1282
****** alıntı ********
we love you hagi
(yalnızca galatasaraylılar okusun!).
hagi'ye dair bir başka yazı daha.
belli ki sonuncusu olmayacak. ciga bizi her seferinde şaşırtmaya, sarsmaya devam edecek.
bir türlü anlamayadıklarımızı anlatmaya.
en son kişi de anlayıncaya kadar anlatmaya devam edecek bıkmadan.
hagi'yi yazmadan, bu yazının yazılmasına "vesile" olan "olay"ı bir de biz aktaralım.
olay filan da yok aslında. hatta, yaşananları "bilinçli ve haklı" olarak "olay" haline getiren yine hagi'nin ta kendisi.
en baştan başlayalım: belli ki "her şey" televizyondan ya da basın tribününden görülemiyor.
belli ki bizim gibi "taraftar tribünü"nde olmak gerekiyor bir maçı öncesi ve sonrasıyla yaşayabilmek için.
bu satırların yazarı, olup bitenlere "taraftar tribünü"nden tanık oldu.
ve geçen hafta o çok tartışılan olayın (!) başlangıcının, aslında bir önceki hafta oynanan beşiktaş maçı sonrasına uzandığını gördü.
o gün maç bittikten hemen sonra, numaralı tribünde kimlik kartında
galatasaray taraftarı değil, olsa olsa yalnızca "galatasaray seyircisi" yazan birkaç kişi hasan şaş'a "lâf" attı.
hasan şaş, önce tribüne dönüp yanıt vermek istedi. ancak daha sonra
hocasına koştu. ellerini havaya açarak -birkaç kişiden de gelse- uğradığı "haksız" saldırıya isyanını gösterdi. hagi, tribüne şöyle bir baktı ve sonra öğrencisine sarılarak onu soyunma odasına gönderdi.
ama biliyoruz ki, bunu "bir yer"e yazdı.
bir hafta sonra, bu kez olimpiyat stadı'nda yine numaralı tribünde, bu kez "galatasaray seyircisi" bile olduğu şüpheli kişiler arif'le hasan şaş'ı ıslıkladılar. sayıları beşi, onu geçmezdi.
sonradan galatasaraylı(!) oldukları söylenen bazı spor(!) yazarlarının, bu "ucube gösteri"yi ciddiye alarak:
"eh, taraftar her zaman haklıdır, takımda emeklileri değil gençleri görmek istiyorlar!" türünden yaklaşım sergilemeleri, kendileri adına acıklı bir durumdu gerçekten.
nereden uydurdular bilinmez ama ortada "taraftar" protestosu filan yoktu. hakikaten beşon kişiydiler. oradaydık.
gerçeği görmediler ve yazmadılar.
gerçek şuydu: islıklardan yalnızca üç-beş saniye sonra, kapalı tribündeki binlerce taraftar ayağa kalktı.
liderleri de erken ayrılmış olmasına rağmen, ultraslan öncülüğündeki "galatasaray taraftarları" müthiş bir refleks ve sağduyu göstererek arif erdem'e sevgi ve desteklerini yüksek sesle haykırdılar.
"taraftar" haklıydı. arif erdem ve hasan şaş, sevgi duyulacak futbolculardı çünkü.
herkesin yaptığı gibi arif'i ve hasan'ı yazacak değiliz.
arif'i; onbeş yıllık galatasaray neferini galatasaraylılara anlatacak değiliz.
bilmeyen ve merak eden varsa açar, "tarih"i okur.
futbolculuğu bir yana, hasan'ın da nasıl "deli" bir galatasaraylı olduğunu bilmeyen varsa tanık olduğumuz ve paylaştığımız "şaşırtıcı ve sevimli" bir anektodu da aktarırız bir başka zaman.
(dünyada hakan şükür'den sonra tanınan ikinci türk futbolcusu olması da bir yana.)
ama... biz yine hagi'yi yazacağız.
çünkü bu olayda yazılacak tek bir şey varsa; o da hagi'nin, o gün gök gürültüsü gibi verdiği tepkidir.
evet. şunu bilelim. o gün hagi, kameraların önünde geldiğinden beri ilk defa "türkçe" haykırarak tepkisini ortaya koymasaydı, bu olaydan kimsenin haberi olmayacaktı.
o "beş-on" kişinin sesi zorlukla duyulmuştu zaten.
hatta, kapalının "arif erdem" tezahüratının nedenini bile bilmeyecek, merak da etmeyecektik.
ama hagi bilinmesini istedi. o da farkındaydı "numaralı" dan gelen "ucube" tezahüratın gerçek taraftarın sesi olmadığını.
ama benzer "ucube"liklerin daha önce gazete köşelerinde de sergilendiğinin farkındaydı.
hagi'nin "asker arkadaşları"nı kolladığını, böylece galatasaray'a zarar verdiğini yazan mürekkepler kurumamıştı ki! o gün yüksek sesle haykırdı hagi. ne tribünlerde ne de gazete köşelerinde, bir tek kişi bile o "asker arkadaşları"na söz söyleyemeyecekti bundan böyle. bir tek kişi bile! bu kadar! onun arkadaşları oldukları için değil; galatasaray'ın kazanılmış "ebedi zaferleri"nin askerleri oldukları için!
bu kadar!..
bülent, arif ve hakan ünsal "akıl ve yürek dışı" bir operasyonla kadrodışı bırakıldıklarında hagi, romanya'daydı.
bir türk gazeteciye şöyle dedi o günlerde:
"onlar büyük galatasaray'ın tarihidir. ancak kendileri istediği zaman galatasaray'dan ayrılırlar"
geldiğinde ilk işi, bu üç ismi kadroya almak oldu. tersini yapsa tutarsızlık olurdu.
bazen ilk onbirde, bazen sonradan yer verdi.
(akıllarını "akçe"yle bozmuş birilerinin sandığı gibi, "onlar da prim alsın" filan diye değil bambaşka bir nedenle) sadece bu "üçlü" de değil, öteki "asker arkadaşları" da görev verildiğinde görevlerini "pekala" yerine getirdiler.
ergün ve hakan ünsal yeniden doğdu.
şimdi 100. yıl takımında hepsi var.
ve... yaşanan "100 yıl"ın kazanılmış en büyük zaferinin henüz "mazi"
olmadığını anlatıyorlar işte dosta-düşmana.
"dünle yaşanılmaz" söylemininin safsata olması bir yana, o "zafer"in henüz "dün" olmadığını hatırlatıyorlar herkese.
(bu arada, daha önce de defalarca söylediğimiz gibi, "futbolda dün yoktur" diyenlerin hepsi saçmalamaktadır.
çünkü futbol; dünden, maziden ve tarihten başka bir şey değildir aslında. yarın ne olacağını kim bilebilir? bütün kulüpler ve bütün taraftarlar mazilerindeki başarı ve zaferleriyle "var" olurlar ve o zaferlerle övünürler, öyle değil mi? o ayrı konu, geçelim!)
dönelim o güne: eğer hakan ünsal sakat olmasaydı, geçen cumartesi günü o da istanbulspor maçının kadrosunda olacaktı, hiç şüpheniz olmasın.
ve takımın yarıdan fazlası (hakan şükür, hakan ünsal, hasan şaş, ergün, arif, bülent) uefa zaferinin kahramanlarından
oluşacaktı o gün! hem de 100. yıl'da şampiyonluğun ve kupanın en büyük adayı olarak!
(iddiayla söylüyoruz ki, bu altılının en az yarısı milli takım'da olsa, türkiye 2006'yı da çoktan garantilemiş olurdu. hâlâ ve eskisi gibi iyi oynuyorlar çünkü)
hagi'nin başarısının en büyük sırrı da belki yenilerle birlikte yarattığı bu sentezdi.
türkiye liglerinde, gençlere önem verip geleceği şimdiden kuran tek teknik direktör hagi'ydi. ve türkiye liglerinde "kadir-kıymet" bilen tek teknik direktör de hagi'ydi. (basitti nedeni. galatasaray'ı seviyordu işte hepsi bu!)
ama. asıl önemli olan şuydu:
başkaları; kimlikleri buraya ait olmayan, "eloğlu"nun "bugün var-yarın yok" transfer hovardalıklarıyla "paralı" şampiyonluklara ulaşmaya çalışırken...
hagi , "sahici galatasaraylılar"ın elinde şampiyonluk kupasının havaya kalkmasını istiyordu. yüz yıl'ın "muzaffer takımı"nın; 100. yıl'a da imzasını atmasını istiyordu.
o güne kadar ve ondan sonra da "o" galatasaraylılar'a bir tek kişinin bile kötü söz söylemesine tahammül edemiyordu. (etmeyecekti de!)
cumartesi günkü isyanı bundandı.
işte biz de hagi gibi, türkçe sesleniyoruz buradan herkes anlasın diye:
"ne var bunda? ne var?"
biliyoruz ki hafta sonunda, ali sami yen'de başta ultraslan, galatasaray'ın "gerçek" taraftarları; arif, hasan şaş ve elbette hagi'yi selamlayıp kucaklayacaklar.
yerlisi, yabancısı; bu ülkedeki başka hiçbir hocanın, çocuklarını korumak için böylesine haykırmayacağını hatta umursamayacağını bilerek.
bugüne kadar "i love you hagi-seni seviyorum!" denirdi ya. yani herkes kendi adına terennüm ederdi sevgisini.
aslında o sevgilerin, tıpkı hagi'nin "anlattığı gibi" dayanışma ruhunda birleşme zamanıdır şimdi. ben kendi adıma öyle söyleyeceğim:
"we love you hagi. seni seviyoruz ciga!"
****** alıntı ********
ali kırca yazmış yukarıdaki yazıyı, hagi’nin birinci döneminde takım sıkıntılı zamanlar geçirirken..
******* alinti ************
ali sami yen’de maçın devre arasıydı… eski bir dosta rastladım,
oyunun kaderini kim çevirir?" diye sordu...
hiç düşünmeden "hagi!" dedim.
işbu yazı geçmişe hayıflanmak ve bugüne dair umutları kırmak için yazılmamıştır. tamam, giden gitmiştir... dün yok artık!.. ve bugün de hiçbir şey bitmiş değildir... galatasaray, hâlâ şampiyonluğun iki adayından biridir.
işbu yazı, ne düne, ne bugüne dairdir... bu yazı bir galatasaraylı'nın, geleceğine dair hayallerinin kağıda dökülmüş halidir... bu satırların yazarı için, hagi adı; asıl gelecekte yazılacaktır sarı-kırmızı renklerle...
ama hikaye "dün" den başlamak zorundadır.
evet, hagi yok artık... gitti...
gitmedi, gitmeye mecbur edildi.
türkiye'de; siyaset dahil, neredeyse hiçbir kurumda alışık olunmayan "istifa" kavramını hatırlatarak gitti... bir yıllık sözleşmesini "yok sayarak" gitti... galatasaray'ı zora sokmadan gitti...
(başka türlü gidenler için bakınız: del bosque, beşiktaş'tan 7.7 milyon euro tazminat istiyor gazeteler...)
ve hiç kimseyi kırmadan, dökmeden, galatasaray'ı örselemeden gitti.
(bakınız: "hagi'ye veda" programındaki konuşmaları - siyaset meydanı..)
neden mi böyle yaptı?
galatasaray'ı ve türkiye'yi çok ama çok seviyordu ve bir gün mutlaka dönecekti.
(bakınız: daha üç hafta önce temeşvar'da bir türk gazeteciye verdiği röportaj)
evet... gitti... gitmeseydi ne mi olurdu?
galatasaray, pazar günkü derbiyi çok rahat kazanırdı... ligde şu anda açık ara lider olurdu...
ve hagi; uefa kupası'nda, dolayısıyla avrupa'da yoluna devam etme şansı olan tek türk takımının başında bulunurdu.
bu kadar iddiayla öne sürdüğümüz tezlerin kanıtı geçen yılın ve "hagi gerçeği"nin içinde gizlidir. bu iddialara karşı çıkacakların kanıtı ise iflah olmaz ve gizlenemez bir hagi düşmanlığından başka bir yerde değildir.
öyleyse, bıkmadan, usanmadan geçen yıla dönmek zorundayız. geçmişle oyalanmak için değil, geçmişin hatalarının muhasebesini yaparak ve yaptırarak geleceği kurgulamak için)
bu köşede, spor sayfasında kaleme aldığımız son hagi yazısında tek tek saydıklarımızı yinelemeyeceğiz.
ama bütün bir sezon; içtendıştan engellemelere rağmen, şampiyonluk şansını beklenmedik biçimde son haftaya kadar taşıdığını ve büyük final öncesi yolunun kesildiğini hatırlatacağız, o kadar...
ezeli rakibiyle yapacağı şampiyonluk maçı öncesinde; kendi sahasında 1-0 galipken penaltısının verilmediğini, rakip takım oyuncusuna kırmızı kartın gösterilmediğini ve her şeyin orada bitirildiğini... o maçtaki hakemin "amerika'dan bile görülen hataları"yla, şampiyonluğunun ve şampiyonlar ligi'ne katılma şansının engellendiğini... rakipleri, federasyonu etkilemek için taraftarları sokağa döküp ortalığı ayağa kaldırırken ve de "kazanırken", onun takımına yapılanların ve olup bitenlerin yönetim (!) tarafından nedense (!) ses çıkarılmadan izlendiğini... hatta izlenmediğini... bir tek "on"un isyan ettiğini...
hayır, bunları yinelemeyeceğiz uzun uzun.
zaten asıl söyleyeceklerimiz bunlar değildir.
ufak-tefek maçlarda, bütün takımların başına gelebilecek puan kayıpları bir yana... şampiyonluk düğümünü çözecek büyük maçları olağanüstü yönettiğini... bütün istanbul derbilerinde ve kupa finali'nde ezeli rakiplerinin "milyon dolarlık ayakları"nı sildiğini... en az oyunculuğundaki kadar hocalıkta da "taktik zekâ" sergilediğini... üstelik bütün bunları, elindeki sınırlı ve bir yıl önce psikolojik olarak çökmüş bir kadroyu ayağa kaldırarak yaptığını... avrupa'da hep büyük takımlarla hazırlık maçları oynadığını, hepsini de kazandığını...
ve bütün bunları yaparken, saha kenarında "oynuyormuş" gibi yerinde duramadığını... aslında en çok alkışlanması gereken yanının yani "kazanma hırsı"nın en çok eleştirildiğini.
ve hatta gollerde nasıl sevindiğini... çünkü, çok sevinmek için çok sevmek gerektiğini...
(bakınız: geçen yıl 1-0'lık f.b maçındaki gol sevinci...)
evet, asıl bunları hatırlatacaktık.
bu yıl nasıl mı başaracaktı? kimlerle mi?
yeniden yazıp söylemeye gerek yok... şu satırlar geçen yılki "bu yalnızca sitem!" yazımızdan alıntıdır:
"daum'lar, bosque'ler, hatta yerliler gelir geçer... umurlarında değildir yarınlar... çuvalla para harcatarak, bugünü - ve kendilerini - kurtarmaktır cümlesinin maksadı. yarını düşünmek için 'dün'ü bilmek ve yaşadığı yeri sevmek gerekir önce... tepeden tırnağa sevmek... hagi gibi, hagi kadar... suat kaya (galatasaray alt yapı sorumlusu) galatasaray dergisi'nde anlatıyor:
"hagi'nin bizi alt yapı olarak mutlu eden en önemli özelliği, süper genç, yıldız, b genç içeride olan tüm maçları izliyor. türkiye'de ve istanbul'da namzet olacak futbolcuları ezbere biliyor. her tarafa gözlerini ve kanatlarını açmış durumda. çalışmayı seven biriyle çalışmak çok güzel. bize her türlü imkanı veriyor. bugün iki tane verdik, yarın iki tane daha... kendisinin de beğendiği, 'umut vaadeden' dediği oyuncuları ona hazırlamak istiyoruz. belki de türk futbol tarihinde ilk kez galatasaray'da, a ve paf takım aynı otelde, aynı şartlarda kamp yapıyor. çocuklar da kendilerine bu kadar önem verilmesinden dolayı çok mutlular..."
evet... böyle yazmıştık suat kaya'dan da alıntıyla... evet nerede o çocuklar? nerede?
arda'ları, zafer'leri, mülayim'leri saymıyoruz bile... ama takıma oturmuş h.kabze'ler, sabri'ler hatta cafercan'lar nasıl yok edildi?
a.s.y.'deki 1-0'lık ilk maçın kahramanıydı genç sabri, öyle değil mi?
5-1'lik zaferin kahramanıydı küçük uğur, öyle değil mi?
ama, kimin umurunda tüm bunlar? ve niye umurunda olsun ki?
"bugün var, yarın yok hocalar"ın hayalleri mi olur?
ayrıca, hagi düşmanlığının prim verip göklere çıkardığı saidou'lar ne güne duruyor ki?
küçük maçların büyük (!) oyuncularıyla mı yürünecek büyük hedeflere? görülmedi mi son pazar, ali sami yen'de?
hiç şüpheniz olmasın, o pazar günü takımın yarısından çoğu bu çocuklardan oluşacaktı... ve hagi, bu çocuklarla kazanacaktı, hiç şüpheniz olmasın.. biz gördüklerimize, bildiklerimize dayanarak ve inanarak söylüyoruz bütün bunları...
inanmayanlar neye dayanacak peki?
ama hagi gitti...
yaşanan tüm ekonomik sıkıntılara rağmen galatasaray "ruh"unu yeniden ayağa kaldıran; hatta "yüzü hiç gülmeyen" başkanı bile, olimpiyat stadı'da sevinçten "zıp-zıp" zıplatan hagi yok artık! (sahi, o zafer resminde de yoktu her zamanki gibi, yine arkalarda bir yere gizlenmişti hatırlıyor musunuz?)
"neredesin hagi?" diye sorduk pazar akşamı kendi kendimize...
yanıtını internete girip bulduk..
hagi, poli temeşvar'ın başında... romanya'nın, hatta avrupa'nın "yeni chelsea"si olmayı hedefleyen gencecik bir takımın hocası... romanya'nın en büyük petrol şirketinin "sponsor" olduğu temeşvar'ın başkanı, gelecek yıl için hagi'ye 50 milyon dolarlık bütçe ayırdığını söylüyor. hagi'yi takımın başına getirme nedenini de şöyle açıklıyor: "her şeyimiz tamam. maçlarımızı 40 bin kişilik statta oynuyoruz. ama bize bir kahraman gerekiyordu!" ve devam ediyor: "hagi, avrupa'da mourinho'nun karizmasını bitirecek!"
gelecek yıl avrupa'da kupa hedefleyen temeşvar, hagi'nin gelişinden sonra, lider steaua'yla arasındaki puan farkını dörde indirerek, üçüncülüğe yükseldi. bu hafta dinamo'yu deplasmanda yenebilirse, ikincilik koltuğuna oturarak şampiyonluk hesapları yapacak.
"git hagi, git!" demiştik son yazımızda.. biraz da bunları yaşamanı istemiştik çünkü. dualarımız seninle. lakin 3 hafta önceki röportajını da okuduktan sonra artık biliyoruz ki...
o veda gecesinde söylenen şarkıdaki gibi.
"aramızda yaşanacak yarım kalan bir şeyler var!"
bir de, ne kadar özlemişiz birine sevgimizi bağırmayı sami yen tribünlerinde, ne kadar:
"i love you hagiiii, i love you"
bu kadar!..
sabah
30.11.2005 12:31
********** alıntı *************
bu yazı da ali kırca’dan yadığında takımın başında gerets vardı…
diyeceğim odur ki.. reçetemiz hagi’nin elindedir.. önceliğimiz iyi bir takım olmaktır.. bireyler geçici başarılar, geçici galibiyetler getirir.. iyi bir takım her takımı yenebilir.
arşivlere dalınca biraz hüzünlendim… paylaşmak istedim…