670
bu aralar çok mektuplaşıyoruz hocam belli ki işler iyi değil. ki işler iyi de olmayabilir, bazen şer bütün hayırlar için sebeptir, fakat galatasaray arması zavallı olamaz. hocam, kabul edelim, dün kötü değildik, işler kötü gitmiyor da değildi, yenilmedik, hatta bu hezimet de değildi, bu zavallılıktı hocam. çünkü kötünün bir yerinde iyi olma durumu, işlerin kötü gitmediği durumların muhakkak iyiye evrileceği, yenilgilerin galibiyetlere çok şey öğrettiği, bir hezimetin bile zaferler için yol açtığı vardır, ama bir zavallı durumun hiçbir şeyi yoktur. yalnızca zavallıdır, katlanır, isyan etmez, boyunduruğuna aşıktır, tepki vermez, eziktir, kabullenir ve genel olarak bir kez bile başını yukarıya kaldırmaz. galatasaray arması dün gece sahada doksan dakika boyunca bir kere bile başını kaldırmamıştır ve bu yüzden zavallıydı hocam.
beni üzen kaç adet gol yediğimiz değil, goller atılmak kadar olduğu gibi yenilmek içindir ve ben futbolda da hayatta da atmaktan ziyade yemenin insan ömrü için (hatta bir gelişme büyüme olgunlaşma ve anlama için) daha faydalı olduğu kanısındayım. atmak sana bir şey öğretmez ama yediğin gollerdir seni insan eden, büyüten. dün altı gol yedik hocam, çok zavallı duruyorduk ve eğer bu taraftarın bir resmi olsun istersen dün geceye ait muslera’nın altıncı golden sonra dizlerinin üstüne çöküp elleriyle gözlerini kapattığı o andır. hocam, mutsuzluğun resmini yapabilir misin demişti ya büyük şair, dün milyonlarca galatasaraylı o resmi gördü işte. oysa biliyorsun, çok mektuplaştık seninle, bizim resimlerimizde hep direnen, isyan eden, yenilse bile dizlerinin üstüne çökmeyen bir arma vardı. dün gece bizi, mağlubiyetten çok -inan bana- o resim üzdü.
hocam,
bazen ne dediğini, nereye ne mesaj verdiğini anlamıyorum. beşiktaş maçından sonra bu armayı hak etmeyenler var minvalinde bir konuşma yaptın ve fakat aynı hak etmeyenleri yine dün gece arma ile buluşturdun. içeriye dışarıya söylediklerimiz var ama bir de söyleyemediklerimiz var dedin, hocam kiminle konuşuyorsun, tam karşında biz varız, iyi günde kötü günde, içerisi kim dışarıdan birileri mi var, kim onlar, hocam, en doğrusunu dosdoğru bu taraftara neden anlatmıyorsun? daha evvel de mayıstan sonra anlatacağız, konuşacaklarım var dedin ama hep hasır altı yaptın, her şampiyonluk bu sözleri unutturdu ama artık belki de dosdoğru anlatmak lazım hocam, ne dersin? bir de durmadan ocak ayını beklesinler cümlen kafa karıştırıyor hocam, bu takım yaz döneminde başka bir ekiple mi kuruldu, senden bağımsız çalışan bir teknik ekip mi var, niye ocağı bekliyoruz madem ocağı bekleyeceğiz haziran temmuz ve ağustos ve eylül ayında ne yapıyoruz? biz oyuncunun geçmişine yatırım yapıyoruz halbuki geleceğine yatırım yapmalıyız diyorsun, ki altına imzamı atarım, zaman zaman bizim de bu çukura düştüğümüz oldu, ama madem geçmişe değil de geleceğe inanıyorsun o zaman yap hocam. evet yap! bunu sadece bizim takımda değil, bu ülkede yapacak tek antrenör sensin, bu taraftar sana inanır, güvenir, sen kendin diyorsun hocam, o zaman niye inandığın şeyi yapmıyorsun, o içindeki dış-kişiler kim hocam, ben bu oyuna bu oyuncuya inanıyorum desen bu taraftar arkandan gelir, yanında durur, içerde dışarıda nerede olursa olsun seni yalnız bırakmaz, o zaman hocam soruyorum, fatih terim’in bile içinde dışında köşesinde bir yerinde fatih terim’i halt eden, ikna eden, ve hatta elini kolunu bağlayıp durmadan ocağı bekleyin dedirten kim, kov onları hocam!
hocam haddim değil, affına sığınarak diyorum, çoğu zaman insanın en büyük düşmanı bizatihi kendisidir, o içeride dışarıda anlatamadığın, sana ket vuran, engel koyan, hatta bazı oyuncular konusunda yanıltan belki de sensin hocam. sağlam bir özeleştiri ile kendinle oturup sıkı bir konuşma yapmanın zamanı geldi belki de, bu seni küçük yapmaz, sen daima büyük bir tarihin unutulmaz yazıcısısın, insana her daim reset lazım hocam, sen yapmazsan kimse yapamaz hocam.
ayrıca isminin önündeki sıfat -şu imparator lafı hocam, imparatorları imparator yapan, ya da boşver be hocam bak biz bizeyiz açık konuşalım, bazen insanı kendiyle kavga ettiren, kendiyle didiştiren şey ünvanlardır, sıfatlardır, bak ne diyeceğim hocam, şu imparator mevzu sana doğru düzgün düşünmene ket vuran olabilir, imparatorda şaşa var çünkü, kabarma var, kibir var, büyüklük var, ben hata yapmam var, o en iyisini ben bilirim var. şöyle yapalım hocam, sen galatasaraylı fatih’sin, bu sıfat, bu dünyada sana verilmiş en güzel ünvandır, çünkü evet hocam dün geceki zavallı oyunumuzu ve sondaki muslera’nın resmini imparator terim anlamaz, ocağı bekleyin der, içeride dışarıda bir şeyler oluyor der, bir ben var bende benim içimde bir de sen varsın dışımda bilmem ikisi de şimdi nerede der, mülakat verir imparator terim, formanın hakkını verenler oynayacak der sonra formayı hak etmeyenlere verir imparator terim, ne yapalım der imparator terim ocağa kadar bu oyuncu grubu ile devam edeceğiz, zavallı bir futbola gözyaşları içinde bakmayı, sabaha kadar uyuyamamayı, bazı futbolcuları hiç anlamamayı, bazı futbolcuların aidiyet duygusunun bittiğini galatasaraylı fatih anlar. cümleyi de şöyle bitirir galatasaraylı fatih, umutsuz muyuz hayır, çünkü umut galatasaraydır, fatih yanına galatasaraylı ünvanı geldiği için büyük ve anlamlıdır, çünkü galatasaray neyin önüne gelirse onu büyük yapar, efsane yapar, ben bir fatih galatasaray’ın önüne arkasına içine dışına neresine gelirsem geleyim galatasaraylı fatih’im, beni fatih yapan galatasaray’dır, zira tek büyük galatasaray’dır, ve işte tam da buradan ayağa kalkıp yumruğunu kaldırmayı bilir galatasaraylı fatih.
hocam,
bu mektubu imparator terim’e göndermedim. rica ederim ona okutmayın. bu mektubu galatasaraylı fatih’e yazdım, o okusun, beni ancak o anlar.