futbol asla sadece futbol değildir diyorlar ya hani. doğrudur. futbol hem bizim “bildiğimiz futbol” hem de “değil”dir yani. ama farklı bir açıdan.
bir tarafta sabahtan akşama kadar sokakta top koşturup, top ayaklarına gelince “hacciiiii” diyen, eve üstü başı leş, bir de geç gidince paparayı yiyen çocuklar; diğer yanda çok, çok büyük paraların döndüğü, çok büyük kazançların elde edildiği bir pazar. kendi topluluğu, para babaları, mafyaları, örgütleri, hatta sınıfları olan, çok büyük bir kısmını görmeyip duymadığımız apayrı bir dünya…
insan sosyal bir varlık, ihtiyaçları var. sevmek, sevilmek, ait olmak, daha büyük bir bütünün bir parçası olduğunu hissetmek, anlamlı olmak... bütün bunlar, futbolun belirli bir kısmını karşılayabildiği ihtiyaçlar aslında. mesela ben her zaman şöyle düşünürüm,
galatasaray’a duyduğumuz sevgi eşsizdir. koşulsuz bağlılık, sevgi… kocaman bir ailenin parçası olmak gibi, bir kulübü sahiplenebilmek, galatasaray taraftarı olmak, yani ait olmak...
işte futbolun ve takım tutmanın yani taraftarlığın; insanın bu sosyal ihtiyaçlarını karşılaması, bu kadar büyük bir potansiyele sahip olması, insanlar tarafından “değerlendirilmiştir” diyebiliriz. yani, para için insanların pek çok duygusu sömürülür: taraftarlık da bunlardan biridir. bugün değil takımların, bahis şirketlerinin kazandığı paralar bile benim değil bir arada görmeyi, muhtemelen bir arada duymadığım miktarlardır. bugün futbol, oynayanların alınıp satıldığı, kiralandığı bir endüstridir. bugün iyi bir futbolcunun bonservis bedeli milyon eurolarla ölçülmektedir.
bizim için bir ilgi alanı, güzel bir oyun, bir tutkuyken, başkaları için bir iş sahasıdır futbol, hatta yatırım aracı... ve biraz da bu yüzden bizim takımlarımıza duyduğumuz sevgi kadar saf ve temiz değildir. işin içine milyonlarla ölçülen paraların, bahislerin girdiği günden beri kirlidir. çok açık ve net bir şekilde söyleyebilirim ki, özellikle bahis oyunları olduğu sürece futbolda hep şike olacaktır, futbol bizim onu gördüğümüz saflığından uzak, hep kirli olacaktır. ama… bunları her ne kadar öyle olsalar da, bu başlık altında eleştiri olsun diye söylemiyorum. anlatmak istediğim çok farklı bir şey.
bu kadar çok para dönüyor dedik ya, en temel nedeni rekabettir. rekabetin verdiği heyecan, kazanıldığında hissettirdiği üstünlük. bunlar futbolu bu kadar göz önünde ve ayakta tutar, heyecanı körükler. vazgeçilmez hale getirir belki. yani futboldan para kazanan
* hiç kimse futbolda rekabetin sönmesini istemez.
ülke federasyonları, futbola hükmediyor dediğimiz çatı kuruluşları, organizasyonlar, hatta belki de en çok para sağlayanlardan biri olan medya... hepsi daha çok rekabet olsun ister, çünkü “heyecan” satar. işte bu durum, bu örgütleri, işler istenildiği gibi gitmediğinde duruma müdahale etmeye iter.
nasıl kulüpler başarısız olma ihtimaline karşı şike yapıyorlarsa, aslında tarafsız olması gerekenler rekabet artık eskisi kadar heyecan vermeyecek bir yola girdiğinde, kendi çıkarları doğrultusunda, rekabetin zayıf kalan tarafını kollarlar. işte türkiyede bu durum, hepimizin bildiği gibi galatasaray’ın 4 sene üst üste şampiyon olmasıyla başlayan günlerden, avrupa’ya en büyük cimbom yazdırmasına uzanan süreçte ve sonrasında ortaya çıkmıştır.
“
4 sene üst üste şampiyon olduk, avrupanın kralı olduk.”
bu cümleyi özellikle galatasaraylı olmayanların, bugün galatasaraydan büyük olduğunu iddia edenlerin iyi okuması lazım. sindirmeleri lazım, imkansız olsa da. ama hepsinden önemlisi anlamaları lazım galiba.
4 sene üst üste şampiyon olduk… avrupanın kralı olduk… biz de kendi çapımızda bir empati yapalım burada. karşı taraf bağırıyor. 4 sene üst üste şampiyon olduk avrupanın kralı olduk… gerçekleri tarih yazar, tarihi de galatasaray.
kulaklarınızda çınlıyor, “
şampiyon”,”
avrupanın kralı”, “
tarih”.
o zamanlar elde yok avuçta yok. ne bir 6-0 ları var tutunacak, ne “10 senedir bizi yenemiyorsunuz kadıköyde”. ne var?
burada başlıyor işte,
galatasaray adını, değil 10 yıl, 150 yıl geçse de unutulmayacak bir şekilde dünya futbol tarihinin sayfalarına kazırken, tek başına ülke futbolunun miladı olurken, türkiye sınırları içinde ona en yakın sayılabilecek rakibi fazlaca geride kalıyor.
desteklenmesi lazım, yoksa iş yaş. ülke futbolu galatasaray’a rağmen o zaman da pek parlak durumda değil ama… hazır gelişebilecekken rekabetin zayıflaması, heyecanın ölmesi kimsenin işine gelmiyor. bununla başlayan arkadan destekleme durumu, belirli dönemlere damgasını vuran çifte standartlar, bazı anadolu takımlarının hali hazırda var olan fenere yatma kültürünün tavan yapması, medyanın taraflı yayın yapmanın suyunu çıkarması…
eski bir rakipten, yeni ve suni bir rakip yaratılıyor galatasaray’a.
sonraki yıllarda da ivmesini artıracak bir üstünlük yaratma çabası alıp başını gidiyor yıldan yıla. bugün
fener medyası dediğimiz şey ayyuka çıkıyor. yaşını başını almış koca koca adamlardan tutun medyaya, sıradan insanlara kadar, ağızlarda
boşluklara aslında hangi takımın adını yazarsan yaz gidecek sözler… yapay bir "siz aslında daha üstünsünüz, çok büyüksünüz, herkes sizden korkuyor…" aşılanıyor.
yapay bir “ne olursa olsun kimse sizinle yarışamaz”...
yapay diyorum çünkü cidden, taraflıyım ama tarafsız baksan da yok ki öyle bir şey. ne tribün olarak bir üstünlükleri var, ne sayı olarak, ne tarih olarak, ne başarı olarak, ne duruş olarak… yok oğlu yok. bir
sanrı, ve o sanrıya kapılıp giden milyonlarca insan. bir şeyi 40 kere söylersen gerçek olur mu derler? aslında şöyle olmalı, bir şeyi 40 kere söylersen kendini onun gerçek olduğuna inandırırsın.
bu aşılama da, tuhaf ama, tutuyor işte. bugün ortaya çıkan durumun, yarı kızarak, yarı eğlenerek baktığımız görüntülerin, “bukalemun, bize komplo kurdular,
fenerbahçe barcelonaya rakip olacaktı, herkes fenerbahçeyle uğraşıyor, bakın
hep fenerbahçe konuşuluyor…” gibi söylemlerin de baş sorumlusu aynı zamanda bu yanılsamalar. örneğin; konuşulanların iyi ya da kötü oluşu onlar için fark etmiyor. reklamın iyisi kötüsü olmaz misali, şike iddiasıyla bile olsa gündemde kalmak yetiyor. hatta bir dönem, bir büyüklük ölçütü olarak “kendilerinden ne kadar çok insanın nefret ettiğini” bile kullanır hale geliyorlar.
bugün biz "fenerbahçe taraftarı neden böyle?" diyoruz. neden eleştirmiyor, neden herkese laf yetiştiriyor da kendi kulübünün yanlışına asla tavır koymuyor, kulübü rezil rüsva eden insanların önünde el pençe divan duruyor… neden yüzleri kızarmıyor? neden?
zorundalar. mecburlar yani. böyle olmamak gibi bir şansları yok ki.
fenerbahçe taraftarı galatasaray taraftarının “astığım astık kestiğim kestik”, “kimse galatasaray’dan büyük değil” karakteristiğine sahip olsa; fenerbahçe devamlılığını sağlayamaz çünkü. kaybolur gider. o yüzden fenerbahçe taraftarı mecbur biat etmeye. bir arada kalmaya, eleştirmemeye, kendilerini olduklarından büyük ve üstün görmeye mecbur.
taraftarlarının internette gördüğümüz, orada burada okuduğumuz söylemleri, nereden çıktığını anlayamadığımız tuhaf kibirleri. “bu kafa ne kafası” dediğimiz sanrıları. 6 kasım yıldönümü kutlayıp, uefa kupasının tamamen unutulmasını beklemeleri,
galatasaray’ın g’sini 6 yaparak egolarını tatmin etmeye çalışmaları, bir türlü
cimbom yazmayı öğrenemeyişleri, hakaretleri…
hepsi, yazarken belki çok güçlü hissettiriyor onlara ama bana okurken durumun aslında ne kadar acıklı olduğunu gösteriyor. kullandıkları argümanların hemen hepsi, arkadan itelene itelene
galatasaray'a rakip oldurulduklarının göstergesi, çaresizliğin insanı ne hallere düşürebileceğinin hatırlatıcısı benim için. galatasaray'ın eski rakibinin,
sonradan oldurulmuşluğunun kanıtı.
belki onlar da farkındalar bunların, belki değiller. muhtemelen değiller ama... ne acı
ezeli rakip diye anıldığın takıma yetmemek, yetişememek... kaybolup gitmemek için desteklenmek, değiştirilmek zorunda kalmak.
eskiden olduğun takımı tarihe gömüp,
suni bir rakip olmak.
ne zordur... asla bilemeyeceğiz.