• 1
    "daha çok yol var mıdır? yoo, şu ilerdeki nehri geçmek, şu yeşil tepeleri aşmak yeterlidir. belki de varmışızdır bile. şu ağaçlar, şu kırlar, şu beyaz ev belki de bizim aradığımız şeylerdir. bir an bunun doğru olduğuna inanıp, orada durmak isteriz. sonra, kulağımıza ilerde daha iyisinin olduğu çalınır ve tasasız bir biçimde yeniden yola koyuluruz.

    insan böylelikle umut dolu, kendi yolunda gider durur; günler uzun ve sakindir, güneş yukarıda gökyüzünde parlamakta ve akşam bastığında üzülerek yok olmaya yüz tutmaktadır.

    ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasında bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını fark eder. işte o zaman bir şeylerin değişmiş olduğunun ayırtına varırız; güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir; ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan, onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını, bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu son bulacağını anlarız."

    dino buzatti / tatar çölü
  • 2
    her maçtan önce futbolculara okunsun lütfen. bizzat da fatih hoca tarafından hatta; gerçi onda da en az bunun kadar iyi monologlar vardır;

    you know, when you get old, in life, things get taken from you. i mean, that's... that's... that's a part of life. but, you only learn that when you start losin' stuff. you find out life's this game of inches, so is football. because in either game - life or football - the margin for error is so small. i mean, one half a step too late or too early and you don't quite make it. one half second too slow, too fast and you don't quite catch it. the inches we need are everywhere around us. they're in every break of the game, every minute, every second. on this team we fight for that inch. on this team we tear ourselves and everyone else around us to pieces for that inch. we claw with our fingernails for that inch. because we know when add up all those inches, that's gonna make the fucking difference between winning and losing! between living and dying! i'll tell you this, in any fight it's the guy whose willing to die whose gonna win that inch. and i know, if i'm gonna have any life anymore it's because i'm still willing to fight and die for that inch, because that's what living is, the six inches in front of your face. now i can't make you do it. you've got to look at the guy next to you, look into his eyes. now i think ya going to see a guy who will go that inch with you. your gonna see a guy who will sacrifice himself for this team, because he knows when it comes down to it your gonna do the same for him. that's a team, gentlemen, and either, we heal, now, as a team, or we will die as individuals. that's football guys, that's all it is. now, what are you gonna do?

    türkçe çevirisini bulamadım özür dilerim.

    bu arada lizardeagle sormuş; bu konuşma al pacino'nun any given sunday filminde takımına final maçı öncesi yaptığı konuşmadır.
  • 3
    “bunun nedeni, türk aydını, gene sensin! bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. bir kafası vardı, aydınlatamadın. bir vücudu vardı; besleyemedin. üstünde yaşadığı bir toprak vardı! işletemedin. onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. o, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. ne ektin ki, ne biçeceksin? bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? tabii ayaklarına batacak. işte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”

    yakup kadri karaosmanuğlu / yaban
  • 4
    "...evet. topun olduğu yer bizim için pozisyon. yetinmemizin en önemli sebebi topun olduğu yer. iki, saha kaygan olduğuna göre vurduğumuz topları, bize vurulan topları defans, orta saha iyi takip. kaygan saha çünkü. ve vurmaktan çekinmeyin, tam tersi topa vurmalarına da müsaade etmeyin mesafe tanımaksızın. zaten düşüncemiz, size aktardıklarımız, burayı geçtikten itibaren bizim sahaya hiçbir boş alan ve boş adam bırakmamak. bugün, kaç dakika oynarsanız oynayın. ama birinci dakikadan itibaren on kişi oynamamız taffarel dahil, hariç,* on kişi oynamamız çok önemli. okan, ümit, top oynatmak yok. tehlikeli bölgede suat'ın adamı belli. ve top oynayacağız. size bir daha söylüyorum, en iyi defans yapmak, defans yapma, oyunu oynamaktır. oynamaktır. ters toplarımızı unutmayın. ara toplarına koşanları, hiç düşünmeksizin suat, geri dörtlü ile beraber desteğimiz düşünmeksizin. hemen ümit. burada tek şey kaldı, sizin oynamanız. bir dünyanın seyredeceği sizin, oynamanız. başlarken çok iyi başlıyoruz, hiç riziko yok, ofsayt taktiği diye bir şey yok, kadememiz tamam. ileri gittiğimiz zaman da hep beraber topa doğru bam bam bam bam gideceğiz ve oynayacağız. oynadınız. oyun disiplinini bozmak yok. şartlar ne olursa olsun atarız, yeriz. ve de bazı arkadaşlarımıza burada bir daha söyledim. petit, petit çok konuşur. dirsek atar, konuşur, muhattap olmak yok. rapid maçı ile başladık, size hep bir şeyler söyledik, dedik ki arkadaş biz bu işin sonuna kadar gideriz, gidersiniz. allah'a şükürler olsun ki aslan gibi bir periyod çizdiniz, aslan gibi top oynadınız. bugün 17'si mi 18'i mi, 17'nci avrupa kupası maçımıza çıkıyoruz, ve bunun adı da final. yine söylüyorum, kazanacaksınız. kazanmak için uğraşacaksınız, ama netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız hep şampiyonsunuz, ve öyle kalacaksınız. allah yardımcınız olsun !..."

    fatih terim / 17 mayıs: bir şampiyonluğun hikayesi - 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçına çıkmadan önce
  • 5
    "okula gittiği yıl da öğrenciyle öğlenciyi karıştırdı. öğretmenini sevmedi. koşmaca oynamadı ve yutturmaca oyunlarını genellikle kaybetti. bünyesinin zayıf olduğu ileri sürülerek, ortaokulu bitirinceye kadar annesi tarafından yün fanila giydirildi ve muska takıldı. karıncaları ezmenin günah olduğu söylendiğinden karıncayı incitmemeye çalıştı. boyu uzun olduğu için sınıfın arka sıralarına oturtuldu: gevezeliğe alıştı ve çok konuştu. öğretmeni ona “çenesi düşük” dedi. çok manzume ezberledi. bayrak törenlerini sevdi. takımlardan galatasaray’ı tuttu. tuttuğu takımın ilk maçını on bir yaşında görebildi. macun, halka ve leblebi şekerini sevdi; elma şekerinden hoşlanmadı. babasının tabancasının çalındığı gün rahatladı. tabancadan çok korkuyordu. çok kurşun asker kırdı. babasının daireden getirdiği resmî başlıklı kâğıtlara tahrir vazifesi yaptığı için hocası tarafından azarlandı. çocuk dergileri ve çocuk saati -radyoda- dışında bir eğlencesi yoktu. model uçak yaparken kalın ve ince eğeleri iyi kullanarak pervaneyi düzgün bir şekilde bitirdiği halde, gövdeyi tutturamadı. yapılan yarışmada derece alamadı. aynı çağlarda, erik, kayısı, çağla ve bademi birbirine karıştırıyordu. oturdukları apartmanın arka bahçesindeki bir ağacın bu meyvelerden hangisini verdiğini bilmiyordu. yıllar sonra, aynı apartmanı ziyaret ederek bu hususu öğrenmek istediği zaman, bahçeye dükkânlar yapılmış olduğunu ve dolayısıyla, adını bilmediği ağacın yerinde bulunmadığını üzülerek gördü." (selim işık)

    tutunamayanlar / oğuz atay
App Store'dan indirin Google Play'den alın