1
galatasaray gibi büyük bir camianın eften püften sebeplerle başarısız olduğuna, ancak liglerin ve kupaların final yolunda kenetlenebildiğine şaşıran tüm galatasaraylıların bilip de tanımlayamadığı sorunumuzun adıdır.
galatasaraylılık ruhu, kenetlenmesi her ne dersek diyelim bu ancak finallerde ortaya çıkıyor ki camia olarak hemen her branşta %80'nin üzerinde final kazanma kabiliyeti olan başka bir spor kulübü yok dünyada. neden? cevap galatasaray'ın finalleri çok sevmesi mi? yahut başka bir metafizik açıklama mı?
bu sorunun rasyonel cevabı başlıkta da belirtildiği gibi varoluşsal bir sıkıntıda gizli. galatasaray'ın kurucusu derviş gül baba bugünkü lisenin olduğu yerdeki sarı kırmızı güllerin içinde yer alan gülzarda namaz kılarken tevafuk eseri enderun-u hümayunu kurma iznini imparatordan kopardığında aslına aklında ne bir eğitim kurumu açmak ne de bir spor kulübü kurmak gibi anakronik fikirler vardı. galatasaray'ın ilk kurucusu bir derviş ve mücahit olup istanbul'un fethinden budapeşte'nin fethine kadar uzanan bir serüvende gaza etmiş, merzifondan kalkıp gelen bir mutasavvuftu. dolayısıyla aslında kurduğu bir kültür kurumuydu ve kendi kişiliğinden izler taşımaktaydı zira her eser sahibini yansıtır.
bizler galatasaray'ı bir eğitim kurumu yahut spor kulübü olarak görerek hata yapmaktayız çünkü lise diye bildiğimiz "lycee de galatasaray" olan eğitim kurumunun kuruluş yılı 1868, ngo-sivil toplum örgütü olarak bildiğimiz galatasaray topluluğunun kuruluş yılı 1988, spor kulübü olarak bildiğimiz galatasarayımızın kuruluş senesi 1905'tir. yani 1481'de gül baba'nın kurduğu yani gerçek galatasaray olarak bildiğimiz kurum bir kültür kurumudur. ve temel özellikleri spor takımlarımızın oyunlarına ve uluslararası müsabakalara yansıdığı gibi batıya dönük batının icat etmiş olduğu spor dallarında onlarla avrupa kupalarında mücadele edip onları yenmek bunu yaparken de rakibin üstüne üstüne gidip (mobil pres), yılmadan yıkılmadan tekrar tekrar deneyerek (son dakikaya kadar müsabakaları kovalamak), mahalli meseleleri önemsemeden daima batıya at sürmek (sürekli avrupa kupalarında yer almak) ve bunu yaparken de tıpkı gaza eder gibi yanındaki gazi arkadaşınla kardeş olmak ona sırtını dayamak (spor takımlarında işler iyi giderken değil kötü giderken de aile gibi dayanışmak) gibi kültürel kodlar şu an dünyanın tanıdığı galatasaray spor kulübüne yansımıştır.
galatasaray'ın ontolojik sorunu da tam burada ortaya çıkmakta. galatasaray ne 30 yıllık bir sivil toplum örgütüdür balo düzenleyen, ne 150 yıllık bir eğitim kurumudur mezun veren, ne de 113 yıllık bir spor kulübüdür kilo verdiren... galatasaray mücadelenin had safhada yaşandığı nihai hedefi verdiği her mücadeleden galip çıkmak olan bir kültür kurumudur. bu kültür kurumunun günümüz modern dünyasında değerlerini en çok yaşatabileceği mecra; her türlü olimpik spor branşında yer alan galatasaray takımlarının yarıştıkları tüm uluslararası turnuvaların kupa şampiyonu olmaktır. bunu yaparken de son ana kadar pes etmeyen daima pres yapan hedefi hep avrupa olan kimyaya sahip takımlar yahut bireysel branşlar için sporcular çıkarmaktır sahaya.
galatasaray'ın ontolojik sorununun temelindeki sırra gelecek olursak aslında son derece zahiri olmasına rağmen ustalıkla gizlenen bir mevhumdur. o da şudur; her galatasaraylı galatasaray üyesi olamaz ama her galatasaray mezunu galatasaray üyesi olur. işte asıl mesele burada saklı o da şu; her galatasaraylı zaten kendi istediği için galatasaraylı olmuştur ama her galatasaray mezunu da galatasaraylı mıdır?
denilebilir ki her galatasaray mezunu hukuki olarak galatasaraylıdır ancak istemezse üye olmaz. evet bu doğrudur ama sadece fanatik fenerliler ve istisnai birkaç beşiktaşlı için geçerlidir bu söylem. aksine inanmak herkesin mehmet demirkol kadar namuslu olduğununun kabulünü gerektirir ki bu saflık değil ahmaklıktır. peki adam fanatik olmasa da galatasaray'ı tutmuyorsa niye kongre üyesi olsun ki? öyle değil mi toplantılara katılmak, aidat ödemek v.s. ama işte kazın ayağı öyle olmuyor ve o kaz tavuk gelecek yerden de hiç ama hiç esirgenmiyor.
galatasaray holding mi ki 1700 tane maaşlı-sigortalı çalışanı var (ekseriyeti de 13.331,40 tl üzerinden ödeniyor silikon vadisi çünkü...)? televizyon kanalı, çalışmayan radyosu, 10 trilyon zarar eden 200'e yakın mağazası, makam otoları, gayrimenkul yatırım ortaklığı, iletişim aş'si, içinden bir tane a takım oyuncusu çıkaramayan yüzlerce kurs okulu var. niye fabrika mı işletiliyor ki sosyal dengeyi kurmak galatasaray'a kaldı. hiç bir şey olmasa galatasaray adasına, kalamış tesislerine bedava girmek bile yeter ya...
galatasaray iş ve işçi bulma kurumu değildir; intiharın eşiğindeki liseden devre arkadaşlara oyuncak olarak galatasarayı verip rehabilite etme merkezi de değildir; dırdır yapan eşlerin kendini tatmin edeceği salonlar, cafeler hiç değildir...
hepsi bir kenara sırf galatasaray'a zarar vermek ve esasında gerçekten kendi tuttukları takımın önünü açmak için galatasaray'daki yönetim kadrolarının içine sızan galatasaray mezunlarının hainliği bir değil iki değil neredeyse alp yalman başkanın döneminden beri bütün yönetim kurullarında kendine yer bulabilmiş.
galatasaray bu ontolojik sorunu çözemezse tabii ki galatasaray üniversitesi rektörü, lisedeki tevfik fikret salonu idareten kendine bağlı olduğundan ve gerçekten galatasaraylı olan ve ne gariptir ki söz konusu "arkadaşın" selefi de olan duygun yarsuvat başkanımıza tevfik fikret salonunu kullandırmayıp galatasaray'ın toplantılarını arenanın bodrumunda yahut otel köşelerinde toplanmasına zorlayabilir.
1) galatasaray rektörünün galatasaraylı olması en ezından etik gereği değil midir?
2) rektör efendi senin kampüsün iki parça ya ha işte sahilden iç kısma geçerken kullandığın bir yer altı geçiti var ya ha işte o sana... neyse bahsettiğim tünel sahil yolunun altından geçen ve büyük başkan selahattin beyazıt'ın yaptırdığı tüneldir ve tamamen galatasaraylıların çabasıyla açılmış bir üniversitede, türkiyenin en güzel yerinde cennet hayatı sürmeni sağlayan bu kulübün üstelik meslektaşın ve selefin duygun başkanın isteğini kırmayıp ona salonu açacaktın çünkü bak yazıyorum tevfik fikret salonu babanın malı değil lisenin bu bir, tevfik fikret sadece liselilerin değil tüm galatasaraylıların ortak değeridir bu da iki...
bu yukarıdaki tek bir örnek. bunun gibi yüzlerce örnek lisede, galatasaray spor kulübü yönetiminde hatta gsbasket denen forumda bile var. şu bana direkt açık açık söylenmiştir; can topsakal'ın fenerli olmasında bir sorun yok sonuçta galatasaray'da görev yapıyor ve biz forum olarak galatasaraylı olduğunu bildiğimiz murat özyer gibiler yerine erman kunter gibi beşiktaşlıları tercih ederiz zaten moderatörlerimiz arasında galatasaraylı olmayanlar da var...
renkdaşlar hadi lise mezuniyeti neyse de forumlara kadar galatasaray isminin gölgesi altına sağınmış galatasaray'dan maddi manevi nemalanan çürük, paçoz ve kokuşmuş adeta bize musallat olmuş hamamböcekleri var. biz ise bu ontolojik sorunu görmezden gelip liseli-alaylı-üniversiteli-sporcu galatasaraylı kavgası yapıyoruz.
bakın selahattin beyazıt liselidir ama gerçekten galatassaraylı olduğu için eli öpülesidir... faruk süren galatasaray mezunu değil alaylıdır ama gerçekten galatasaraylı olduğu için yad edilendir...duygun yarsuvat galatasaray üniversite rektörüdür ama gerçekten galatasaraylı olduğu için baş tacıdır... ali uras yenilmez aramadanın basketçisidir, sporcusudur ve gerçekten galatasaraylı olduğu için efsanedir.
galatasaray'ın ontolojik sorunundan faydalanan böcekler bir kenarda bizim alaylı-mektepli / liseli-üniversiteli / sporcu-dernekli gibi suni ayrımlarla kavga etmemizi keyifle izlerken bir yandan atm'den bizlerin paralarını çekmekle meşgul. beşiktaşlı ve fenerliler kalamışta içkilerini içerken bizle ahmet cömertte, aslantepe de maç kovalamaktayız.
galatasaray'ın bu ontolojik sorunu bana hep islamiyetin ilk dönemindeki irtidat olaylarını anımsatır. bu örnekle işbu entry'i tamamlıyorum. hazreti muhammed (s.a.v) vefat edince kendi akrabaları ve yakın dostları olan sahabelerin (isim verip ortamı gerip bu başlığın amacından uzaklaşmasını istemiyorum ama merak edenler mürtet, sahte peygamber, imam filan diye ansiklopedilere baksınlar yahut o çok övülen sahabelerin akıbetlerine taberi tarihinden filan da bakabilirler) yarıya yakını islamiyetten döner yahut cebraili gördüğünü söyleyip peygamberlik ilan eder hepsi hepi topu 2-3 ay içinde olur. neyse kılıç zoruyla bastırılan ve ridda savaşları olarak geçen bu muharebeler silsilesi sonrasında ortalık yatışır bu seferde sözüm ona hilafet mücadelesi başlar sadece birkaç sene sonra orada da yüz binlerce müslüman birbirini öldürür. gerçek müslümanlardan abdurrahman bin avf'ın şöyle bir sözü nakledilir; islamiyetin temel sorunu her müslümanım diyeni müslüman kabul etmektir, nereden belli senin müslüman olduğun, namaz kılmandan mı müslümanım demenden mi?
hakkaten de bu örnek galatasarayın onotolojik sorununa çok iyi uyuyor... öyle ki nereden belli senin gerçek galatasaraylı olduğun? diplomandan mı eşin dostundan mı? ne belli truva atı olmadığın at kafası...
galatasaraylılık ruhu, kenetlenmesi her ne dersek diyelim bu ancak finallerde ortaya çıkıyor ki camia olarak hemen her branşta %80'nin üzerinde final kazanma kabiliyeti olan başka bir spor kulübü yok dünyada. neden? cevap galatasaray'ın finalleri çok sevmesi mi? yahut başka bir metafizik açıklama mı?
bu sorunun rasyonel cevabı başlıkta da belirtildiği gibi varoluşsal bir sıkıntıda gizli. galatasaray'ın kurucusu derviş gül baba bugünkü lisenin olduğu yerdeki sarı kırmızı güllerin içinde yer alan gülzarda namaz kılarken tevafuk eseri enderun-u hümayunu kurma iznini imparatordan kopardığında aslına aklında ne bir eğitim kurumu açmak ne de bir spor kulübü kurmak gibi anakronik fikirler vardı. galatasaray'ın ilk kurucusu bir derviş ve mücahit olup istanbul'un fethinden budapeşte'nin fethine kadar uzanan bir serüvende gaza etmiş, merzifondan kalkıp gelen bir mutasavvuftu. dolayısıyla aslında kurduğu bir kültür kurumuydu ve kendi kişiliğinden izler taşımaktaydı zira her eser sahibini yansıtır.
bizler galatasaray'ı bir eğitim kurumu yahut spor kulübü olarak görerek hata yapmaktayız çünkü lise diye bildiğimiz "lycee de galatasaray" olan eğitim kurumunun kuruluş yılı 1868, ngo-sivil toplum örgütü olarak bildiğimiz galatasaray topluluğunun kuruluş yılı 1988, spor kulübü olarak bildiğimiz galatasarayımızın kuruluş senesi 1905'tir. yani 1481'de gül baba'nın kurduğu yani gerçek galatasaray olarak bildiğimiz kurum bir kültür kurumudur. ve temel özellikleri spor takımlarımızın oyunlarına ve uluslararası müsabakalara yansıdığı gibi batıya dönük batının icat etmiş olduğu spor dallarında onlarla avrupa kupalarında mücadele edip onları yenmek bunu yaparken de rakibin üstüne üstüne gidip (mobil pres), yılmadan yıkılmadan tekrar tekrar deneyerek (son dakikaya kadar müsabakaları kovalamak), mahalli meseleleri önemsemeden daima batıya at sürmek (sürekli avrupa kupalarında yer almak) ve bunu yaparken de tıpkı gaza eder gibi yanındaki gazi arkadaşınla kardeş olmak ona sırtını dayamak (spor takımlarında işler iyi giderken değil kötü giderken de aile gibi dayanışmak) gibi kültürel kodlar şu an dünyanın tanıdığı galatasaray spor kulübüne yansımıştır.
galatasaray'ın ontolojik sorunu da tam burada ortaya çıkmakta. galatasaray ne 30 yıllık bir sivil toplum örgütüdür balo düzenleyen, ne 150 yıllık bir eğitim kurumudur mezun veren, ne de 113 yıllık bir spor kulübüdür kilo verdiren... galatasaray mücadelenin had safhada yaşandığı nihai hedefi verdiği her mücadeleden galip çıkmak olan bir kültür kurumudur. bu kültür kurumunun günümüz modern dünyasında değerlerini en çok yaşatabileceği mecra; her türlü olimpik spor branşında yer alan galatasaray takımlarının yarıştıkları tüm uluslararası turnuvaların kupa şampiyonu olmaktır. bunu yaparken de son ana kadar pes etmeyen daima pres yapan hedefi hep avrupa olan kimyaya sahip takımlar yahut bireysel branşlar için sporcular çıkarmaktır sahaya.
galatasaray'ın ontolojik sorununun temelindeki sırra gelecek olursak aslında son derece zahiri olmasına rağmen ustalıkla gizlenen bir mevhumdur. o da şudur; her galatasaraylı galatasaray üyesi olamaz ama her galatasaray mezunu galatasaray üyesi olur. işte asıl mesele burada saklı o da şu; her galatasaraylı zaten kendi istediği için galatasaraylı olmuştur ama her galatasaray mezunu da galatasaraylı mıdır?
denilebilir ki her galatasaray mezunu hukuki olarak galatasaraylıdır ancak istemezse üye olmaz. evet bu doğrudur ama sadece fanatik fenerliler ve istisnai birkaç beşiktaşlı için geçerlidir bu söylem. aksine inanmak herkesin mehmet demirkol kadar namuslu olduğununun kabulünü gerektirir ki bu saflık değil ahmaklıktır. peki adam fanatik olmasa da galatasaray'ı tutmuyorsa niye kongre üyesi olsun ki? öyle değil mi toplantılara katılmak, aidat ödemek v.s. ama işte kazın ayağı öyle olmuyor ve o kaz tavuk gelecek yerden de hiç ama hiç esirgenmiyor.
galatasaray holding mi ki 1700 tane maaşlı-sigortalı çalışanı var (ekseriyeti de 13.331,40 tl üzerinden ödeniyor silikon vadisi çünkü...)? televizyon kanalı, çalışmayan radyosu, 10 trilyon zarar eden 200'e yakın mağazası, makam otoları, gayrimenkul yatırım ortaklığı, iletişim aş'si, içinden bir tane a takım oyuncusu çıkaramayan yüzlerce kurs okulu var. niye fabrika mı işletiliyor ki sosyal dengeyi kurmak galatasaray'a kaldı. hiç bir şey olmasa galatasaray adasına, kalamış tesislerine bedava girmek bile yeter ya...
galatasaray iş ve işçi bulma kurumu değildir; intiharın eşiğindeki liseden devre arkadaşlara oyuncak olarak galatasarayı verip rehabilite etme merkezi de değildir; dırdır yapan eşlerin kendini tatmin edeceği salonlar, cafeler hiç değildir...
hepsi bir kenara sırf galatasaray'a zarar vermek ve esasında gerçekten kendi tuttukları takımın önünü açmak için galatasaray'daki yönetim kadrolarının içine sızan galatasaray mezunlarının hainliği bir değil iki değil neredeyse alp yalman başkanın döneminden beri bütün yönetim kurullarında kendine yer bulabilmiş.
galatasaray bu ontolojik sorunu çözemezse tabii ki galatasaray üniversitesi rektörü, lisedeki tevfik fikret salonu idareten kendine bağlı olduğundan ve gerçekten galatasaraylı olan ve ne gariptir ki söz konusu "arkadaşın" selefi de olan duygun yarsuvat başkanımıza tevfik fikret salonunu kullandırmayıp galatasaray'ın toplantılarını arenanın bodrumunda yahut otel köşelerinde toplanmasına zorlayabilir.
1) galatasaray rektörünün galatasaraylı olması en ezından etik gereği değil midir?
2) rektör efendi senin kampüsün iki parça ya ha işte sahilden iç kısma geçerken kullandığın bir yer altı geçiti var ya ha işte o sana... neyse bahsettiğim tünel sahil yolunun altından geçen ve büyük başkan selahattin beyazıt'ın yaptırdığı tüneldir ve tamamen galatasaraylıların çabasıyla açılmış bir üniversitede, türkiyenin en güzel yerinde cennet hayatı sürmeni sağlayan bu kulübün üstelik meslektaşın ve selefin duygun başkanın isteğini kırmayıp ona salonu açacaktın çünkü bak yazıyorum tevfik fikret salonu babanın malı değil lisenin bu bir, tevfik fikret sadece liselilerin değil tüm galatasaraylıların ortak değeridir bu da iki...
bu yukarıdaki tek bir örnek. bunun gibi yüzlerce örnek lisede, galatasaray spor kulübü yönetiminde hatta gsbasket denen forumda bile var. şu bana direkt açık açık söylenmiştir; can topsakal'ın fenerli olmasında bir sorun yok sonuçta galatasaray'da görev yapıyor ve biz forum olarak galatasaraylı olduğunu bildiğimiz murat özyer gibiler yerine erman kunter gibi beşiktaşlıları tercih ederiz zaten moderatörlerimiz arasında galatasaraylı olmayanlar da var...
renkdaşlar hadi lise mezuniyeti neyse de forumlara kadar galatasaray isminin gölgesi altına sağınmış galatasaray'dan maddi manevi nemalanan çürük, paçoz ve kokuşmuş adeta bize musallat olmuş hamamböcekleri var. biz ise bu ontolojik sorunu görmezden gelip liseli-alaylı-üniversiteli-sporcu galatasaraylı kavgası yapıyoruz.
bakın selahattin beyazıt liselidir ama gerçekten galatassaraylı olduğu için eli öpülesidir... faruk süren galatasaray mezunu değil alaylıdır ama gerçekten galatasaraylı olduğu için yad edilendir...duygun yarsuvat galatasaray üniversite rektörüdür ama gerçekten galatasaraylı olduğu için baş tacıdır... ali uras yenilmez aramadanın basketçisidir, sporcusudur ve gerçekten galatasaraylı olduğu için efsanedir.
galatasaray'ın ontolojik sorunundan faydalanan böcekler bir kenarda bizim alaylı-mektepli / liseli-üniversiteli / sporcu-dernekli gibi suni ayrımlarla kavga etmemizi keyifle izlerken bir yandan atm'den bizlerin paralarını çekmekle meşgul. beşiktaşlı ve fenerliler kalamışta içkilerini içerken bizle ahmet cömertte, aslantepe de maç kovalamaktayız.
galatasaray'ın bu ontolojik sorunu bana hep islamiyetin ilk dönemindeki irtidat olaylarını anımsatır. bu örnekle işbu entry'i tamamlıyorum. hazreti muhammed (s.a.v) vefat edince kendi akrabaları ve yakın dostları olan sahabelerin (isim verip ortamı gerip bu başlığın amacından uzaklaşmasını istemiyorum ama merak edenler mürtet, sahte peygamber, imam filan diye ansiklopedilere baksınlar yahut o çok övülen sahabelerin akıbetlerine taberi tarihinden filan da bakabilirler) yarıya yakını islamiyetten döner yahut cebraili gördüğünü söyleyip peygamberlik ilan eder hepsi hepi topu 2-3 ay içinde olur. neyse kılıç zoruyla bastırılan ve ridda savaşları olarak geçen bu muharebeler silsilesi sonrasında ortalık yatışır bu seferde sözüm ona hilafet mücadelesi başlar sadece birkaç sene sonra orada da yüz binlerce müslüman birbirini öldürür. gerçek müslümanlardan abdurrahman bin avf'ın şöyle bir sözü nakledilir; islamiyetin temel sorunu her müslümanım diyeni müslüman kabul etmektir, nereden belli senin müslüman olduğun, namaz kılmandan mı müslümanım demenden mi?
hakkaten de bu örnek galatasarayın onotolojik sorununa çok iyi uyuyor... öyle ki nereden belli senin gerçek galatasaraylı olduğun? diplomandan mı eşin dostundan mı? ne belli truva atı olmadığın at kafası...