• 1301
    derin bir buhranda olan sevgili kulübümüz. son zamanlarda neden bu duruma düştüğümüz hakkında hem burada hem de değişik platformlarda çokça yorum yazıldı, yazılmaya da devam ediliyor. yanlış anlaşılmasın, kimsenin bakış açısına karışacak değilim. doğru denen şey de son derece subjektiftir zaten. herkesin galatasaray’ı daha iyi bir yerde görmek için klavyelerini aşındırdıklarının farkındayım lakin iğne-çuvaldız misali bir özeleştiriden uzak duruyoruz sanki. şöyle ki;

    yönetim (esasında başkanın ta kendisi) : hepimiz ekonomik atılımlarını destekledik ama hepimiz sportif atılımlarını/yatırımlarını desteklemedik, öyle değil mi? gerek teknik direktör gerekse futbolcu tercihleri hep değişik yorumlara maruz kaldı. olumlu bulan da oldu, “sen bizimle dalga mı geçiyon hemşerim” diyen de. başkanın hiçbir zaman dilinden düşürmediğinden dem vurduğumuz şey neydi hep? 2012 kriterleri… hani “hep bize mi çalışıyor bu kriterler” dediğimiz kriterler. tabi mali durumun seninki gibiyse hep sana çalışır ama konu bu değil. şöyle düşünelim: ailenin reisiyiz, iyi sayılmayacak bir gelirimiz var. hanım da çalışmıyor, tek tabancayız yani. ay sonunu zor getiriyoruz hatta getiremiyoruz. onun bunun kefaleti ile güç bela kredi falan almışız. bir de onun getirdiği kambur var. ama hayat devam ediyor. büyük oğlan arkadaşında gördüğü ayakkabıdan istiyor, kızın ise kabanı iyice eskimiş. kış da geldi… bir iki erteledik ama çocuk bu, durur mu? ne yapmak lazım? sorunun cevabını hayal gücünüze bırakıyorum… adnan polat’a gelirsek; 2012 yılı sadece uefa kriterleri için önemli olan bir yıl değil. hedef o tabi ama başka şeyler için de önemli. maya takvimini tenzih ediyorum. bir defa yeni stadın açılmasından yaklaşık bir yıl geçmiş olacak. bildiğiniz üzere bu tür organizasyonların yapısal olarak neye benzediği, kar/zarar durumları, eksikleri, kısacası hakkında yorum yapabilecek duruma gelmesi için minimum bir sene gerekir. şirket birleşmesinin ardından tam bir mali yıl geçmiş olacak. kar/zarar yapıları orjinal bir fikir ürünü olan (tamamiyle gelirlerden oluşan şirketin halka açık olması, giderlerin ise başka bir şirkete aktarılmış olması) iki şirketin birleşmesi her sene dağıttığımız uçuk kar paylarına da son verecek. yani önce bir cüzdanımıza çeki düzen veriyoruz. para akışı normale dönünce, ihtiyaçlarımızı karşılayacağız. ayakkabı mı, kaban mı, ne lazımsa artık. “yönetici versin cebinden kardeşim” diyen renktaşıma da saygı duymakla beraber asıl amacın zaten yöneticinin cebinden para vermesine gerek olacak bir yapı oluşturmak olduğunu da ekleyim. son olarak arena’nın açılışı var ki neresinden tutarsak elimizde kalıyor. başa dönelim, aile babasına. çocuğun okuluna gidiyor, veli toplantısına. öğretmenler sınıfın genel durumundan bahsediyor. sıra bizimkinin oğluna geliyor. öğretmen açıyor ağzını, yumuyor güzünü. ne haylazlığı kalıyor ne de tembelliği, bir önceki sene kanaat kullanmasam zor geçerdi diye de ekliyor. baba, olayın aslını biliyor. oğlunun mahallede fazla arkadaşı yok, çocukluğunu daha çok okulda arkadaşları ile yaşıyor. abartılacak bir yaramazlığı yok ama hoca işte “taktı mı takıyor”. bir şey dese iyice kinlenecek. yandan çaktırmadan okul müdürünü kesiyor, o da babaya dönmüş “bir dahaki vukuatında yakarım oğlunu” bakışını yüzüne yerleştirmiş. dersleri de düzelmişti aslında çocuğun. yan komşunun üniversite öğrencisi kızı ufak ufak ilgilenmeye başlamıştı. bir umut vardı kısacası, yutkunup dilinin ucuna kadar gelen şeyleri haykıramadan ayrılıyor toplantıdan. arena açılışında, tribündeki ya da televizyon başındaki herkes gibi ben de o mikrofonu toki başkanının ağzından içeri sokmasını istedim başkanın. ama yapamazdı… yapmamalıydı… konumu itibariyle uygun bir şey değildi. devleti, hükümeti, bürokrasiyi bir anlık sinir uğruna karşına alamazsın. inanın bana on beş sene sonra çoğumuz o konuşmayı hatırlamayacak ama hepimiz arena’ya bakıp iç geçirip dua edeceğiz emeği geçenlere. bunlardan biri de adnan polat olacak.

    sportif direktör : adnan sezgin genel itibariyle; soğuk, ketum, beleşçi hatta şikeci olarak nitelendiriliyor kamuoyunda. başkan ile olan münasebet sebebi nedeniyle bahis açılacağı spekülasyon konusu neredeyse. bu adamın özgeçmişini burada dökmeye gerek yok, çoğunuz biliyorsunuzdur, bilmeyen de kolaylıkla bulabilir. futbolculuk, antrenörlük, yöneticilik hatta başkanlık tecrübesi olup yurt dışında kısa bir futbolculuk macerası da bulunan eğitim sahibi biri. spor yöneticiliğinin henüz emekleme aşamasında olan ülkemizde bu vasıflarda biri oldukça lükse kaçıyor. bu kadar uzun yöneticilik tecrübesi olan birinden faydalanmak gerekir. yok eğer istemiyorsan da, komisyoncu, şikeci, futboldan ne anlar gibi basit şeylerle yargılamamak lazım. unutulmalı ki; bu adamın bilmem kaç yıl hapis istemi ile yargılanması gündemde diye manşet yapanlar, kaç gün hapis yattığı konusunda herhangi bir açıklama yapmaya gerek duymadılar. kulübün ekonomik durumuna paralel olarak elindeki alternatiflerden yararlanmaya çalışıyor ancak beğendiğimiz adam gelince haldun üstünel’e, beğenmediğimiz adamı da adnan sezgin’e ihale etmek biraz kolaya kaçmak gibi geliyor.

    teknik direktörler : en moda eleştiri de teknik direktör seçimlerinde görülüyor. skibbe sonrası bülent, rijkaard sonrası hagi gelir mi” muhabbeti. bunların bir plan çerçevesinde tercih edilmediği aşikar ancak bunu eleştirirken “x ile y yan yana oynamaz” seviyesine indirmemek lazım. günümüz futbolunda doğru tektir: rakipten fazla gol atmak. bu gol sayısı, takımının niteliğine göre değişiklik gösterir. bir de şöyle bir genelleme var ki nispeten süreye bağlı sporlarda daha geçerlidir: iyi hücum iyi savunma ile başlar. biraz önce belirttiğim “takım niteliği” biraz da buna bağlı. o iyi savunmayı rakip sahada yapabiliyorsanız barcelona oluyorsunuz, kendi sahanda daha iyi yapabiliyorsanız, duruma göre sıradan bir anadolu takımından inter’e kadar kategorize edilme şansınız var. şunu sormak istiyorum, hakikaten bir teknik direktörün “ya ben rakibi hep böyle kendi sahamda bekliyim de, bir kontradan golü çakar üzerine yatarım” diye oyun planı yaptığını düşünüyor musunuz? ciddi ciddi böyle bir şey size makul geliyor mu? yani sahadaki koşuşturmanın, oyuncu yapısı ya da onun da gerisinde mali yapı ile falan bir ilgisi olabileceği ihtimali yok mu? ya da tolunay kafkas bir devre arası transfer harekatı ile baltalıktan yerli mourinholuğa terfi edebiliyor mu? sanırım daha önce de yazdım. defansif oyun yapısı ile eleştirilen lucescu’nun takımları, türkiye’deki dört sezonunda da en iyi defansa sahip takımlardandı ama en golcü takımlar sıralamasında da hep üstlerdeydi iki şampiyonluğa ilaveten. başarıyı şartların uygunluğu belirler, o uygunluk da ne yazık ki doğada en kolay bulunan ama nedense hiçbirimizin sevmediği bir şeye doğrudan bağlıdır, zamana…

    futbolcular : şimdi şöyle bir durum var; altıda altı yaparken “mustafa sarp ne de iyi bir takım oyuncusu, arada gol de atabiliyor, iyimiş bu ya”, işler kötü giderken “bedavadan aldığın oyuncu bu kadar olur, hay ben bu getirenin ta…” modundayız. sizce normal mi? yani adama her türlü hakareti edebiliyoruz. muhtemelen o da okuyordur o satıları. iyi gün kötü gün olayını geçtim dikkat ederseniz. normal diyenlerin şöyle bir şey hayal etmelerini rica ediyorum. stadyumda ya da ekran başındasınız, maç başlayacak. bizimkiler ellerinde bir pankartla orta sahaya doğru yürüyorlar. sonra pankartı kaldırıyorlar ve ardından stadyumda derin bir sessizlik, “desteklemeyen taraftar istemiyoruz”. şöyle bir şey de olabilir; maçın bir anında onbir kişi toplanıp mesela bir kale arkasına gidip hep bir ağızdan tribüne küfürle karışık bağırsalar. o sırada o tribünde olduğunuzu düşünün, bir grup insandan ağız dolusu küfür işitiyorsunuz. bizim yaptığımız da böyle bir şey. ha keza altyapı oyuncuları için de benzer tavırlar var. gelsin de oynasın, geleceğimiz kurtulsun dediğimiz adamı, "bunun önce vücut çalışması" deyip bir de üzerine ilk pas hatasında homurtular içinde bırakırsan kusura bakma ama ne anıl dilaver ne cumhur yılmaztürk ne de başkasından bir halt olmaz.

    galatasaray taraftarı : en son söyleyeceğimi en baştan yazayım. “en büyük taraftar, futbolcular sahtekar” veya buna benzer taraftarın vefa, cefa özelliği üzerine kurulu diğer unsurları kötüleyen söylemleri yerin dibine soktuk bence. bu tür şeyler işler hakikaten kötü gittiğinde, geri dönülemez bir yola girildiğinde söylenir ama bir kere söylenir. onun da etkisi bayağı bir sürer. bayağıdan kastım birkaç seneden uzun bir zaman dilimi. ama her mağlubiyet sonrası dile getirilmesi artık bir anlam ifade etmemeye başladı. “şimdi söylenmeyecekse ne zaman söylenecek o zaman arkadaş” diyeniniz çıkacaktır elbette. zaten bu tür bir serzenişte bulunmayın demiyorum. bulunun ama öyle bir yerdeki söyleyin ki hakikaten bir tesiri olsun. tabir-i caizse ayağa düşürmeyelim bu tür şeyleri. çok fazla önyargı ile yaklaşıyoruz bazı şeylere.”rijkaard barca’yı şampiyon yaptı bizi de yapar”, “hadi canım hollanda’da küme düştü o”, “hagi’nin ne başarısı var ki bizde bir şey yapsın”, “lucescu zaten hep defans yapıyor”, “1-0’ı buldu mu tamam”. genelde bunlar ekseninde oluyor her şey. yok o bize layık, yok bu bizi temsil edemiyor, bu adamı florya’nın bekçisi yapmam tarzı şeyler. tamam iyi güzel de sen ne yaptın veya yapıyorsun? “para verdim, destekledim istediğimi, söylerim”ci arkadaşlara müşteri-taraftar farkının bir kez daha gözden geçirmelerini rica ediyorum. iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta… olayı var ya, biz hep iyi gün ve sağlık kısımlarında varız. kötü gün ve hastalık kısmında futbolcuyu, antrenörü, yöneticileri hep yalnız bırakıyoruz. o yalnızlıkta, yaptıkları her harekette de tepelerine biniyoruz. yani lazım olduğunda yanlarında yokuz ama bari karşılarında olmayalım… ufak bir yolculukla son veriyorum yorumuma…

    bundan yaklaşık 25 sene evvel bir yola çıktı galatasaray. derwall’in çizdiği rotada ilerlemeye başladık. ilk iki sene şampiyonluk gelmedi, puan farkları, kırılma anları konumuz değil. üçüncü sene de bir şekilde üstlerdeydik. finale birkaç hafta kala rize deplasmanındaki yenilgi sonrası taraftar tesisleri bastı. derwall yenilgi sonrası istifasını vermişti zaten. taraftarları gördüğünde ise “zaten istifa ettim, ne istiyor bunlar benden?” diyerek şaşkınlığını gizleyememişti. şaka gibi ama o sezon şampiyon olduk. sonrasında derwall bir sezon da direktör olarak kaldı ve gitti. sonrasında bilinen şeyler, denizli ile başlayan kalli’ye uzanan bir yol. kalli ile bir yükseliş sonra yine terim’e kadar kah iyi kah kötü ama genellikle kötü bir süreç. sonrasında ise terim’in galatasaray’ı on sene önce çıkılan yolun sonuna geldi nihayet. bize yeni bir yol lazımdı. asfalta geçmek lazım toprak yoldan, belki de çift şeritli. o yolda gitti terim hiç çekinmeden, sonrasında lucescu da yadırgamadı. bastı basabildiği kadar. bu seferki öncekinden çabuk tüketildi. yenilemek lazımdı, çift katlı bir yol bile olabilirdi, diğerleri alttan gitsin, biz üst katta sol şeritten basalım gaza. ama yol yapıldıktan sonra marşa bastık araba çalışmadı. terim geldi olmadı çünkü bir alt kattaki otobanın ustasıydı hem şartlar daha farklıydı artık, gerets geldi, skibbe geldi, rijkaard geldi. şöyle bir iteklediler. hepsi biraz ötürdü ama olmadı. olmuyor kısacası artık. bütün bunları okumaktan sıkılan arkadaşların ızdırabına son vermek ya da fazla vakti olmayanların merakını gidermek için şunu söyleyebilirim ki; şu anda bizim için önemli olan isimler değil ne adnan polat, ne hagi ne terim ne de başkası. onlar gelir geçer. bize önce bir araba lazım. sürücüsünü falan sonra ayarlarız. beğenmedik, değiştiririz, manuelden otomatiğe geçeriz, jantlarını de değiştiririz istersek, hava yastıkları ile de donatırız arabayı.

    kısacası bizim bir yapısal modelde karar kılıp ısrar etmemiz lazım. parçaları sonra ihtiyaca göre daha iyisiyle değiştiririz. kaç sene süreceği, şu anki duruma bakınca önemli değil çünkü biz zaten on senedir aynı yerdeyiz. bu duruma gelmemizde şahsen çok büyük payı (olumsuz anlamda) olduğuna inandığım galatasaray taraftarı, ne ironik ki çözümün de kaynağı aynı zamanda. yarım saatlik istifa sesiyle teknik direktör gönderebilecek gücü olduğunun farkında olur ama bu gücü mantığını kullanarak harcayabilirse biz artık buralarda isimleri değil kupaları konuşuruz.
  • 1305
    olmayacağını, hatta daha dibe gidileceğini bile bile şu saatte insana maç maç dördüncülük hesapları yaptırıyor ya, başka türlü bir şey.

    özünden kopmuş, yıllar içinde emanet edildiği kişiler tarafından kaybedilmiş bir şey. aradığım, bulamadığım, aramaktan asla vazgeçmeyeceğim, en kötü ihtimal tarihte bulacağım, geçmişiyle avunacağım, er ya da geç bir gün küllerinden doğacağına dair inancımı hiç kaybetmeyeceğim. en sevdiğim. ama tekrar, kaybettiğim.
  • 1307
    ayhan akman ıslıklanır; adam ne yapsın 30 küsür yaşında denilir.
    onu ve onun saz arkadaşlarını oynatan; o kadar para bayıldığımız yektayı oynatmayıp; stoperimizi orta sahada, ortasahayı stoperde, sabriyi orta sahada, serkanı ise sağ bekte oynatan hagi'ye zaten bir şey söyleyemezsin o ihtimali geç...
    adnan sezgin'e laf söylesen ama onu orda tutan adnan polat cevabını alırsın...
    adnan polat'a bir şey söylediğin zaman da:
    olaya sportif olarak bakmazsak başarılı bir başkan cevabını alırsın...

    bu galatasarayın hali ne?!?
    ben mi yaptım?
    yağmur çamur soğuk demeden, millet takıma küserken gelmiyorken 3 - 4 kuruş öğrenci harçlığımla kombine alıp her maça gelen ben mi suçluyum??

    kimse sorumluların hiç birine laf söyletmiyor arkadaş.

    (bkz: tamam aq bütün suçlu benim)
  • 1309
    seneye ortadan kalkmayacak, kapısına kilit vurulmayacak yine maçlarını kendi stadyumunda yapacaktır, telaş yok, başkan değişir, oyuncular değişir, 2-3 sene evvelinin kadrosundan kaç kişi kalmış takımda, gene gidecekler, gene bir ilic çıkaracağız gene bir bülent kormaz'ımız olacak, yine efsane bir 10 numara bulacağız, kalli zaten ölmeden 2 defa daha gelip şampiyon yapar* üzülüyoruz, kırılıyoruz, birbirimize kızıyoruz, kavga ediyoruz, tartışıyoruz, bunların hepsi olacaktır, olmalıdır da ama herşey bitmiş gibi davranmak mantıksız, avrupa'da yokmuşuz*2-3 senedir avrupa kupalarında final kapısından mı döndük hayır, son avrupa maceramız şuandaki durumdan daha utanılacak bir olay değil miydi? takımın avrupa'da oynaması senin sevgini artıracak birşey mi, başarıya endeksli taraftar mı olur, kişisel olarak hayatta hep başarılı mı oldun, hiç sınıfta kalmadın mı, her istediğin hedefi gerçekleştirdin mi? muhakkak sorunlu geçen zamanların olmuştur, olacaktır da, bu dönem bir kurumun bir bölümünün başına da gelebilir, geldi işte ne yapalım, unutma sen ülkenin en çok sevinen taraftarısın diğer taraftarların toplam sevincinden bile fazla sevinmişsindir istersen say, denemesi bedava. senin yaşadığın en büyük sevinçte faydası bulunan birine kötü zamanda sırtını dönme derim ben.

    şair ne demiş; ağlamasını bilmeyen adamın gülmesinden de bi bok olmaz.
  • 1311
    sene 2007.
    galatasaray'in ezeli rakibi fenerbahce haftalar once garantilemi$ $ampiyonlugu havali bir sekilde ali sami yen'e gelmekte.
    herzaman ki basin ortaligi kizistirmakta tabi, yok ezeli rakibi alkislasinlar, insaniyet adina, 'medeni olun hulan' seklinde gaz vermekte.

    geri kalanini biliyorsunuz. fenerbahce gelip ali sami yen'de hakli bir galibiyet alarak percinlemisti sampiyonlugunu.
    sonra? olaylar, siseler, sular..
    5 mac ceza.

    herkes gelecek sezon galatasaray ilk 5'e girse iyidir laflari, alay etmeler..
    galatasaraylilarda endiseli ama iclerindeki o sesi dindirmekte. totem niyetine, belli etmemekte.

    o sira kalli gelmekte, lincoln'u da getirmekte. arkasina linderoth falan derken biraz kipirdamalar, endiseli gozler karsi tarafta.
    sezona firtina gibi baslamalar, lincoln'un hareketleri, no look pass'lar falan.

    derken kalli son bilmem kac hafta kala kalli istifa etmekte, futbolcular ve taraftarlar ; ' yonetim futbolcu taraftar - sampiyonsun galatasaray ' demekteydi.
    ve oldu da.

    bu kadar zor sezonu, avrupa'da alinan felaket bir maglubiyetle kapatmasina ragmen. yilmadi galatasaray.
    5 mac ceza aldi, hocasi istifa etti, yilmadi galatasaray.
    simdi mi yilacak? ne yani? turkiye kupasindan elendik, ligte bir amacimiz kalmadi?
    ee ne yapacagiz simdi? bitti mi hersey?

    daha yeni basliyor. bu kadar olaylara ragmen yikilmadi, yikilmayacak!
    sen ne buyuksun be galatasaray..

    en guzeli herkes kin kusarken sana, sevdigini soylemektir galatasaray sevgisi.
  • 1315
    rüyamda gördüğüm hayrolsun dediğim canım ciğerim.
    rüyamda microsofta dava açıyorum ve mahkeme microsoftun bana 6,5 milyar ödemesi gerektiğine varıyor. neyse efendim sevinçle istanbula dönüp galatasarayımın başına geçiyorum takımda hemen hemen herkesi gönderiyorum. sonra başlıyorum transfere

    ömer toprak
    serdar taşçı
    atila turan
    maicon
    selçun inan
    nuri şahin
    hasan ali kaldırım
    hamit altıntop
    cavani
    javier pastore
    gareth bale
    mikel
    cenk tosun
    necip uysal
    sinan bolat
    walcott
    bunları transfer ediyorum. (o kadar paran var ibne başkan süperstar niye getirmiyorsun diyen gsli kardeşlerim her futbolcu da paraya tav olmuyor. gittim iniesta ike görüştüm yüzüme bile bakmadı, keza rooney de )neyse tamam diyorum ben başkanlıktan anlamam aldım bunları yıllık ücretlerini de ben ödeyecem istifa ediyorum. sonra adnan polat başkan oluyormuş kulübe ben o ara yurt dışındayım. bi geldim ülkeye ana hepsini satmışlar. ulan adnan ne yaptın diyorum. pis pis gülüyor, o gülerken ben iyice zıvanadan çıkıyorum. başlıyorum ağız burun dalmaya, vurdukça gülüyor, sanki gücüm yok. delirerek allaaah diye uyandım. bi bardak su içtim, kıçımı kapadım uyumaya devam ettim.
    ulan adnan
  • 1316
    bir zamanlar deli gibi fm oynarken;
    takım hertürlü başarıya giderken bile ufak pürüzlerde oyuncularımı satardım ama biliyordum yani sattığım paralara bana başka takımların satmayacaklarını, olsun yinede satardım,
    mevkisinde iyi olup memnun oldugum oyuncumun yerine sözleşmesi biten bir oyuncu olsa alırdım mevkisi benzer olsun taktiğime falan uysun uymasın önemli değil alırdım bedava diye sonra takımın dengesi alt üst olurdu..
    boşta kimi görsem saldırırdım bedava tabi, kafada basmıyor maaşmış falan birde uzun süreli sözleşmeler imzalardım belki parlar satarım diye, sonra tazminatla gönderirdim yada paf'a atardım olmayınca,
    antrenman programı, antrenör falan çok uğraşmazdım o zamanlar, sezon öncesinde dandik takımlarla oynardım hazırlık maçlarını fark atmak için..
    bazen bireysel olarak çok sevdiğim oyuncular oyunda kötü olsa bile 11 oynatırdım ya da sonradan oyuna sokardım kesin...
    bizim takımda olanlarıda hep bu olaylara benzetiyorum ben nedense...
    ama ben çocuktum o zamanlar, kafa basmıyodu..
  • 1321
    hakkındaki 1905. entryi girebilmek için an itibariyle bilgisayarıma kayıtladığım yazısı mevcut olan, sevmenin bile şeref olduğu, adının olduğu her yerde umut olan, her ne kadar kızıp üzülsemde küsemediğim, tek gerçek aşkı bana tattıran-yaşatan şey. bu zor günlerde geçecek elbet. aslına döneceksin, üzmeyeceksin bizi daha fazla biliyorum.
    şereftir seni sevmek !
  • 1322
    inanarak yazmıştım: (bkz: #615492)

    rahat olacağını düşünmüyordum ama cidden olabileceğini düşünüyordum. bugün kıl payı kaçırdığımız pozisyonlarla kupadan elendik.

    lige 33 puanla 11. sıradayız. beşiktaş 35 puanla 6. sırada. kayseri 43 puanla 4. sırada. son maçımızda ilk dakikada penaltımız verilmedi, hakem bi güzel doğradı. önceki maçlarda aleyhimize yapılan hataları es geçiyorum. nasıl da herkesin bir ucundan tutup takımımızı aşağıya çektiğini görüyorum.

    bu kadar yangına kavgaya inat yine iyisin galatasaray. yakıştığın yerde değilsin ama sen anladın.

    not: takımın düzgün oynamadığını biliyorum ama hepimiz biliyoruz ki bu işler biraz da şans işi. şansınız size azcık gülecek, o top sizi azcık sevecek.
  • 1323
    ve sanırım sonunda zurnanın zırt dediği noktaya gelmiştir. bu geceki telegol programında ışın çelebi ve inan kıraç konuşmaları sonucunda kulüp derin yapısının tekelinde mi o kalacak yoksa kurumsallaşma yönünde dönüşüme mi gidecek önümüzdeki zamanın bu soruya cevap vereceğini görüyoruz. zorlu bir döneme giriyoruz tekrardan. yıllardır yorulduk yıprandık, buna hiç hazır değiliz. ama yapacak bişi yok. hakkımızda hayırlısı...
  • 1324
    yöneticileri, eski yöneticileri siktiriboktan bir tv programına telefonla bağlanıp birbirlerine atar gider yapan kulübüm, sevdam...

    liseli de olsanız, alaylı da olsanız ne fark eder şunu yaptıktan sonra.

    galatasaray etiği diye bir şey bırakmadınız, yediniz bitirdiniz kendi kişisel egolarınız, koltuk sevdalarınız yüzünden, sizden utanıyorum...

    çok mu seviyorsunuz galatasaray'ı? çözüm mü istiyorsunuz... oturun masaya, birbirinize hakaret edin! küfür edin! dövün birbirinizi! ama bunu itin köpeğin önünde yapmayın.
  • 1325
    iş artık futbol, başarı, kriter değildir.

    kulüp taraftarın protestosunu falan sallayacak durumda değil. kimsenin umrunda değil bunlar. ben, sen klavye başında, medya daktilo, bilgisayar başında boşuna yazıyor başarısızlık, o gitsin bu gitsin diye. olay tamamen liseli vs. lisesiz kavgasına dönmüş durumda. acı verici şu anda.

    en doğrusu ne ise olsun bundan sonra. ne aşırı polat taraftarıyım, ne lise taraftarıyım. şu an ki tablo tamamen kulübün iç durumumun saçmalığı. galatasaray başkanı= futbol kulübü başkanı olarak benimseyi ne zaman bitirirse o zaman bu kulüp geleceğe doğru bakacaktır. iki tarafada mesafeli olarak söylüyorum bunu. kötülemeden önce enrty'imi, biraz düşün, ona göre kötüle.
App Store'dan indirin Google Play'den alın