• 1
    four four two türkiye ekibinden bir hanım kızımız. kendisiyle ilgili ekşi sözlük'te şöyle bir link var, daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler buradan devam edebilir:

    http://www.uzunpaslar.com/...k-hilal-gulyurt.html

    ben futbolcularla yaptığı birkaç röportaja denk geldim. kesinlikle enfes bir röportör. mazlum uluç'un dişisi de diyebiliriz kendisine. çok acayip bir yetenek.
  • 2
    futbol üzerine okuduğum en keyifli röportajlardan bi tanesi. bi kaç dakikanızı ayırıp mutlaka okumalısınız. emini çok eğleneceksiniz.

    orhan uluca'dan hilal gülyurt röportajı

    --- alıntı ---

    futbol sektörü içerisine böylesine başarılı işlere istikrarlı bir şekilde imza atıp da isminden çok az söz ettirenini ilk defa görüyorum. hilal gülyurt 5 yılı aşkın bir süredir fourfourtwo dergisine röportajlar yapıyor, derlemeler yazıyor. 300’ü aşkın futbol insanını konuşturdu. urfa’ya da gitti almanya’ya da. alex’i de tanıyor stefan kuntz’u da. trabzonspor tarihinden balıkesirspor’a kadar gizli saklı kalmış ayrıntıları da bunların yanında kaleme aldı. sosyoloji okumak için gittiği sivas’tan “tirbün şiddeti” üzerine tezini yazıp hakem olarak geri döndü! biz onunla hem hikayesi hem de röportajları üzerine uzun uzun konuştuk.. her futbolseverin fazlasıyla ilgisini çekeceği çok hoş bir sohbet gerçekleştirdik..

    kısa bir özgeçmiş?
    doğum istanbul. sivas cumhuriyet üniversitesi’ne sosyoloji okumak için gittim. aslında sosyolog olarak çalışmak istedim ama futbol muhabirliği ve hakemlik daha çekici geldi. bitirme tezimi de fanatizm üzerine hazırladığım için işim kolaylaştı.

    futbolla ilişki nasıl başladı?
    babam beni maçlara götürürdü. tuttuğumuz takımın istanbul’da oynadığı bütün maçlara giderdik. soğuk havalarda hasta olurdum. takım deplasmandayken düzelir, annemin tüm itirazlarına rağmen bir sonraki maça gitmek isterdim. annem, babamla “yine hasta edeceksin çocuğu” diye tartışırdı ama bir şekilde kaçardık. böyle bir şekilde içine girdim. sivas’ta okurken bazen arkadaşlarla kahvehanelerde gizli gizli maç izlerdik. kamufle ediyordum kendimi, gollere sevinmiyordum filan. futbol oynamak hiç aklımda yoktu ama futbolu seviyordum.

    (gbkz: en azından sana kimse “ofsaytı biliyor musun” diye soramaz çünkü hakemlik de yaptın. hakem olmaya nasıl karar verdin, o ilk an neresidir?)
    sivas’ta arkadaşlarla kampüste yürürken bir afiş gördüm, hakemlik için son başvuru tarihi. ben o zaman hakemlerin beden eğitimi meslek yüksek okulu ya da spor akademisi okuması gibi kriterleri olduğunu düşünüyorum ama yokmuş böyle bir şey.. neden hakemlik dersen eğer futbolun içinde olmayı çocukluktan beri hep istedim. hakemlik bunun için daha önce aklıma gelmeyen bir fırsattı.

    ne oldu da bıraktın?

    yönettiğim maçların birinde dizimden sakatlandım. bırakmak zorunda kaldım ve aslında şimdi iyiyim. yeniden başlayabilirim.

    amatör kümede maç yönetmek nasıl bir şey ki?
    çok zordur her şeyden önce. sana 3 maç peş peşe veriyorlar. işte ikisinde yardımcı birisinde orta hakem oluyorsun. yani bir hakem triosu üç maçı kendi arasında çevirerek yönetiyor, birisi bazen orta bazen yardımcı gibi. üç doksan koşuyorsun. yıpratıcıydı. hem o kadar uzun süre sahada olmak, hem yardımcılığın ve orta hakemliğin farklı kondisyon gerektiriyor olması… ve dahası çok faza kavga çıkıyordu. bir sürü mahkeme var hala devam eden.

    senin de müdahil olduğun?
    evet. birisinde davacıysam diğerinde şahidim. hangileri bitti hangileri devam ediyor bilmiyorum.

    davacı mı? ne oldu ki?
    mesela bir seferinde gözümün önünde hakemlerden biri dayak yedi. baya ağzını burnunu kırdılar. bir maçı hiç unutmuyorum. feriköy stadı’nda oynanıyor, takımların isimlerini vermeyeyim. bölgesel amatör küme’ye yükselme maçı, çok önemli onlar için. son maça gelmişler, ikisinden birisi çıkacak. beni de bu maça verdiler!

    orta hakem mi?

    yok yardımcı. “hocam ne yaptınız” dedim “bu maça nasıl verirsiniz beni?”. “senin orada olman tansiyonu düşürecektir” dediler. maç başladı.. son dakikada penaltı!

    sen mi verdin?
    orta hakemle aynı anda gösterdik. beni de gördüler gerçi ama orta hakem erkek olduğu için ona doğru koşmaya başladılar. o sahne hiç gözümden gitmez. hakem önce geri geri gitmeye başladı. baktı olacak gibi değil arkasını döndüğü gibi son sürat kaçıyor.. o sırada da triosunu yanına çağırıyor. baka kaldım böyle.. ki neden gideyim olayın içerisine!

    ne yaptın?
    kenarda duruyorum, kimse benim farkımda değil. sonra stat müdürü beni alıp kulüp binasının içerisine soktu. hakemi de kurtardılar, benim yanıma getirdiler. polisler geldi. ama taraftar bizim olduğumuz odanın kapısını zorlamaya başladı. orta hakemi istiyorlar! polis silahını çıkardı, havaya ateş edecekti dağılmaları için.. bir baktı silahı sıkacağı yerde de bir sürü taraftar. “aman durunn” derken gördü. korkunç dakikalardı. nihayetinde hepimizi ekip otosuyla eve bıraktılar ki maç orada bitti. mesela maçlardan birinde de sahaya musluk başı attılar! bayağı bildiğin musluk başı! yardımcı hakemimin parmağı kırıldı.

    sana nasıl tepkiler geliyordu?
    sıklıkla şöyle oluyor. “bayan aaa kadın vallahi bayan”. özellikle yardımcıysan tribünün ön kısmına gelip konuşuyorlar. ofsaytı bildiğimi düşünerek “pasif ofsayt ne biliyor musun sen de oraya çıktın” filan gibi sataşmalar.. “hoca ne anlarsın sen ya diyeceğim ama sana da hoca denmez ki” filan gibi garip garip bir sürü sataşma.. kadınlar da destekliyordu aksine..

    fourfourtwo var mıydı bu dönem?
    ikisini bir arada götürüyordum. hafta içi dergideydim hafta sonu hakemlik..

    kaç yıldır bu dergidesin?
    5 yıldır..

    kaç tane röportaj yapmışsındır kabaca?
    300’ü geçmiştir..

    keyifli mi?
    çook.. çok güzel insanlar tanıdım. mardin’de bir stat görevlisi vardı mesela. hem stadın çimlerinden, güvenliğinden sorumlu; hem masör, hem malzemeci. a takımın futbolcularını sahaya getirmeden önce top oynayan çocukları “abilerin fotoğraflarını çeksinler yine oynarsınız” diye çıkardı. “çimlere zarar vermiyor mu oynamaları” dedim. “bu çim oynamak için değil midir ki?” dedi. hem çimlere gözü gibi bakıyor, hem stat bütün mardinli çocuklara açık. bunun aksine karadeniz’de bir taraftarla tanıştım. röportaja belinde silahıyla geldi. “kulüp bana istediklerimi vermezse içeride sahayı kökten kapatırım” diyordu. daha önce de başkanla her papaz oluşunda kulübe seyircisiz maç cezası aldırmış. yine de gülümseyerek hatırladığım şeyler daha fazla. urfa’da maç izledim mesela, stattaki üç kadından birisiydim!

    hadi be..
    ulusal basın bu taraftarlarla da fazla ilgilenmediği için biz gidince hepsi organize olmuş bekliyordu. 200’den fazla taraftar bizi bekliyordu ki aralarındaki tek kadın olduğumu belirtmeme gerek yok sanırım. küçük bir dernek odaları vardı, keyifliydi ama elimden ses kayıt cihazını alıp konuşmaya başlayanlar mı dersin, takımı anlattıkça havaya girip slogan atan mı..

    nasıl sloganlar..
    bak birisi şöyle bitiyordu. dünyada 3 tane sevdiğimiz var. bir allah bir urfa bir de rus kızlar!

    röportajlara geçelim..
    geçelim.

    kadın olarak sorun yaşadın mı bizlerden başka?
    bazen.. gidiyorsun kulübe.. kadınlar tuvaleti yok! bir keresinde düşün fotoğrafçımızı nöbetçi olarak diktim ve erkekler tuvaletine girdim! o da beklerken aman kimse gelmiyor diye kapıdan ayrılmış. tam ben çıkarken karşımda başka bir adam! yalnız adam benden daha fazla korktu. “durun durun yanlış giren benim, siz değilsiniz” diye kapıda adamı sakinleştirdim.

    300 üzeri röportaj.. en çok seni hangi futbolcu etkiledi?
    ivan ergic!

    neden?
    ikinci el kıyafet giyen, külüstür denebilecek arabalara binen başka bir futbolcuyla daha tanışamam. bunları bana o söylemedi ama arkadaşı söyledi: tomar tomar bilet alıp okullara gidip kendi elleriyle dağıtıyormuş, öğrencilere burs veriyormuş, kulüp çalışanlarına yardım ediyormuş. endüstriyel futbola karşı yazılarını okudum, etkileyiciydi. fourfourtwo’ya da yazması için ısrar ettim ama olmadı. sadece kendine yazıyor. sosyolojiye, felsefeye ve psikolojiye dair ciddi bir birikimi var. bir futbolcuyla bunları konuşabilmek gerçekten heyecanlıydı.

    başka..
    baliç’in hikâyesi çok etkileyiciydi. konuşmaya tito’yu anarak başladık, röportaj bittiğinde ikimiz de ağlıyorduk. hem real madrid’e kadar uzanan bir futbol kariyeri hem amcanın, eniştenin öldüğünü, ablanın ağır yaralandığını gazetelerden öğrenebildiğin bir hayat. futbola sniper’lardan kaçarak başlıyor. sonra ülkesine destek sağlamak için milli takımla dünyayı dolaşıyor. o sırada türkiye’de nejat biyediç gibi müthiş bir insan var ve baliç’i bursaspor’a istiyor. ne var ki baliç’in bosna dışında oynaması yasak! milli takımı türkiye aktarmalı almanya’ya uçacakken bir şekilde pasaportunu almayı başarıp, cebinde 100 dolarıyla havaalanından kaçıyor. nejat hoca da onu araba gönderip istanbul’dan aldırıyor ama bu mutlu son değil. çünkü o kaçtıktan sonra ailesini tehdit etmeye başlıyorlar, savaş devam ediyor. bursa’da o dönem kazandığı paraların bosna’da her şey karaborsada olduğu için ailesine erzak almaya bile yetmediğini söylemişti. röportajdan sonra biyografisini yazmak istedim, konuştuk, sıcak baktı ama milli takımından davet alınca askıya almak zorunda kaldık.

    bilmiyordum bak bunu..
    alex var bir de. nadiren yapılan sponsor işlerinden biriydi, arayıp “alex’le röportaj ister misiniz” diye sordular. böyle soru mu olur! neyse işte saat 5’te buluşacağız ama yolda bana diyorlar ki alex’e saat 4 denilmiş ve bizi bekliyor! alex yahu.. bir panik bir panik gittik yanına.. baktım alex yemek yiyor. geldiğimizi görünce kalkıp selam verdi ve oturduğu sandalyeyi bana verip, yemek yemem için ısrar etti. bu sırada idmanına az bir zaman kalmış ve avrupa yakasındayız. hem röportajı verdi, hem bütün garsonlarla gülümseyerek fotoğraf çektirdi hem de idmanına yetişti.

    yerlilerden?
    zafer biryol ve erman özgür olabilir. sosyal olaylara kafa yoruyorlar. erman’ın gezi parkı direnişinde cesurca tivit atmasına çok sevinmiştim. zafer biryol’un da türkiye’deki futbol kulüplerinin idari kısmına yönelik müthiş tespitleri var. kulüp başkanlarının çocukken oyuncaklarını kırıp, ağlayarak yerine yenisini aldıran çocuklar olduğunu düşünüyor.

    (gbkz: bu ayrıntılara önem atfetmek güzel ama modern futbolun içerisinde yıldız olmak için hayatın içerisinde çok fazla taviz vermen gerekiyor.)
    yine de başarılabilir. okay yokuşlu mesela u-20 kampından izin alarak üniversite sınavına girdi. ki bu çocuk bir önceki yıl izmir’de bir bölüm kazanmış ama takımı kampta olduğu için kaydını yaptıramamış ve hakkı yanıyor. bu yıl da bir daha giriyor, isteyen yapıyor bir şekilde. fethi heper mesela profesör. istedikleri zaman yapılabilir.

    (gbkz: devlet ve takım da desteklemeli. ilkay mesela nürnberg’de oynadığı vakit sınav zamanı izin veriliyordu.)
    bazı hocalar hiç anlayışlı değil bu konuda, çok iyi biliyorum. ya kalırsın ya da gider okursun diyen teknik adamlar var! profesyonel takımlarda oynayan, milli takıma çağırılan oyuncuları okul takımında da oynamaya zorlayan okul müdürleri var.

    gençlerle aran iyi sanırım. hangisi gelecek vaat ediyor karakter olarak?
    salih uçan sanırım. onunla ilk röportaj yaptığımda daha buca’da minik takımındaydı... fenerbahçe’ye transfer olduktan sonra bir gün yine salih’in fotoğrafını çekeceğiz ama üzerindeki forma parlıyor. o esnada formaların pet şişelerin geri dönüşümünden üretildiğini söyledim. önce şaşırdı, sonra nasıl olduğunu anlayana kadar poz vermeyi bırakıp sorular sordu. o yeni bilgi karşısında idmana, futbola yoğunlaşmış çocuk dağıldı. izlediğim bir belgeselin linkini atıp susturdum sonunda! misal şimdi adını vermeyeyim bir başka genç oyuncu adaş olduğu profesörün kim olduğunu bana soruyor. bıkmış vaziyette gugılda dahi hep onun ismini görüyormuş da kimmiş bu adam. yahu aç bak, ilgilen azıcık.. bir profesör ise kimdir nedir? üstelik futbolla ilgili o adamın ilginç fikirleri var v.s.

    teknik direktörler arasında dikkat çekici olan?
    iletişim açısından fuat çapa’yı diğerlerinden ayırırım.

    ben de ayırırım! süper adam değil mi?
    kesinlikle.

    ben istanbul’dan gittim ank’ya. telefon açtım hoca afyon’da. o an yakınını kaybettiği için memleketine cenazeye gitmişti. benim durumumu bildiği için cenaze sonrası evine gitmeden tesislere gelip benimle röportajı yaptı ve fazlasıyla fedakarlık yaptı. üstelik o esnada onun önemsediği tek ayrıntının benim durumum olduğunu çok iyi biliyordum.

    ben de fuat hocayı çok severim. şota hoca da iyiydi. röportaj esnasında sürekli telefon geliyor ama her telefonu açışta farklı bir dil.. öyle kaldım ben orada!

    şota ile röportaj çok keyifli olmuştur kesinlikle..
    1996’daki trabzonspor-fenerbahçe maçını sormuştum. “ne kaldı biliyor musun aklımda.. nasıl koydi aykut kocaman..” diye şarkı söylemeye başladı. çok gülmüştük.

    (gbkz: ben röportaj yapmaktan soğudum neden biliyor musun? konuştuğunun dörtte üçünü adam yazma diyor sana. sanırsın röportaj vermiyor, dert ortağı arıyor. keyfi kaçıyor..)
    bir de yazma dediğin şey bir süre sonra zaten yazılıyor, çiziliyor. çok şeyi duyup da yazmamak gerçekten çok sıkıcı yapabiliyor. bilerek susmak ve yazmamak da ayrı bir irade istiyor. bir de röportaj sonrası oturup muhabbet ediyorsun, neler neler çıkıyor ortaya.

    (gbkz: (burada yaklaşık bir saat offtherekord’lardan konuştuk..muhabbet ne kadar keyifliyse yazamamak o kadar acı))

    röportajın keyifli tarafı neresidir?
    bak şu muhteşem bir şey.. selçuk şahin’e.. neyi merak ediyorsun diye sorduğumda “dünyanın yuvarlak olması ve bizim düşmememiz bana çok ilginç geliyor” diye cevap veriyor. röportaj için orada olduğunu unutturuyorsan o röportaj güzeldir.

    yurt dışına da gidiyorsun röportaj için.. fark nedir mesela?
    en son stefan kuntz ile röportajında ilginç olan o kadar kolay olması. kulübün başkanıyla mı konuşuyorsun yoksa sıradan bir görevliyle mi ayırt etmek zor. odasına kadar hiçbir prosedüre, güvenlik görevlisine takılmadan bir çırpıda gidiyorsun. akhisar belediyespor başkanının kendi elleriyle bize çay getirmesini saymazsam bu ilginç bir şey.

    telefonla da röportaj yapıyor musun?
    elbette.. ama tercihimiz yüz yüze. can bartu’yla telefonda röportaj yapmak için anlaşmıştık. muhabirliğe yeni başlamıştım, telefonu açar açmaz heyecandan “hocam” deyiverdim. “ben senin nerden hocan oluyorum” deyip çat diye telefonu yüzüme kapattı. şoke oldum. bir keresinde de trabzonspor’un efsanesi ahmet suat özyazıcı’ya ulaşmaya çalışıyorum. cep telefonu kullanmadığı için sürekli evden arıyorum. bir arıyorum “namazda şu an..” e güzel sonra bir başka zaman arıyorum: kahvehanede… en sonunda bir gün torunu çıktı “dedem şu an bahçede ayaklarını yıkıyor” dedi. evde yakaladım ama bahçede ayaklarını yıkarken!

    röportaj öncesi ve sonrası büyük farklılık yaşadığın futbolcular var mıydı?
    elbette bazı futbolculara ön yargıların oluşur, konuşamaz, ya da işte sınırlı sayıda kelime çıkar ağzından filan dersin. bunlardan birisi benim için servet çetin’di. öyle bir şaşırttı ki ben servet çetin’i hiç tanımamışım dedim röportaj sonrası. çok güzel cevaplar verdi, içerik harika oldu. şaşırdığımı anlayınca “benim kütük gibi biri olduğumu düşünüyordun değil mi?” dedi. fotoğraf çekimini ve röportajı kamp için kaldığı otelde yapmıştık. gömleği buruştuğu için arayıp ütü buldu, görevlilerden birine ütületmek yerine kendisi ütüledi. kamp ortamında, oradan oraya koşturduğumuz için aradaki kaosta vedalaşamadık. bir süre sonra mesaj geldi, “aradım sizi ama göremedim, kusura bakmayın veda etmeden çekip gitmiş gibi olduk” diye. volkan demirel de şaşırtmıştı beni. ona da önyargılı gitmiştim ama “çok da iri değilim, televizyondan öyle görünüyor” derken gayet samimiydi, gülerken ikiye katlanıp yanında daha küçük kalmıştım.

    ilk röportajını hatırlıyor musun?
    mustafa çulcu. hakemlik yaptığım için röportajın benim için daha kolay olacağını düşünmüştük.

    (gbkz: son olarak röportaj içerisindeki tavırları ve cevaplarından yola çıkarak ona bir kariyer planı çiziyor musun? şaşırtan sürprizler ya da isabetli atışlar oluyor mu?)
    beşiktaş’ın ve diğer birçok süper lig takımının onu transfer etmek istediği dönemde kemal tokak’la bir röportaj yapmıştım. soru sormadan cevap vereni ilk defa gördüm. ya dur ben soruyu sorayım dediğimde “ya ben çok röportaj yapıyorum sorular belli” gibi absürd cevaplar.. dedim ki içimden senden bir şey olmaz. beşiktaş’a gideceğine garanti gözüyle bakıyordu, olmadı nitekim. gökhan süzen’le beşiktaş’a transfer olmadan çok önce bir röportaj yapmıştık. müthiş bir resim yeteneği vardı, sanatçı ruhlu, farkındalığı olan bir adam. beşiktaş’a gittiği gün saçlarını ilginç bir şekilde kestirip kavga etti. şaşırttı beni ama galatasaray’a transfer olan ismini vermeyeceğim bir futbolcu kadar değil. röportajdan önce onu araştırırken çevresinden alkole ve sigaraya düşkünlüğünü duymuştum. röportajda biz ona istanbul’u anlattık, o bize taksi şoförü babasını sabahlara kadar evde tek başına, yalnız kalmaktan korktuğu için camda beklediğini. ona gerçekten güvenmiştim, çünkü gerçekten yetenekliydi ve bizi röportajda ikna etmişti. bir hafta sonra galatasaray’a transfer oldu ve aynı hafta bize poz verdiği deri ceketiyle gece kulübünden çıkarken yakandı. sonra da içine kapanıp kendini bitirdi.

    --- alıntı ---

    kaynak: http://www.futbolburada.com/...portaj-hilal-gulyurt
App Store'dan indirin Google Play'den alın