tribünsel performans anlamında uzun yıllardır hep geriye doğru giden tribünler.
tarihsel anlamda doğum sancıları yetmişli yıllarda yavaş yavaş sayısal çoğalmayla birlikte inönü stadı'nın açık tribününe denk gelir. seksenlerde istanbul'daki üç büyük takımın taraftarları arasındaki çatışma ortamında inönü stadı'nın kapalı tribününe taşınmış, 1986-87 sezonunda
ali sami yen stadı'nın sürekli olarak açılmasıyla
kapalı üst'e geçmiştir.
bu süreç içerisinde hep ileriye doğru giden tribünsel performanstan bahsetmek mümkün(dü).
taa ki 2008'li 2009'lu yıllara kadar...
35-40 yıllık bu akış içerisinde, belki galatasaray'ın hep yukarıya doğru gidişinin de etkisiyle, galatasaray taraftarındaki artışa ek olarak hem nicelik hem de nitelik olarak artmıştır galatasaray "tribünü". "cenk dönemi"nde peygamber hüseyin'in sahneye çıkışına kadar belki fenerbahçe ve beşiktaş ile dişe diş mücadele edilememiştir. ama seksenli yıllarda tribünlerde söylenmeye başlayıp bugün halen kullanılan "anonim" tezahüratların çoğunu çıkartan, boydan boya flamaları ve pankartları ilk olarak tribüne asan, meşaleyi ilk defa türk tribünlerinde yakan, italyan ultralar tarzında toplu halde sopalı pankart işine ilk girişen, organize koreografileri ilk olarak türkiye'de yapan hep galatasaray tribünleri olmuştur.
yine bu sürecin tamamında ya da önemli bir kısmında var olup "çekirdek" kitleyi oluşturan bir azınlığın yanında bu işleri bir sebepten bırakanların yerine gelenlerin her daim farklı bir zenginlikle ve katkıyla geldiğini görmek mümkün. zaten tribünsel anlamda hep daha ileri gitmeyi sağlayan önemli faktörlerden biri de bu zengin ve çoğulcu katkılar demek yanlış olmaz.
sulu derbi olarak tarihe geçen
19 mayıs 2007 galatasaray fenerbahçe maçı, galatasaray tribünleri adına en önemli kırılma noktalarından biri ve belki de en sonuncusudur. o gün yaşanan olaylarda cezalar alan ya da bu işlerden el ayak çekmek durumunda kalan önemli bir kitle olmuştur ki bunların içinde "çekirdek" kadrolardan da epey bir insan vardı. internetin yavaş yavaş yaygınlaşmasıyla şimdikine kıyasla ilkel olsa da takip işlerinin artması, iç saha-deplasman-amatör branş ayırt etmeksizin tribün kapılarında gbt aramaları gibi uygulamalar derken sulu derbi sonrası süreç "tribün" insanları açısından epey sancılı geçmiştir.
bu 35-40 yılda tribünü canlı ve dinamik tutarak devamlı ileriye götüren bayrak değişimlerinin sonuncusu da bu dönemlerde yaşanmıştır.
kapalı üst geleneğini devam ettirebilecek nitelikte ve inatçılıkta olan insanların işin içine dahil olabildiği son zamanlardı işte.
önce kulübün de ittirmesiyle tüm tribün grupları ali sami yen'deki son 1.5 sezonu eski açık'ta bir arada geçirdi. hem
kapalı üstün kendine has tipolojisiyle oynandı, hem de o dönem neredeyse kapalı ile yarışırken tezahürat anlamında çılgın işlere imza atan eski açık ortadan kaldırılmış oldu.
oradan seyrantepe'ye geçildi. 2.5 katı büyük kapasiteli bir stada geçilse de yerleşim planı olarak bu işlere çok kafa yorulamadı. hem stadın yolunu öğrenme çabaları, hem de 1.5 sezonluk satılan kombineler sebebiyle tamamen karma bir yerleşim planıyla 2 yıl da öyle kaybedildi. ilk kombine yenileme dönemi geçildikten eski
kapalı üst insanları doğu tribünde belli başlı yerlerde toparlanabildi, tayfanın konumu net olarak belirlenmiş oldu, güney ve batı tribünde de arkadaş grupları oluşmaya başladı.
tam biraz toparlanabilmişken gezi parkı olayları ve akabinde passolig'e kadar giden süreç yaşandı. galatasaray özelinde konuşursak zaten stad açılışındaki protestolarda fitili ateşlenmiş olan gerilimler daha da büyüdü. ondan da 2 sene sonra yaşanan 15 temmuz 2016 darbe girişimi sonrası artık bazı şeyler geri dönülmez derecede tahrip olmuş oldu.
bugün türkiye'de "tribüncülük" yapmaya çalışan tüm grupların üzerinde idare tarafından çok ciddi bir otokontrol var. bizim tribünlerin son iyi zamanları dediğimiz yıllarda hayal bile edilemeyecek seviyede hem de. kulüp yönetimleri de, göze batmamak adına, bu şekliyle olaylara müdahil olmak durumundadır. bugün ultraslan harici taraftarın dönem dönem dert yandığı şeylerin arkasındaki temel sebep de budur.
bugün deplasman tribününe bilet bulamama sorunu, kitlesel taraftarı olan her kulüp taraftarının ortak sorunudur aslında. ya da tribün gruplarının bazı konulara kayıtsız şartsız destek vermesinin sebebi de budur. arada sırada ortaya atılan "yeni tribün grubu" fikrinin altı biraz da bu yüzden dolayı boştur...
tüm bu ahval ve şerait içerisinde tribüne tribünsel anlamda bizler gibi iyi eğitimli hatta seküler denebilecek insanları tatmin edecek bir katkı verebilecek, o eski güzel günlerdeki dinamizmi sağlayabilecek insanların sistemin içine dahil olması çok ama çok zordur.
ultraslan 20 yılı aşkın süredir çoğalmaya, elden ele bir şekilde geleneği sürdürmeye çalışmaktadır. ortada göz ardı edilemez bir fedakarlık ve devamlılık her zaman vardır. ancak bunu sağlarken bir üstteki paragrafta bahsedilen kısmı, belki de doğal olarak, es geçilmektedir...
işin biraz da teknik boyutuna gelirsek aslında tribünsel performansı olumsuz etkileyen 3 faktör vardır. bunlardan biri tüm tezahüratların gereksiz şekilde hızlı söylenmesi, ikincisi tribünü yönlendirme işinin amigolardan ziyade "abi"ler tarafından yapılması, üçüncüsü de bu otokontrol mekanizmasının en tepeden en aşağıya kadar hakim olmasıdır.
türk telekom arena, ali sami yen stadı'na göre çok daha geniş bir alan olmakla beraber dört köşe olması ve çatısı sebebiyle çok fazla da "eko" da yapan bir yapı. eski ali sami yen'de kapalı'nın çatısının altındaki 200-300 kişi bağırdığı zaman çıkan ses stadın her tarafından net bir şekilde duyulabilirdi. bugün kale arkasında 3-4 bloğun bir arada söylediği bir tezahürat bile doğu ya da batının belli bölümlerinden güç bela duyulabiliyor. bu yetmezmiş gibi bir de tezahüratlar çok hızlı söyleniyor, tezahüratı başlatan grup yüksek sesle söylemeye çalışırken bunu hızlı söyleyebiliyor. zaten boğuk olan ses iyice anlaşılmaz oluyor, stadın uzak yerindeki insanlar sesi tam duyamıyor, duyduğu anda katılamıyor, el-kol hareketlerinden çözmeye çalışıyor. güç bela anlayabilenler katıldığı anda da tezahüratı başlatanlar yorulduğu için tezahürat duruyor...
mesela ahmet cömert günlerinden bir video. 2-3 bin kişinin katılımına ve kayıt teknolojisinin eski olmasına rağmen çıkan desibele ve tek sesliğine müthiş bir örnek:
https://www.youtube.com/watch?v=LC5oE9Id36I yıllar sonrasından, yanılmıyorsam bir sami yen sokak videosu. katılım çok daha az olmasına rağmen 4-5 yerden farklı bir ses çıkıyor. bunu nef arena'nın kale arkası alt tribününe koyup diğer bir tribünden dinlemeye çalışınca olay çok daha vahimleşiyor.
https://youtu.be/m5CE7Z-2zVo ikincisi bugün tezahüratları yönetme işinin "abi"lere kalmış olması. bunun da hiyerarşik düzen içerisinde, sadece devamlılık ve "sağlamlık" gibi iki konudan bağımsız kıstasla belirlenmesi. tezahürattan hoşlanmayan hatta bazı tezahüratları bilmeyen abilere bile bu iş kalabiliyor. onlar da genelde sırf bu iş devam etsin diye tribünü yönlendirmeye çalışıyor. bu zaman da ortaya saha içinden kopuk, gündemden bağımsız bir uğultu çıkıyor. ne kadar güçlü bir figür olursan ol, nerede ne bağırtılacağını bilmezsen kemik tayfa dışında kalan insanları bağırtma şansın yoktur. bu galatasaray tribün tarihinde amigoluk yapmış pek çok ismin de farklı mülakatlarda defalarca söylediği bir konudur. bugün galatasaray tribünlerinin performans olarak geriye gitmesinde yaşanan gerilimler harici bu detayın da etkisi çok fazladır.
üçüncüsü de otokontrol mevzusu elbette. galatasaray sözlük olarak biz bile yaptırdığımız bir pankartı asabiliyorduk mesela sözlüğün ilk yıllarında. yine bir kontrolden geçiyordu, yine bir yerine görüldü mührü vuruluyordu ama asabilme ihtimalin vardı. artık o ihtimal yok. üstelik bu durum her ne kadar ultraslan tarafından dikte ediliyor gibi görülse de aslında temel olarak daha yukarıdan her an baskı gelme ihtimalinden dolayı oluşuyor. aynı durum tezahüratlar için de geçerli.
sana göre tesadüftü bize göre söke söke tezahüratını çıkartan insan mesela çok sıradan bir
kapalı üst insanıydı. yanındaki arkadaşlarına söylüyor, sonra tribünün biraz durgunlaştığı bir yerde söylemeye başlıyorlar ve tezahürat yayılıyor. taraftar albümüne kadar giden bu tezahürat böylesine doğaçlama ve katılımcı bir şekilde yayılıyor.
günümüzde böyle bir olayın yaşanma ihtimali de yok malesef.
her yer taksim her yer direniş tezahüratı sonrası kimseler bilmese duymasa da bir yerlerden verilmiş bir vur emri var zaten. basitçe otokontrol diyebileceğim bu mekanizma işte, her konu gibi, ezbere olarak bu noktada da çalıştırılıyor. başka bir blokta rerere rarara bile patlasa bugün olayın çok başka yerlere gitme ihtimali var. "tribün" dışında kalan taraftarı eskiden cezbeden ve katılımı arttıran arada sırada istediği şeyi söyleyebilme imkanıydı. o tepkisellik, o dinamizm, sahada olan olaya göre ya da başka bir konuya göre ağzını açma imkanı ortadan kalktıkça "tribün" dışındaki taraftarın soğuması kadar doğal bir olay da yok malesef...
"peki neden hep arabesk?" sorusu var bir de. dünyanın en güzel bestesini de yapsan, abinin kulağına hoş gitmezse o tezahüratın söylenme ihtimali yok. bir şey üreteyim desen, abilerin hoşuna da gitse kaza bela içindeki bir kelimeden bir anlam çıkarılırsa yine al başına belayı. türk müziğinde hatta sanatında yaşanan vasatlık neyse ve niyeyse tribündeki karşılığı da bu oluyor. radyoda duyduğu bir şarkıyı alıp söylüyorlar, dizesini prozodisini uydurabiliyorlarsa, abileri de okey veriyorsa söylüyor işte çocuklar...
ondan sonra vay efendim bizim stadda neden gelen geçen şov yapıyor...