinin bu zamanlar olduğu, yerleşik hayata geçen pek çok türk kavminin sonunun ise asimilasyon olduğunu söyleyebiliriz. göçebe hayatı yaşayan türkler genellikle düşmanlarından hep sayıca az oldular, fakat özellikle zorlu yaşam şartları tarafından sınanmaları onları hep bir adım öne taşımıştır. aynı şekilde zorlu yaşam şartları yüzünden ingiltere akınlarında kendilerinden kat ve kat fazla sayıdaki avrupa ordularını bozguna uğratan vikingler de buna güzel bir örnektir. vikinglerin ingilterede yerleşik hayata geçen kavimlerinin akibeti ise pek de parlak olmamıştır. bu örneklerdeki türk ve viking kavimlerinin hırsla olan ilgisi ise, elindekilerle yetinmeyip daha iyi olamk istemeleridir diyebiliriz. şimdi bu konudan artık yavaş yavaş futbola kaymaya başlayalım.
futbol, temelinde fizik olan bir spordur. tabi ki teknik, çalışma disiplini , analiz gibi pek çok alt dalı vardır, fakat en temelinde bu oyunu oynayan insanlar olduğundan ötürü her şeyden önce insan fiziğinin önemi ortaya çıkmaktadır. ne alaka derseniz, aklınıza
adam yiyen bir ön libero getirin. ne geldi aklınıza, melo geldi, vieira geldi değil mi? 100 kişinin 99'unun aklına gelen isimin siyahi veya melez bir oyuncu olduğunu söylersem, çok abartmış olmam herhalde. ya da savaşçı bir forvet düşünün, çoğumuzun kafası kuzey ülkelerine gider. teknik bir on numara? hagi gibi zidane gibi istisnalar haricinde, kaçımız brezilyalı , arjantinli olmayan bir oyuncu düşündük? peki şöyle sorayım, mevkiyi siz seçin, herhangi bir pozisyon için, kaç tane doğu avrupalı,asyalı ya da arap yarımadası civarından bir oyuncu düşündünüz? sıfır mı? bir mi? bunun en büyük nedeni, futbolun en temel doğrularının insan fiziği, yetiştirilme tarzı gibi konularla alakası olmasıdır.
kuzey avrupa ülkelerinden gelen oyuncular savaşçı olur, fizikleri sağlamdır değil mi? bunun en temelinde, kuzey avrupa ülkelerinin coğrafi şartları yatar. siyahi oyuncular güçlü veya hızlıdır,çünkü siyahi insanların fizikleri oradaki yaşam şartlarına göre evrilmiştir. almanlar disiplinlidir çünkü yüzyıllardır hayatlarının her alanlarında olduğu gibi futbolda da makine gibi işlemeyi esas alırlar. güney amerika ülkelerinden gelen oyuncular tekniktir çünkü futbolu çıplak ayaklarla öğrenirler,kumda oynarlar. bunlar yüzyıllar süren insan evriminin parçalarıdır. ve bu evrimde, özellikle asya ve doğu avrupa ülkelerinin pek yeri olmadığını söylersek yanılmayız. peki bu ülkeler ne yapmalı futbol oynamak için? hepsi toplaşıp futbol yerine polo , eskrim falan mı yapmalı? hayır. işte burada hırs faktörü devreye girmekte. bu ülkelerde futbol oynama hırsı olan, başarıya ulaşma hırsı olan insanlar sayesinde futbol sadece siyahilerin, güney amerikalıların veya kuzey avrupalıların oynadığı bir spor olmaktan çıkıp evrensel bir spor olmuştur. türkiye'ye gelelim. istisnaları tabi ki dışarda tutarak, bir türk, bir siyahi kadar güçlü veya bir güney amerikalı kadar teknik olamaz. gen haritası buna izin vermez. ama işte hırs dediğin şey, bazen genlerin yapamadığını yaptırır insana.
yavaş yavaş konuyu toplama zamanı.futbol genelinden çıkıp, galatasaray özeline girelim şimdi. galatasarayın efsane kadrosunu düşünerek başlayalım işe. teker teker yazarsak çok uzun olacak, o yüzden kilit türk oyuncular üzerinden gideceğim, çünkü bu yazının sonu mevcut türk oyunculara dönecek. bülent kaptan'ı hatırladınız değil mi, hani kanının son damlasına kadar savaşan, sakat omuzuyla maç bitiren bülent kaptanı. 1,80 boyu ile çok uzun bir stoper değildi bülent. ya da çok teknik değildi. çok hızlı olduğunu düşenen var mı, bilemiyorum. ama bülent korkmaz maç içinde hiç bir zaman pes etmezdi. yıllarca dünyaca ünlü pek çok ismin karşısında görünce çekineceği bir isim olacaktı. orta sahamızı düşünelim, okan - suat ve emre'yi. bu oyuncuların hiç biri vieira kadar güçlü, effenberg gibi vizyonlu, scholes kadar teknik değildi. bu üç oyuncunun boylarının 168 , 169 ve 170 cm olduğunu hatırlayalım. peki bu üçlü nasıl oldu da, avrupanın en dominant orta sahalarından birini oluşturdu? 170cm civarındaki bu üç oyuncu karşısında ortalama bir siyahi oyuncunun bir adım atması demek, onların yarım adım önüne geçmesi demekti. peki bu üçlü ne yaptı? işte aslında son derece basit olan cevabı burada buldular veya bulmaları sağlandı. eğer rakipte sen de birer adım attığınızda, rakip yarım adım öne geçiyorsa, yapmanız gereken şey aslında çok basittir. iki adım atmak. bu oyuncular fiziki dezavantajlarını hiç bir zaman bahane etmedi, çünkü hırsları buna izin vermedi. vardıkları çözüm her ne kadar basit gözükse de , aslında imkansıza yakındı. ama hırsları yardımı ile bu duvarı aşıp, avruapanın en iyi pres yapan orta sahasına sahip olmamızı sağladılar. hakan şükür hiç bir zaman sadece boyunun uzun olmasıyla yetinmedi,o boyda bir oyuncunun limitlerini zorlaması anlamına gelse bile o presi hep yaptı. ümit karan boyunun kısa olması yüzünden pes etmedi, o hava topunu hep kovaladı. hasan şaş, fiziksel olarak hiç bir zaman bir güney amerikalı kadar kıvrak olamayacağı halde, o çalımı hep atmaya çalıştı. bu oyuncular hep daha iyi olamk için çalıştı, hep daha ileriye gitmeye çalıştı ve başardılar da. ve bu başarıları bize, tarih yazma şansını verdi.
şimdi günümüz galatasaray kadrosuna bakalım. işte galatasarayın günümüzdeki sorunu bu. oyuncuların kalitesi değil, hırsı eksik. kendilerini geliştirme arzusu eksik. mesela burak yılmaz. burak yılmazın ilk geldiği zamanı hatırlayalım. yine eksikti, yine hataları vardı. ama hırsı da vardı. ne zaman bitti burak yılmaz biliyor musun? burak yılmaz, kısıtlı yeteneklerine rağmen iyi bir golcü olduğunu unutup, yetenekleri yüzünden iyi bir golcü olduğunu düşünmeye başlayınca bitti. burak yılmaz, kendisini türkiyenin o zaman ki en iyi forveti olmasının yeteneği değil, hırsı olduğunu unuttuğu anda bitti. mesela selçuk inan, selçuk xelçuk'tan sevimli hayalet casper'a ne zaman evrildi biliyor musun? okan gibi suat gibi, çubuklu tosun gibi bir adım yerine iki adım atmak yerine, götünü rakibe dayayıp faul almanın doğru cevap olduğuna inanınca bitti. hatta ve hatta, sabri ne zaman bitti biliyor musun? ne zaman ki golü yiyeceğini bilse de geri koşmak yerine, kadraja bile girmeden eli belinde, arkadaşlarına akıl vermeye çalışmaya başlayınca bitti. şaka şaka, sabri hiç başlamadı ki bitsin
* bu sadece galatasaray özelinde değil, türk futbolcu özelinde de böyledir. her takımın efsane diye adlandırabileceğimiz oyuncuları, hırsın bir biçimini barındırır. daha iyi olma hırsı, takımına sahip çıkma hırsı, kazanma hırsı. hep bir arzusu, bir amacı olan türk oyuncular başarılı olmuştur. mesela tuncay, mesela caner, çubuklu tosun, ertuğrul sağlam, gökdeniz karadeniz, metin tekin. adını sen koy. sev ya da sevme ama sağlam oyuncuydu diye andığın hemen hemen her türk oyuncu o noktaya ne üstün fiziksel yetenekleri, ne uzun boyu, ne inanılmaz hızı sayesinde gelmiştir. o noktaya herhangi bir çeşit hırsı olduğu için gelmiştir. burada tekrar ediyorum tabi ki allah vergisi yetenekleri olan bazı istisnaları ayrı tutuyorum.
entariyi bitirelim. sonuç olarak galatasarayın yapması gereken bellidir. galatasarayın ne kaybettiği ortadadır. yıllardır bahsettiğimiz, aradığımız o "ruh" bazı oyuncuların içinde var. o oyuncuları bulmak ve bu takıma kazandırmak, bu sonu gelmeyen ruhsuzluğun tek gerçekçi çözümüdür.
eyyorlamam bu kadar.