(bkz:
ustanın hayatı)
---
alıntı ---
makedon asıllı romen futbolcu gheorghe hagi’nin başdöndürücü yükselişi
iki kere göç etmek zorunda kalan bir makedon ailesinin çocuğuydu. çok yoksuldu. köyde doğmuş, çamurların içinde, yalınayak, at kılından bir topun peşinde koşarak futbola başlamıştı. çavuşesku döneminde yıldız oldu. ancak o devrildikten sonra yurtdışına çıkabildi. işte grigore cartianu'nun kaleminden hagi efsanesi.
1932 yılının sonbaharı. yunanistan'ın kuzeyinde kavala kasabasının tozlu bir sokağında yirmi at arabası sıralanmış. avlularda kabalık, sağa sola koşturuyor. bu insanlar makedon ya da aromen. doğdukları toprağı ilelebet terketmeye hazırlanıyorlar. yani sıradan bir balkan manzarası.
kafiledeki iki araba hagi ailesine ait. elbiseler, kalın battaniyeler, sac tavalar, toprak kaplar, iyi bilenmiş baltalar ve peynir fıçıları... yola çıkmadan önce gheorghe ve sultana hagi geride bıraktıkları atalarının evine son defa bakıyor. yumruğunu göklere kaldırıyor. onu atalarının yurdundan kovanları tanrı'ya havale ediyor.
hıristiyan hacı torunu
geçmiş asırlarda, makedonlarda, hagi ismini sadece kutsal dağı ziyaret edenler taşıyordu. kudüs'e giden yol çok tehlikeli olduğundan, kutsal dağa gidip de sağsalim dönenler, büyük törenle karşılanırdı. taşıdıkları ada hagi sıfatı da eklenirdi. haci, ama hıristiyan hacisi. kelimeyi ise osmanlılar’dan almışlardı.
makedonlar için ‘‘hagi’’ veya ‘‘hagiu’’ sayılması, övülmesi gereken kişi anlamına gelirdi. hagi'nin de atalarından biri kutsal dağı ziyaret etmişti. zamanla, ailenin esas adı kaybolmuş, hagi diye anılır olmuşlardı.
mubadele göçmenleri
hagi ailesi nihayet romanya krallığı'na ulaştı ve bulgaristan sınırına yakın olan büyük kaynarcı köyüne yerleşti. altı ay sonra, sultana hagi, oğlu ıancu'yu dünyaya getirdi. yani, bizim futbolcunun babasını.
hagi'ler niye yurtlarından olmuştu? lozan anlaşması gereği, türkiye ile yunanistan arasında nüfus mubadelesi yapılmış ve türkiye'den gelen yaklaşık 1.5 milyon yunanı toprak sahibi edebilmek için atina hükümeti, kuzeydeki makedonların topraklarına el koymaya başlamıştı. işte hagi ailesi de bu yüzden göç etmek zorunda kalmıştı romanya'ya.
tam yeni köye kök salmaya başlamışlardı ki, 1940'da romanya, bu bölgeyi bulgaristan'a vermek zorunda kaldı. haydi, yine göç! makedonlar kuzeye doğru bir kere daha yola çıktılar. hagi ailesi, köstence'nin kuzeyinde sacele köyüne yerleşti.
‘‘geveze’’ lakabıyla anılan ıancu, yine kavala'lı bir göçmen kızı olan chirata ile evlendi. ünlü futbolcu, 4-5 şubat 1965 gecesi, bu ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. ismi gheorghe'ydi. büyükbabasının ve 9 aylıkken ölen ağabeyinin ismini vermişlerdi ona. ama kısaca gica dediler.
‘‘geveze’’nin oğlu zayıf ve kısa boyluydu. ama karların eridiği andan sonbaharın ilk kırağısına kadar hep yalınayak dolaşırdı.
domuzun idrar torbası
gica hagi ilk defa ayağını topa ne zaman dokundurdu? kimse bilmiyor. ama 1966'da, iki yasını doldurmak üzereyken, garip bir hediye aldı. dede gheorghe kestiği domuzun idrar torbasını yıkayıp temizledikten sonra şişirip kuruttu. işte gica topla böyle tanıştı!
dört yaşında, artık ninesi sultana'nın yaptığı kumaşlardan yapılma bir topun peşinden koşuyordu. bir yıl sonra dedesi bu kez de, at kıllarından yeni bir top yaptı. kale yoktu, saha yokuştaydı, gica hep yalınayaktı, ama olsun, z evk büyüktü.
gica hayatındaki ilk gerçek topa 6 yaşındayken sahip oldu. annesi şehirden alıp getirmişti.
köyden kente göç
köydeki hayat şartları ağırlaşıyordu. hagi'ler tarla işlerinde kızlarını bile çalıştırıyorlardı. kaçınılmaz karar alındı. 1973 ilkbaharıydı. gica ikinci sınıfı yeni bitirmişti. hagi ailesi eşyalarını bir kamyona doldurarak köstence'ye doğru yola çıktı. yine göçüyorlardı, bu defa köyden kente.
köstence'de, makedonların mahallesi olan coiciu'ya (koycu) yerleştiler. bir evleri, hayvan besleyebilecekleri küçük bir bahçeleri vardı. yanlarındaki arsada koyunlar otluyordu.
gica, makedonlardan oluşan bir futbol grubuna yanaştı. maçları, ıssız geniş bir caddede yapıyorlardı. gica 9 yaşında, grubun en küçüğüydü. üstelik ufak tefekti. büyükler, onu kaleci yaptılar.
bazen acıyarak öne çıkmasına izin verirlerdi ve gica topu aldığı gibi golü atardı. atınca da tüm gücüyle ‘‘goool ıordanescu!’’ veya ‘‘goool dumitru!’’ (televizyonda seyrettiği steaua bukres kahramanlarıydı bu futbolcular; gica da o gün bugündür bu takımın taraftarıydı.)
keşfediliyor
nisan 1975. bir salı günü, f. c. köstence gençlik takımında oynayan bir oyuncu, antrenörü ıosif bukossi'ye, ‘‘ıoji amca, 23'ünçü okulda bir oğlan var, herkesi dağıtıyor’’ dedi.
bukossi hagi'yle böyle tanıştı: ‘‘o kadar ufak tefekti ki, bana övdüğün çocuk bu mu, diye sordum. hadi, yine de bir deneyeyim dedim. çocuğu kalenin arkasına gönderdim. kalecinin kaçırdığı topların peşinden zıplıyor, topu geri gönderirken de, önce birkaç defa ayak üzerinde oynatıp öyle yolluyordu. topa vuruş sekli birkaç yıl idman görmüş futbolcularınkinden farklı değildi.’’
böylece, 4 nisan 1975'te, ıancu'nun oğlu, 10 yaşında bukossi'nin himayesine girdi.
çavuşesku ailesinin göz bebeği
romanya'da çavuşesku ailesinin hüküm sürdüğü diktatörlük döneminde yetişti hagi. üniversite takımı olan ‘‘universitatea craiova’’ ile sözleşme imzaladı ve craiova üniversitesi'nin ıktisadi bilimler fakültesi'ne kaydını yaptırdı. ama, çavuşesku'nun küçük oğlu nicu, gençlik bakanı ve sportul studentesc takımının fahri başkanıydı. nicu, hagi'yi istiyordu. o isteyince de akan sular dururdu. hagi yatay geçişle bükreş iktisadi bilimler akademisi'ne geçti. herkes onun peşindeydi. bir romen atasözü gereği eğer portakal tatlıysa, gücün yettiği kadar sık, yoksa başkası gelip sıkar! hagi de, romen futbolunun bahçesinde nadir bulunan bir portakaldı. bu defa steaua bukres takımı hagi'yi almak için atağa geçti. çavuşesku'nun kardeşi general ılie araya girdi ve hagi'yi sivil personel olarak orduya, yani steaua bukres takımına transfer ettiler.
sınavda futbol sordular
20 mayıs 1992'de bükreş'te, romanya-galler maçı 5-1 sona erdi. hagi muhteşemdi. maç sonrası özel uçak o sırada ispanya'da oynayan hagi'yi madrid'e götürmek üzere bekliyordu. fakat hagi ertesi gün üniversite bitirme sınavına girecekti. bütün ısrarlara rağmen kararlıydı. üniversiteyi bitirmek zorundaydı. akademi'ye gidip sınava girdi. komisyon üyeleri ünlü iktisat profesörlerinden oluşuyordu. gica, kárdan, isletmeden söz etmeye başlayınca, hocalar ‘‘tamam yeter’’ dediler. ‘‘bunları çok duyduk. boş ver. sen dünkü golü 30 metreden nasıl attın, onu anlat bakalım! eleme grubunu geçecek miyiz? madrid'de keyfin yerinde mi?!’’ hepsini çok güzel cevapladı. böylece gica, fakülteyi de bitirdi.
agnelli'den romanya'ya rüşvet
hagi, italya'ya yapılan bir turnuvada fiat'ın ve juventus'un sahibi olan giovanni agnelli'nin dikkatini çekti. agnelli bükreş'e kadar geldi. ‘‘hagi'yi juventus'a verin, karşılığında bükreş'te fiat fabrikası açayım’’ dedi. ama hükümet reddetti.
1989'da bu kez milan'ın sahibi berlusconi atağa geçti. aracı olarak romanya'dan kaçmış bir mülteciyi, giovanni becali'yi görevlendirdi. becali'den dinleyelim: ‘‘hagi'yi taksiyle sürekli takip ediyordum, belçika, hollanda, batı almanya, her yerde. bir defa para verdim. ınanamadı çünkü o dönem için iki bin mark büyük paraydı. yavaş yavaş diyaloğu kabul etmeye başladı. ülkeden çavuşesku yüzünden kaçtığımı öğrenmişti. konuşmalarımız batı'ya iltica etme konusunda yoğunlaştı.
fakat ben böyle bir işin risklerini anlattım: 11 ay futbol oynayamayacaktı. işin en kötüsü aile hasretiydi. sonunda ısrar etmemin anlamsız olacağını fark ettim. çünkü hagi'nin ailesine karşı duyguları kuvvetliydi.’’
1975 yılında antrenör bukossi'nin himayesine giren gica, 76 senesine kadar, yaşı tutmadığı için herhangi bir resmi yarışmaya katılmadı. temmuz 1976'da, izciler kulüpleri arasında köstence'de bir çocuk turnuvası düzenlenmesi kararı alınmıştı. bu gica için bir şanstı. gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra, köstence'yi temsil eden takımında 11 yasında olan gica'nin da yer alması kararlaştırıldı. ilk maçtan itibaren hagi'nin golleri birbirini takip etti. buna rağmen takım maçı kazanamadı.
antrenmanlar devam etti. 24 mart 1978'de f.c. köstence kulübü'nün 97.515 no'lu kimliğine sahip oldu hagi. artik resmi bir futbolcu olmuştu. 13 yaşında bir futbolcu. bukossi hoca'nın bu ‘‘afacanı’’, millî takım antrenörünün de dikkatini çekti.
gica antrenmanlardan sonra da sahada kalırdı. çünkü böylece aşık olduğu topu hiç kimseyle paylaşmak zorunda kalmıyordu. artık iş ciddileşmiş ve disiplin zamanı gelmişti. gica solaktı ve sağ ayağının probleminin çözülmesi gerekiyordu. hocası, ‘‘eğer sağ ayağını sırf otobüse binmek için kullanacaksan, futbolda sınıfta kalırsın’’ diye sataşıyordu ona.
1979 yılı. gica, fransa'ya gitti ve ilk maçında yunanistan'a karsı oynadı. hayatında ilk kez romanya'nın kırmızı, sarı ve mavi renklerini giyiyordu. ve yunanistan yenildi.
ilk kazandığı para 50 dolar
turnuvayı uçuncu olarak tamamlayıp, çocuklar belli miktar para kazandılar. hagi'ye düşen pay ise 60 frank, yani yaklaşık 50 dolardı. bu onun kazandığı ilk para oldu.
gica hagi artık yükselişteydi. hem kendi takımında, hem de çocuk millilerde mucizeler yaratıyordu. ancak çocuk millî takımında yer alan tüm oyuncular liseyi bükreş'te okumak zorunda oldukları için, hagi'ye de gurbet kapısı açıldı. lisenin yanı sıra futbola devam etti. lise son sınıfa geldiğinde ı. lig takımları onun peşine düşmüşlerdi bile. ama en büyük mucize 1983'un basında gerçekleşti: millî takımının antrenörü mircea lucescu, onu kampa çağırdı.
29 ocak'ta dostluk maçı için ilk defa istanbul'a geldi. fakat maçta yedekte kaldı. bir ay sonra iki maç daha yapmak üzere tekrar türkiye'ye döndü. birinci maçtan sonra, hava şartlarından ötürü romanya'ya gitmek zorunda kaldı takım.
artık üniversite meselesi gündeme gelmişti ve bunun için üniversite takımı olan ‘‘universitatea craiova’’ ile sözleşme imzalandı ve gica, 'craiova üniversitesi iktisadi bilimler fakültesi'ne kaydını yaptırdı. cavuşesku'nun küçük oğlu nicu, gençlik bakanı ve 'sportul studentesc' takımının fahri başkanı olarak hagi'yi istiyordu. gerekli baskıları yapıp isteğini gerçekleştirdi. hatta, hagi'yi bükreş iktisadi bilimler akademisi'ne yatay geçişle aldırdı. böylece hagi için yeni bir dönem başlıyordu.
80 bin km., 13 ülke, 100 maç
zaman geçtikçe hagi daha da olgunlaşmaya başladı. artık toplam 80.000 km yol kat etmiş, yurtiçinde 100 maç oynamış, 13 yabancı ülkede maç yapmış ve dört ayrı kampa katılmış bir futbolcuydu o. derken steaua bukres hagi'yi almak için atağa geçti.
sonunda hagi, sivil personel olarak orduya, yani steaua bukres takımına geçti.
1990 yılı şaşırtıcı şekilde başladı. artık demokrasi vardı ve hagi'nin eski takımları onu geri istemeye başladılar. ama o yakında yurt dışından teklifler almaya başlayacağından emindi. gerçekten de 15 şubat'ta, avrupa'nın dev takımlarından besi, hagi için yarışmaya başladılar. sonucta hagi real madird’li oldu.
94 sonrası hagi'ye bu kez barcelona talip oldu. johan cruyff, becali'yi seferber etti ve uzun pazarlıklar neticesinde anlaşma yapıldı. hagi'nin işi hiç de kolay değildi çünkü yabancı olarak stoickov, romario ve ronald koeman'la yarışması gerekecekti.
15 mayıs 1996. hagi'nin barcelona'daki son maçıydı. artık iyi bir tatile çıkması gerekiyordu ancak bundan sonra hangi takımda oynayacağı daha belli değildi. teklif çoktu ama ortada kesin bir şey yoktu. temmuz ortalarında, becali, hagi'ye telefon ederek ‘‘meksika'da oynamak ister misin?’’ diye sordu. önce hayal kırıklılığına uğradı hagi. avrupa'nın önemli kulüplerinde oynamak istiyordu. ancak ortaya konan mali portre onu ikna etmeye başladı. 31 buçuk yaşındaydı, futbolu bırakma zamanı yaklaşıyordu.
hagi'ye karşılık bükreş'te fiat fabrikası
hagi iyice avrupa'nın gözüne girmişti. hatta italya'ya yapılan bir turnuva sonrası fıat fabrikalarının ve juventus'un sahibi olan giovanni agnelli bükreş'e gelip hagi'yi istedi. karşılığında da bükreş'te fıat fabrikası açmayı teklif etti. fakat komünist hükümeti bu teklife 'hayır' dedi. böylece hem hagi juventus gibi bir takımda oynama sansını, hem de romanya koca bir fabrikayı kaybetti.
toshack için ‘iblis’ dedi
real'de baştan itibaren hocası toshack'la anlaşamadı. hatta toshack görevden alındığında şunu söyleyebildi: ‘‘üzulmek mi? niye üzüleyim? babam değil ki!’’ toshack'tan sonra gelen di stefano da, hagi için ‘‘ıblis gitti, kardeşi geldi’’ atasözünden ibaretti. ancak o bir profesyoneldi ve sabırlı olmalıydı.
hagi, ayakkabısını onarınca emre ağladı
türkler, hagi'yi sadece futboldaki başarısından değil, yaptığı her işi canı gönülden yaptığı için de seviyorlardı. örneğin, türk futbolunun büyük ümidi olan emre'nin yetiştirilmesiyle de yakından ilgilendi. emre anlatıyor: ‘‘maçların birinde, ayakkabılarımda bir problem çıkmıştı. hagi, özel bir anahtarı derhal alıp problemi bizzat kendisi çözdü. ağlamaya başladım çünkü büyük hagi'nin benim gibi ünlü olmayan bir futbolcuya ilgi göstermesi beni çok heyecanlandırmıştı.’’
ve galatasaray...
kendini meksika yerine istanbul'da buldu
meksika'ya gitme zamanı gelmişti. her şey hazırdı, uçak biletleri bile. derken inanılmaz bir şey oldu: bunu becali'den dinleyelim: ‘‘tam o sırada türkiye'den birileri telefon açıp hagi'nin durumunu öğrenmek istediler. saat öğlen ikiyi gösteriyordu ve akşam sekiz buçukta galatasaray'ın başkan yardımcısı ve yönetim kurulu'ndan iki üye bükreş'e geldiler. sabah dörde kadar görüşmeler sürdü ve sonra hagi'yi de arayarak üç yıllık sözleşme kararı aldık . türkler hagi'yi alıp hemen istanbul'a götürmek istediler. ben ilk önce kendim gidip evrakları hazırlayacağımı, hagi'yi sonra getireceğimi söyledim. ertesi gün sabah, türkler'in özel uçağına binip istanbul'a doğru havalandık. havaalanına inince gözlerime inanamadım. yaklaşık 200-300 gazeteci, yüzlerce kamera, her şey hazır bekliyorlardı.’’
terim: hagi'yi galatasaray'a istiyorum, o kadar!
becali, fatih terim'le ilk karşılaşmasını söyle aktarıyor: ‘‘ertesi gün faruk süren'i görmeye gittik, ancak bir mutabakata varılamadı. hiçbir şey çözemeden, havaalanına doğru yola çıktım. arabada, başkan yardımcısı ergün gürsoy, 'florya yolumuzun üzerinde. oraya uğrayalım mı?' diye sordu. 'fatih terim hoca ile görüşelim.' 'peki, gidelim öyleyse.' dedim. florya, tam manasıyla bir merkez üssüydü. fatih terim bana, 'sayın becali, ben hagi'yi istiyorum. nazlı olduğunu bilirim fakat ben onu, galatasaray'da istiyorum!' dedi. her şeyi halletme sözü verdi. o bir kulüp başkanı değil, antrenördü. dolayısıyla hiç ikna olmadım. 'bu akşam sözleşme, imzalanmış şekilde elinize geçecek,' dedi. akşam yönetim kurulu toplandı ve 31 temmuz'da sözleşmeyle birlikte bükreş'e dönüyordum.
gica'yı evinden alıp istanbul'a götürdüğümüzde ise türk futbol tarihinin en muhteşem karşılama törenine şahit oldum.’’
evime dönmek için sabırsızlanıyorum
bugün romanya'nın en zengin adamı olan hagi, köyünde satın aldığı evi müzeye dönüştürecek
kitabı yazıldı
futbolun en büyük mabetlerinde, ‘‘wembley’’, ‘‘san siro’’, ‘‘nou camp’’, ‘‘santiago bernabeu’’de oynadı. blohin ve batistuta, stielike ve chovanec, shearer ve butragueno, chilavert ve valderrama, scifo ve rush gibi futbolculara diz çöktürdü. pele ve maradona'yı kendine örnek aldı. yoksul bir ailenin çocuğu olarak başladığı futbol yaşamını, claudia schiffer'le yemek yiyen bir futbol starı olarak sürdürdü. ama köklerini hiç unutmadı. 1998 yılında sacele köyündeki eski evi satın aldı. devlet liderleri ona övgüler yağdırdılar. bugün serveti yaklaşık 20 milyon dolara ulaştı. kazandığı her dolar için ter döken hagi, büyük bir olasılıkla en zengin romen.
büyük futbolcu ağlayabilen futbolcudur
‘‘son sözü hagi'ye bırakalım. çünkü o yalnızca tüm zamanların en iyi romen futbolcusu değil, aynı zamanda da en çok röportaj yapılan futbolcusu.’’ ‘‘hagi’’ adlı kitap işte bu sözlerle bitiyor ve hagi'nin yapmış olduğu röportajlardan bir derleme veriyor:
babam çok zekiydi! bu kadar çok aklı nereden bulduğunu bilemiyorum çünkü köyden gelmişti. ondan hırs ve şahsiyeti aldım. kabiliyetimi ise anamdan.
at en sevdiğim hayvandır. ata çocukluğumda aşık oldum. o dönemin köylerini bilirsiniz. her şey atlara bağlıydı.
gençliğimde, önemli maçlarda benim ayaklarım da heyecan yüzünden tutulurdu.
kayınbiraderlerimden biri dinamo bükreş taraftarıdır ve ayakkabılarını steaua bükreş'te giydiğim forma ile siler.
real'da, ilk kelime yalnızlık oldu. bazen buyo ve chendo gezmeye çıkarıyorlardı beni. orada, gerçek futbolcunun ne olduğunu öğrendim. yani profesyonel futbolcunun. cavuşesku zamanında yalnızca zevk için oynardım.
her yerde candan iş yaptım. maçlardan sonra ağladığım da oldu. takımı yenildiğinde ağlamayan, hiçbir zaman büyük futbolcu olamaz.'
türkler hep kazanmak ister
galatasaray'da, taraftarlar bana çok düşkünler. 1998'de, beşiktaş maçında bir penaltıyı kaçırınca, biri başıma pet şişe attı. fakat kızamazsınız, çünkü orada öyledir. onlar her gün kazanmak istiyorlar.
istanbul'da rahat gezemiyorum, çünkü sokağa çıkınca onlarca taraftar hücum ediyor ve beni öperek imza istiyor.
insan, 11 ay dışarılarda çalıştıktan sonra, evine dönmek için sabırsızlanıyor. benim için ebeveynlerin evi kutsaldır.
idmanlardan sonra eve dönüp çocuklarımla oynama ihtiyacı duyuyorum.
ailenin futboldan daha önemli olduğu dönemler var. çocuklarımı rahat bir şekilde yetiştirmek istiyorum.
futbola başladığımdan, yani 1975'ten bu yana 25 yıl geçti. bu yüzden, bin yılın sonunda futbolla gümüş düğünümü yaptığımı diyebilirim.
yukarıdaki biri beni seviyor
eğer 35 yaşımda hala futbol oynayabiliyorsam, orada, yukarılarda birilerinin beni çok sevdiğini söyleyebilirim.
akordeon çalmayı çok isterdim ama olmadı.
bazen, olanların gerçek olup olmadığını düşünüyorum.
world cup '94 anıları eşsizdir. kolombia'ya veya arjantin'e attığım goller, kariyerimin en önemlileri sayılır.
siyasete girmeyi kesinlikle düşünmem. ben futbolu seçtim ve futbolda kalacağım.
eğer romanya'da pislik devam ederse, hileli bir lige dönmem. sinirden ve kalpten ölmek istemiyorum. ben bunca yıl çimler üzerinde çabalayarak kendime bir isim yarattım ve bunu başkalarının gelip lekelemelerine izin veremem. domuzların yemek yediği kaplara girersen, domuzlar seni de yer, diye bir atasözü var.
hagi'yi kopyalamalıyız
16 mayıs 1999. bükreş ‘‘antena 1’’ televizyonunda bir açık oturum vardı. özel konuk ise gica hagi'ydi. herkes milli formayı tekrar giydirmeye çalışıyordu hagi'ye fakat o direniyordu. kanalın telefonları kitlenmişti. derken bir sürpriz oldu: ioji bükössi canlı yayındaydı. hagi'ye yalvarıyor ‘‘ne olur, millilerin arasındaki yerine dön,’’ diyordu. hagi zor durumda kaldı ve heyecanlandı. dışarıda tetikte bekleyen tüm taksiciler televizyonun kapısına dayandılar. gece yarısı binanın önünde korna çaldılar. ve beklenen oldu. hagi sokağa çıkarak, şöyle dedi: ‘‘macaristan maçında varım! hepinizi stada bekliyorum ve zaferi birlikte kutlayacağımızı ümit ediyorum.’’
saatler, gece 3:34 gösteriyordu. bir ay sonra, bükreş'te romanya futbol milli takımı, 63 sene boyunca macaristan'a karşı ilk zaferi alıyordu ve herkes bir konuda hemfikirdi: ‘‘hagi'yi kopyalamamız lazım!’’
aralık 1999'da romanya futbol federasyonu hagi'yi, tüm dönemlerin en iyi romen futbolcusu olarak ilan etti. köstence'de, en büyük stadının ismi ‘‘gheorghe hagi’’ olarak değiştirildi.
fakat en büyük sevinci u.e.f.a. kupası'nı kazanınca yaşadı. avrupa'nın büyük takımlarında tatmadığı zaferi galatasaray'da tatmıştı.
iki acı haber
28 eylül 1997. yıldırım gibi düşen bir haber, hagi'yi sarstı. iancu'nun, yani babasının ölüm haberini almıştı. birden tüm çocukluğunu hatırladı. ve her zaman ağzındaki lokmayı koparıp çocuklarına veren babasını: ‘‘ye oğlum, ye. büyük olmalısın! senin yediğini görünce ben de doyuyorum.’’ karpatlar'ın maradonası hüngür hüngür ağlıyordu. üç gün sonra 1.000 kişiden fazla insan iancu hagi'yi yolcu etti. 25 şubat 1999 tarihinde bir başka acı haber, annesinin ölüm haberi geldi. hagi o sıra erzurum'daydı. yakınında olanlar, haberi telefonda duyduğunda, yüzünün morardığını, çenesi kilitlendiğini söylüyorlar. hemen uçağa atlayarak köstence'ye doğru gitti hagi.
taraftar diz çöküyor
on gün sonra lig maçlarının başlamasıyla birlikte bir hagi resitali yaşanmaya başlandı türkiye'de. o artık türklerin yeni idolü olmuştu. ilk maçın sonrasında hagi gözlerine inanamadı. birkaç taraftar önünde diz çöküp ayaklarını öpüyorlardı. böyle bir şey başına ilk defa geliyordu. maç günlerinde hayal edemediği sahnelere şahit oluyordu hagi. trafik kitleniyor, kornalar çalınıyor, marşlar söyleniyordu.
---
alıntı ---