önce keita'yı kaybetti. bu haberle uyanmıştım; gsmobile, keita'nın bonservisinin 8.5'a bir katar takımına verildiğini söylüyordu ve zaten telefonumun biplemesi sebebiyle kaldırdığım başımı, mesajı okuduktan sonra şiddetle geri yastığa gömdüm. o anki baş ağrısı korkunçtu...
ama şu anda, keita için çok da üzüldüğümü söyleyemem ve bunun pino transferiyle de, kewell'ın takımda kalmasıyla da, serdar özkan'ın beklentilerimin boşa olmadığına dair sinyaller vermesiyle de alakası yok. durum üzerine bir düşündüm; geçen sezon euro cup'ta oynamışsın ve takımın bu sezon bu kupada muhtemelen daha ileri gidecek. ayrıca, dünya kupası'nda çok fazla süre alamamana rağmen, ülkenin maçlarını izleyen herkes ilk on birde tercih edilmemene şaşırıyor ve oynadığın futbolla yarattığın etkiyi kalou, gervinho gibi isimlerin yaratamadığını düşünüyor. transfer olmak istiyorsan bunu anlarım; şu an rahatlıkla bir bundesliga ya ya ligue 1 takımına girecek durumdasın, la liga ya da premier league'dan orta sıra takımların da seni kadrolarında görmek isteyeceğine şüphe yok. böyle bir durumda katar'a dönen kafada adamdan pek hayır gelmezdi sanırım. üzgünüm...
keita'nın hepimizi ne kadar heyecanlandırdığını söylemeye gerek yok, galatasaray'a gelirken aklında şampiyonlar ligi'nin olduğunu da. 30 yaşına gelmeden önce bir kez daha şampiyonlar ligi görmek için tek yapması gerekenin, bu ortanın altı düzeydeki ligde 1. ya da 2. sırada sezonu tamamlamak olduğunu düşünüyor ve sağ kanattan yardırarak izleyen herkesin ağzını açık bırakıyordu. sezonun ikinci yarısının sonuna doğru şampiyonlar ligi zora girdi, keita ortadan kayboldu; çünkü iyi oynaması için gereken heyecan yoktu artık, sebep yoktu...
keita'nın heyecanı kaybolup performansı düşmeden önceki o "muhteşem" haftalarıyla ilgili olarak da söylenmesi gereken; aslında aklımızda kaldığı kadar da "muhteşem" olmadığı. ne süper lig'de ne de dünya futbolunda kolay kolay izleyemediğimiz şeyleri bize izleten bir adam bu; ama ligin ilk yarısında da inişli çıkışlı ve istikrarsızdı. konsantrasyonunun kolay bozulması konusu o kadar da büyük bir sorun değildi bana göre, ama bir sebepten keita "gününde" olmazsa, aydın yılmaz'a dönüşüyordu. onun kalitesinde bir futbolcu "iyi" oynamadığı maçlarda da takıma bir şekilde faydalı olabilmesini sağlayacak bir "standarda" sahip olmalı; keita ya 10/10 ile oynuyor, ya da 5/10 ile... iki maç kaybolup bir maç harikalar yaratacak uçarı bir "egsantrik deha" yerine, 7/10'luk bir "standarda" sahip olan ve vasatın üstünde, süratli bir kanat oyuncusu uzun vadede takıma daha faydalı olur.
şu anda da o "faydalı" kanat oyuncusunun juan pablo pino olmasını umuyoruz; bu mevki, keita'dan sonra hayal kırıklığını kaldırmaz. zaten kampa da katılamayan pino'nun uyum sürecinin uzun sürmesi halinde, keita'yı zaten "muhteşem" hatırlayan taraftar, hepten peygamber ilan eder... benim gibi, serdar özkan'dan ümitli olduğunu söyleyen bir yazarı ciddiye almayabilirsiniz fakat, pino bence iyi olacak. pino hakkında uzun uzun blog yazıları yazanlarımız bile, hakkında çok kesin olarak bir şey söylememeli. ben pino'yu tesadüfen 3-5 kez izlemiş biri olduğumu itiraf ediyor ve kesinlikle akılda kalıcı ve teknik bir kanat oyuncusu olduğu konusunda ısrar ediyorum. kesin olarak iyi olduğunu söyleyebileceğim özellikleri; sürat, adam geçme ve şut ama gerisini bilemem. muhakkak ben de keita'nın gidişinin ardından, sağ kanatta oluşan boşluğu giovani'yi takımda tutarak doldurmayı tercih ederdim fakat bunun para puldan ziyade, gio'nun galatasaray'da kalmak istememesinden kaynaklandığını düşünüyorum; n'apalım, olmadı...
onu bunu bırak, 2006-2007'den beri kanayan yaraya merhem geldi; lorik cana! bir ön liberonun "sadece" defansif görevlerini iyi bir şekilde yerine getirerek, hücum gücümüze ne kadar önemli bir katkı yapacağını yazmaktan dilimde tüy bitti. konu kısaca şudur; defansif kontratak futbolu oynayan rakiplerin, bizden puan almak için ilk yapması gereken şey fazla boş alan bırakmamaktır. bizim geçen sezondaki dirençsiz orta sahamıza karşı kontratağa çıkmak çok rahattı ve bu sayede rakipler, hücuma çıkarken bile alanlarını koruma rahatlığına sahip oluyor ve bu yüzden de eskişehirspor gibi rakipler karşısında bir türlü boş alan bulamıyorduk. lorik cana'nın orta sahadaki direncimize sınıf atlatmasıyla, geriye gömülü oynayan rakipler, atağa daha kalabalık çıkmak ve bu yüzden de geride boş alan bırakmak riskini almak zorunda kalacaklar. iyi bir ön liberonun hücuma yaptığı bazı başka katkılar da var ama mevzu özetle bu; hücumdaki en önemli katkısı, ileri uç elemanlarımıza boş alan sağlaması olacak. oh bee; ulan yoruldum şerefsizim aynı şeyi tekrar tekrar anlatmaktan...
lorik cana'nın asli görevi de rakip atakları kesmek/yavaşlatmak, yani top çalmak tabi ki. orta sahaya transfer beklenirken, sözlüğün büyük bir kısmı, öncelikli gereksinimin hücuma dönük orta saha oyuncusu olduğunu yazdı. ama topu rakipten alamadıktan sonra, elano'nun yanına/yerine kimi alırsan al kaybolacak. yani lorik cana'nın takıma katılmasından sonra, geçen sezon performansı beğenilmeyen orta saha oyuncularımız için de daha iyi geçecek önümüzdeki sezon.
çok büyük transfer
* yapıldı olum sessiz sedasız; benden mutlusu yok. 4 yıllık ıstırabım sona erdi, boru değil...
orta saha demişken; 4-3-3'ün orta saha kurgusu ile ilgili de tartışmalar var. kimisi 4-2-3-1'e dönülmesini savunuyor; tartışılsın tabi de, bu niye talep ediliyor onu anlamış değilim. zaten orta sahadaki direncin yetersiz olması sebebiyle, sezonun büyük bir bölümünde çift ön libero oynadık; ne fark kaldı ki 4-2-3-1'den? 4-3-3'ün, özellikle frank rijkaard 4-3-3'ünün alamet-i farikası, orta sahada tek ön libero ve onun önünde iki çift yönlü orta sahanın oynamasıdır. "orta saha" diyorum, kesinlikle "forvet arkası" değil; illa gerekecekse fm diline tercümasi, "
mc diyorum, kesinlikle
amc değil" . gerekli dirence sahip o tek ön liberoyu
* bulduğumuza göre, artık bu sistem verimli olarak uygulanabilir. milyon kere söyledim, yine söylüyorum; demin saydığım şartlar(boş alan bulmak falan, hatırladın mı?) altında, elano-arda ikilisi yan yana göbekte oynarlarsa muhteşem işler yaparlar. orta saha için umutlu olunan bir diğer husus da emre çolak ve musa çağıran'ın kamp dönemindeki iyi performansları; takımdaki yerleri tam olarak ne olur bilmiyorum ama gelişme gösteriyorlar.
serdar özkan ve mehmet batdal, genel beklentinin üstünde başladılar ki bu çok iyi. harry kewell ile de bir yıl sözleşme uzatıldı; sözlüğün gözü aydın. sezona iyi başlayan serdar özkan'ın sol kanada yerleşmesi çok iyi olur, zira kewell'ın kondisyon durumundan hala endişeliyim. bu sadece benimle alakalı bir durum değil; yoğun maç temposu, kewell'ın darbeyle falan alakası olmayan kasık, vs. sakatlıkları yaşamasına sebep oluyor. geçen sezonun başında olduğu gibi bir tempoda, dinlenme fırsatı bularak oynarsa takıma ne kadar faydalı olabildiği ortada; 6 + 2 + 2'nin o ilk 2'sine, yani kulübeye çok müsait şu durumda kewell. zaten bu kendisine önerilen sözleşmenin maç başına para şeklinde olması, yönetim ve teknik heyetin de böyle düşündüğünü gösteriyor. pino darbe mi aldı, ya da baros mu yoruldu; al oyuna kewell'ı...
servet çetin için "8 milyon veriyorlardı, şimdi 5'e razı olmak zorundayız; hay kafamızı sigeler e mi bizim..." diyorduk sezon sonuna doğru; transfer dönemi başlayalı beri, servet'e teklif yok ulan doğru dürüst?! bi şekilde elimizde kaldı; eğer kafasını toparlayabilirse, bence oynamasının sakıncası yok. servet'in ağır ve düz ayaklı bir futbolcu olduğu eleştirilerine katılıyorum fakat, tüm bunlar servet'in kötü bir defans oyuncusu olduğu anlamına gelmiyor. büyük takımlar da bu tip ağır futbolcuları fizik üstünlüklerinden birebir mücadelelerde faydalanmak amacıyla kullanabiliyorlar; tabi yanlarında yer tutmayı bilen ve çabuk bir stoper olması şartıyla. şu son iki sezondur servet'in kafasındaki avrupa ideali, "galatasaray'da elde edebileceğim her şeyi aldım artık hocu" düşüncesiyle oynamasına ve konsantre olamamasına sebep oluyor. eğer bu sene takımda kalır ve avrupa hususunda "n'apalım, olmadı; biz işimize bakalım artık..." diye noktayı koyabilirse, galatasaray'a geldiği ilk sezondaki kadar faydalı olabilir servet. ama şu 5 milyon'u veren çıkarsa satılsın artık. adnan polat, "transfer gelirlerinden 20 milyon'a ulaşılmadıkça transfere başlamam, 16'sı zaten kasada" demişti; bu rakam, servet'ten gelecek parayla 21'e tamamlanırsa bence iyi olur. elde ise stoper olarak lucas neill, ali turan ve hakan balta kalıyor. sözlüğün "elano'nun yanına pas yapan, topu oyuna sokan... kim kallström!!!" talebi malum; ama ben geriye kalan son yabancı kontenjanını, lucas neill'in yanına madjid bougherra'yı alarak kullanılmasını tercih ederim. savunma şu an takviyeye ihtiyaç duyduğundan değil; neill'in yerine ileride adam ararken sıkıntı çekmemek için.
ali turan önemli bir takviye oldu; genellikle sağ bekte deniyor rijkaard, denesin, ama bence servet'ten daha iyi bir stoper. bunu daha önce de söylemiştim, tekrar etmekte fayda var: 2009-2010 sezonunun ilk yarısı biterken, kayserispor, tarihinin en iyi pozisyonundayı, yani birinci sırada. 2009-2010 sezonu sona ererken ise, kayseripor, son dört sezonda aldığı en kötü sonucu almıştı, yani sekizinciydi. aradaki fark; ilk yarı 18 maç oynayan ali turan'ın, ikinci yarı kadro dışı bırakılmış olmasıdır.
lucas neill, elano, pino ve kewell'ın katılımıyla daha net bir şekilde görülecektir ki, iyi bir takım oldu; şimdi işin yoksa yeni sezonu bekle...