biraz felsefik bir yaklaşım olacak ama "değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" diye bir söz vardır.
yaşadığımız evren, dünya veya hayat nasıl tanımlamak isterseniz sürekli bir devinim halindedir.
sistem değişir, hükümetler değişir, yaşam tarzımız, günlük hayatta kullandığımız jargon, giyim kuşam en önemlisi de algılarımız sürekli olarak değişir. bundan 10 yıl öncesinde sahip olduğu dünya görüşünü şu an hala savunabilen veya ayakta tutabilen insan var mıdır? yok demem çünkü değişime direnen istisnalar mutlaka vardır.
neyse fazla uzatmayalım
futbol da hayatın bir parçasıysa ve hatta hayatın kendisiyse onun da değişmesi gereken bazı dinamikleri vardır. nitekim öyle de oldu.
jupp derwall örneğine filan girmeyeceğim bir çok yazar bunu belirtmiş zaten.
frank rijkaard değişimin ta kendisiydi fakat kimse bunu anlayamadı ayırdımına varamadı. değişime ayak uydurmak istedik -veya bu hikayelerle kandırıldık bu kısmından tam emin değilim- fakat kendi paradoksumuzu yarattık aynı zamanda değişime direndik.
rijkaard'ı rijkaard yapan bazı özellikler vardı. onu kendi özünden ayırmaya çalıştık. ayıramayınca da yıprattık. eskiye dönmesi için elimizden geleni yaptık. 10 yıl öncesinin standartlarını empoze ettirmeye çalıştık o standartlar üzerinden vurduk o'na.. sonuçta bunu kabul ettiremedik. temel felsefesi devrim olan birisine bunu yapmak imkansız zaten...
peki şu an kaybeden kim? tarih boyunca geçmişinden medet uman bir uygarlığın parçası olan ve geleneklerinden asla taviz vermeyen bizler mi yoksa insan hayatının büyük kısmında var olan futbolda yeni bir dönemi açabilmiş olan rijkaard mı?