1603
severance 2. sezonu 10 gün sonra, 17 ocak 2025'te başlıyor. bölümler tv usulü haftada 1 yayınlanacak ve sezon 21 mart'ta bitecek.
yeni sezon yaklaşınca ilk sezonu oturup tekrar izledim. üç sene geçti allahsızlar, her şeyi unutmuşum. tekrar izleyince iyice ikna oldum ki süper dizi. ımdb puanini sonuna kadar hak ediyor. spoiler vermemek için üstü kapalı yazacağım, umarım başarırım.
öncelikle adam scott bence dünyanın en itici oyuncularından biridir, ben stiller'ın yönetmenliğine ve yapımcılığına inanmam (babasının tek bir tonlaması bile etmeyecek oyunculuğuna hiç değinmiyorum bile.) ama bu dizide ikisine de ba-yıl-dım. scott müthiş doğal oynamış, ben stiller yapımcı ve yönetmen olarak harikalar yaratmış.
dizi aslında çok açık bir şekilde westworld izleri taşıyor. çıkış noktası çok farklı olsa da jeneriğinden müziklerine, şirket tasvirinden gizemine, loop kavramından çekim tekniklerine kadar her anında westworld 1. sezon izleri bulmak mümkün. tabii westworld 1. sezonunun başarısında anthony hopkins faktörü çok önemliydi. severance da bu boşluğu uğursuz tekinsiz yapımların vazgeçilmez kenafir gözlüsü patricia arquette, the night of'u izlediğimden beri her gördüğümde ayaklarımı kaşındıran john turturro ve click'ten beri tırstığım christopher walken'la doldurmaya çalışmış ama anthony hopkins babadan dünyada bir tane var. hepsini toplasan onun karizmasına erişilmiyor. zaten walken gibi karizmatik bir oyuncunun hopkins gibi felsefi cümleler sarf etmek yerine gereksiz bir "açmayın dedeler" hikayesine kurban edilmiş olması da projeye katabileceği karizmayı epey götürmüş. böyle bir ikiliye ikinci tur işleyişimde bile kendimi hazırlayamadım. allah'tan daha ileri gitmiyorlar. *
peki westworld çeşitlemesi olması diziyi kötü mü yapıyor? hayır, asla. aksine, bence dizi dünyasında tüm zamanların en boşa harcanmış potansiyeli olan westworld felsefesini hatırlamak harika bir deneyim. üstelik severance, westworld'e göre çok büyük bir avantaja sahip. ww, başlangıçta gerçeğin doğasını sorgulayan felsefi bir yapımken zamanla robotlarla empati kurmamızı ister hale gelmiş ve bomboş bir aksiyon dizisine dönüşmüştü. "bir format atsak düzelir mi, fişten mi çeksek acaba" kafasıyla yaklaştığımız robotlar bir de bizi öldürmeye niyetlenmişti ve haliyle onların tarafını pek tutamamıştık. (neden acaba?) onca aksiyon da boşa gitmişti.
severance ise mağduriyeti kanlı canlı insan üzerinden, hem de her gün 8 saat çalışmak zorunda kalan sıradan insan üzerinden işleyerek seyirciyi can evinden vuruyor ve empati duygusuna tavan yaptırıyor. black mirror'ın 10 senedir yapamadığını yapıyor yani.
kostümlerden mekan tasarımına, sinematografiden senaryo matematiğine kadar çok büyük bir başarı söz konusu. üstelik yapım, çok farklı şekillerde okunabiliyor. platon'un mağara alegorisinden kapitalizm kültlerine, din ve teolojiden jung arketiplerine kadar pek çok açıdan bakmak mümkün. hepsine kapı aralıyor ve insanı ciddi sorgulamalara itiyor. dizideki ilk replik "who are you?" senaryo, bu repliğe 9 bölüm boyunca sadık kalıyor ve insanı insan yapanın ne olduğunu dehşet bir şekilde irdeliyor. bilinç, karakter, anılar, deneyimler, travmalar, düşünceler, yaşam koşulları, çevre... hangisi daha önemli, gerçek benlik nasıl tanımlanır diye sürekli sorarken buluyorsunuz kendinizi.
haliyle ortada çok başarılı bir ilk sezon var. peki eksik yanı hiç yok mu? bence çok net iki olumsuz yönü var. ilki, sezon finali.
genel olarak sezon finali dünya genelinde aşırı beğenildi ama benim en sevmediğim bölüm o oldu. sonuna kadar felsefi bir şekilde getirdikleri ve sırlarını adım adım açtıkları yapıyı son bölümde heyecan versin diye klasik hollywood hilelerine boğmaları hiç hoş olmamış açıkçası. sürekli araya giren engeller, kesilmek bilmeyen kemerler vs... tamam bunlar 80'lerde işe yarıyordu ama o taktikleri 10 yıldır biz türk pembe dizilerinde kullanıyoruz. hani seinfeld bir bölümde "iki sihirbazın birbirini şaşırtmaya çalışması" diye bir benzetme kullanıyordu ya. tam o etkiyi yarattı bende. türk dizileriyle haşır neşir olan kimse sezon finalindeki o klişeleri yemez. sırlara odaklanarak çok daha sinematografik bir bölüm çıkarabilirlerdi. ama dediğim gibi, bu sadece benim mesleki deformasyonum da olabilir. genel olarak çok beğenildi çünkü.
ikinci eleştirim de artık kaçınılmaz hale gelen woke kültürüne. tamam çeşitlilik, farklılıklara saygı ok ama bağlama oturmadığı zaman her eve bir asyalı, iki zenci, iki gay sıkıştırma projesi çiğ duruyor. biliyoruz çünkü niyeti. işin ilginci, bu dizide çeşitliliğin çok işlevsel kullanımı da var. spoiler olmasın diye şifreli söyleyeyim, wellness uzmanında tercih edilen cast sürpriz yaratma bakımından ne kadar etkiliyse (ve buna şaşırmamız bizde nasıl farkındalık yaratabilecek bir durumsa) turturro & walken aşkı o kadar faydasız. ana karakter bile koskoca 9 bölüm boyunca bir kere üstün körü sevişip bir kere de öpüşmüşken iki dedenin aşkını bölümlerce işlemek pek de bir şeye hizmet etmiyor. en azından ilk sezon için. ama woke dayatmaları en azından disney ve netflix kadar abartı değil bu dizide. how ı met your father izlemiş olan varsa anlar ne demek istediğimi. (mother değil, father. facia olan.)
bu iki nokta dışında bence muazzam bir ilk sezon yapmışlar ve ikinci sezon bir westworld çöküşü yaşamazlarsa çok efsane bir dizi haline gelebilir.
bir de umarım yarattıkları evreni bir alt metne oturturlar. 40 yıldır amerikan yapımlarını esir alan çok ilginç evrenler yaratıp alt metinsiz bir şekilde bırakma saçmalığından bıktım çünkü. seyircinin yorumuna bırakılacak yapım var, bırakılmayacak yapım var. festival filmi yaparsa tamam ama yüzlerce milyon dolar harcanmış, uğruna koca evren yaratılmış diziler yapınca kolaya kaçıp seyirciyi aldatmak oluyor açıkçası. bu tarz yapımlar bence mutlaka bir alt metne sahip olmalı. ve severance çok önemli sözler söyleyebilecek bir yapım.
umarım çok güzel bir ikinci sezon izleriz. herkese iyi seyirler.
yeni sezon yaklaşınca ilk sezonu oturup tekrar izledim. üç sene geçti allahsızlar, her şeyi unutmuşum. tekrar izleyince iyice ikna oldum ki süper dizi. ımdb puanini sonuna kadar hak ediyor. spoiler vermemek için üstü kapalı yazacağım, umarım başarırım.
öncelikle adam scott bence dünyanın en itici oyuncularından biridir, ben stiller'ın yönetmenliğine ve yapımcılığına inanmam (babasının tek bir tonlaması bile etmeyecek oyunculuğuna hiç değinmiyorum bile.) ama bu dizide ikisine de ba-yıl-dım. scott müthiş doğal oynamış, ben stiller yapımcı ve yönetmen olarak harikalar yaratmış.
dizi aslında çok açık bir şekilde westworld izleri taşıyor. çıkış noktası çok farklı olsa da jeneriğinden müziklerine, şirket tasvirinden gizemine, loop kavramından çekim tekniklerine kadar her anında westworld 1. sezon izleri bulmak mümkün. tabii westworld 1. sezonunun başarısında anthony hopkins faktörü çok önemliydi. severance da bu boşluğu uğursuz tekinsiz yapımların vazgeçilmez kenafir gözlüsü patricia arquette, the night of'u izlediğimden beri her gördüğümde ayaklarımı kaşındıran john turturro ve click'ten beri tırstığım christopher walken'la doldurmaya çalışmış ama anthony hopkins babadan dünyada bir tane var. hepsini toplasan onun karizmasına erişilmiyor. zaten walken gibi karizmatik bir oyuncunun hopkins gibi felsefi cümleler sarf etmek yerine gereksiz bir "açmayın dedeler" hikayesine kurban edilmiş olması da projeye katabileceği karizmayı epey götürmüş. böyle bir ikiliye ikinci tur işleyişimde bile kendimi hazırlayamadım. allah'tan daha ileri gitmiyorlar. *
peki westworld çeşitlemesi olması diziyi kötü mü yapıyor? hayır, asla. aksine, bence dizi dünyasında tüm zamanların en boşa harcanmış potansiyeli olan westworld felsefesini hatırlamak harika bir deneyim. üstelik severance, westworld'e göre çok büyük bir avantaja sahip. ww, başlangıçta gerçeğin doğasını sorgulayan felsefi bir yapımken zamanla robotlarla empati kurmamızı ister hale gelmiş ve bomboş bir aksiyon dizisine dönüşmüştü. "bir format atsak düzelir mi, fişten mi çeksek acaba" kafasıyla yaklaştığımız robotlar bir de bizi öldürmeye niyetlenmişti ve haliyle onların tarafını pek tutamamıştık. (neden acaba?) onca aksiyon da boşa gitmişti.
severance ise mağduriyeti kanlı canlı insan üzerinden, hem de her gün 8 saat çalışmak zorunda kalan sıradan insan üzerinden işleyerek seyirciyi can evinden vuruyor ve empati duygusuna tavan yaptırıyor. black mirror'ın 10 senedir yapamadığını yapıyor yani.
kostümlerden mekan tasarımına, sinematografiden senaryo matematiğine kadar çok büyük bir başarı söz konusu. üstelik yapım, çok farklı şekillerde okunabiliyor. platon'un mağara alegorisinden kapitalizm kültlerine, din ve teolojiden jung arketiplerine kadar pek çok açıdan bakmak mümkün. hepsine kapı aralıyor ve insanı ciddi sorgulamalara itiyor. dizideki ilk replik "who are you?" senaryo, bu repliğe 9 bölüm boyunca sadık kalıyor ve insanı insan yapanın ne olduğunu dehşet bir şekilde irdeliyor. bilinç, karakter, anılar, deneyimler, travmalar, düşünceler, yaşam koşulları, çevre... hangisi daha önemli, gerçek benlik nasıl tanımlanır diye sürekli sorarken buluyorsunuz kendinizi.
haliyle ortada çok başarılı bir ilk sezon var. peki eksik yanı hiç yok mu? bence çok net iki olumsuz yönü var. ilki, sezon finali.
genel olarak sezon finali dünya genelinde aşırı beğenildi ama benim en sevmediğim bölüm o oldu. sonuna kadar felsefi bir şekilde getirdikleri ve sırlarını adım adım açtıkları yapıyı son bölümde heyecan versin diye klasik hollywood hilelerine boğmaları hiç hoş olmamış açıkçası. sürekli araya giren engeller, kesilmek bilmeyen kemerler vs... tamam bunlar 80'lerde işe yarıyordu ama o taktikleri 10 yıldır biz türk pembe dizilerinde kullanıyoruz. hani seinfeld bir bölümde "iki sihirbazın birbirini şaşırtmaya çalışması" diye bir benzetme kullanıyordu ya. tam o etkiyi yarattı bende. türk dizileriyle haşır neşir olan kimse sezon finalindeki o klişeleri yemez. sırlara odaklanarak çok daha sinematografik bir bölüm çıkarabilirlerdi. ama dediğim gibi, bu sadece benim mesleki deformasyonum da olabilir. genel olarak çok beğenildi çünkü.
ikinci eleştirim de artık kaçınılmaz hale gelen woke kültürüne. tamam çeşitlilik, farklılıklara saygı ok ama bağlama oturmadığı zaman her eve bir asyalı, iki zenci, iki gay sıkıştırma projesi çiğ duruyor. biliyoruz çünkü niyeti. işin ilginci, bu dizide çeşitliliğin çok işlevsel kullanımı da var. spoiler olmasın diye şifreli söyleyeyim, wellness uzmanında tercih edilen cast sürpriz yaratma bakımından ne kadar etkiliyse (ve buna şaşırmamız bizde nasıl farkındalık yaratabilecek bir durumsa) turturro & walken aşkı o kadar faydasız. ana karakter bile koskoca 9 bölüm boyunca bir kere üstün körü sevişip bir kere de öpüşmüşken iki dedenin aşkını bölümlerce işlemek pek de bir şeye hizmet etmiyor. en azından ilk sezon için. ama woke dayatmaları en azından disney ve netflix kadar abartı değil bu dizide. how ı met your father izlemiş olan varsa anlar ne demek istediğimi. (mother değil, father. facia olan.)
bu iki nokta dışında bence muazzam bir ilk sezon yapmışlar ve ikinci sezon bir westworld çöküşü yaşamazlarsa çok efsane bir dizi haline gelebilir.
bir de umarım yarattıkları evreni bir alt metne oturturlar. 40 yıldır amerikan yapımlarını esir alan çok ilginç evrenler yaratıp alt metinsiz bir şekilde bırakma saçmalığından bıktım çünkü. seyircinin yorumuna bırakılacak yapım var, bırakılmayacak yapım var. festival filmi yaparsa tamam ama yüzlerce milyon dolar harcanmış, uğruna koca evren yaratılmış diziler yapınca kolaya kaçıp seyirciyi aldatmak oluyor açıkçası. bu tarz yapımlar bence mutlaka bir alt metne sahip olmalı. ve severance çok önemli sözler söyleyebilecek bir yapım.
umarım çok güzel bir ikinci sezon izleriz. herkese iyi seyirler.