• 255
    yine enfes bir yazı daha yazmış.

    --- alıntı ---

    rüştü’nün yüzüne bakmak

    10 yaşında, tam yirmi dört çocuğun beraber kaldığı yüz metrekarelik karanlık bir yatakhanede, masa lambası yardımıyla radyodaki spor programlarına 5-10 sayfalık mektuplar yazdığımda da; galatasaray lisesi veya robert kolej’e girebilecekken (ailem istanbul’da yaşadığı halde) ankara atatürk anadolu lisesi’ni tercih ettiğimde de kafamda aynı şey vardı: bir yolunu bulup futbolcu olacaktım. okumamı çok isteyen ailemden 500 kilometre, gençlerbirliği spor kulübü tesisleri’nden 500 adım uzaklıktaki bir okul beni hayallerime daha yakın kılabilirdi.

    olmadı… amatör düzeyde çok çırpınmama rağmen profesyonel futbolcu olamadım… ya da aslında oldum da diyebiliriz, ama yalnızca geceleri! yaklaşık 30 senedir hemen her gece rüyamda futbolcu oluyorum çünkü! bir geceyi allianz arena’da, başka birini maracana’da geçiriyorum yıllardır. önce rıdvan gibi vitesi birden beşe atıyorum süratle. sonra tanju gibi ayak içi plaseler vuruyorum kalecinin soluna. benimkilerin yanında hami’nin frikikleri, şifo mehmet’in ara pasları halt ediyor!

    yaş aldığımız için mi, yoksa birazdan anlatacağım davranışın göz alıcılığından mı bilmiyorum; iki yıldır rüyalarım da değişti biraz. hâşâ, futbolcu olma hayalimden vazgeçtiğimi zannetmeyin, dün gece camp nou’daydım yine! ama bu kez üstümde 10 numaralı forma değil, kaleci kazağı vardı garip bir şekilde…
    ***
    aslında her şey 15 mart 2010 akşamı başladı… denizlispor’la beşiktaş arasında oynanan sıradan bir süper lig maçını izliyordum. her şey aynıydı, herkes aynıydı… bizim trilyonluk futbolcular yine çok basit bir taç atışı için bile göz göre göre yalan söylüyor; hakemi aldatıp ufacık bir menfaat sağladıklarında da yüzleri hiç kızarmıyordu.
    bir tek farklılık vardı sadece sahada… adı rüştü’ydü.

    denizlili bir futbolcunun şutunu parmaklarının ucuyla kornere çelmiş, hakemin yanlışlıkla aut kararı vermesine gönlü razı gelmemişti. nazikçe uyardı hakemi, jest ve mimiklerle topun kendisinden çıktığını ifade etti.
    hakem şaşırdı, ne yapacağını bilemedi, “ben öyle gördüm” dedi çaresiz… biz şaşırdık. herkes şaşırdı. belli ki rüştü’nün dünyası, geri kalanlardan biraz farklıydı. yaptıkları işin altı üstü spor olduğunun farkındaydı, bir maç kazanıldığında diğerinin kaybedildiğini öğrenmişti. bir sezon bir takım şampiyon oluyordu, öbür sezon diğeri. lâkin esas kazanç altın yaldızlı kupalar değil, eve gidip sofraya oturulduğunda çocuklara yedirilen helal ekmeğin gururuydu.
    ***
    benim de çeyrek asırlık 10 numaralı forma maceram o gece bitmişti işte! artık rüyamda maradona’nın/platini’nin değil rüştü’nün formasını giyiyordum.

    çünkü rüyalarım 1 günlüğüne gerçek olsa ve bir seferliğine yeşil çime çıkma şansı bulsaydım; sizi temin ederim, hagi gibi bir frikik, rıdvan gibi bir çalım atmanın değil, rüştü gibi topun kornere çıktığını itiraf etmenin gururunu yaşamak isterdim. çünkü o gurur, bin tane messi golü, bin tane ronaldo çalımından daha değerlidir benim nazarımda.

    1 numaralı forma
    işte o anıt adam, işte o yaşayan efsane rüştü, geçtiğimiz perşembe akşamı saat 23:00 sularında son kez giydi 1 numaralı formayı. kolundaki kaptanlık bandını emre’ye verdi usulca. kaleci kazağını da volkan’a devretmişti zaten çoktan. ama o bandın, o formanın ne anlama geldiğini, rüştü’den onları devralmanın manasını biliyor muydu o gençler, işte bundan şüpheliyim…

    rüştü’nün 18 yıl ve 120 maçlık onurlu milli takım kariyerinin bitişinin sadece 48 saat sonrası… rüştü’nün 1 tonluk formasını devralmış ama belli ki o ağırlığı taşıyamamış milli kalecimiz volkan, foto muhabiri vedat danacı’yı sadece işini yaptığı için “evinden aldırmakla” tehdit ediyor! videoyu izlemişsinizdir, volkan’ın vedat’ı tehdidi, anlık bir sinir krizinin sonucu değil. kavga (aslında tek taraflı kavga) başladıktan iki buçuk dakika sonra geliyor tehdit. bir öfke kontrolü problemi değil bence. bedenini dev aynasında görürken, ruhunun cüceleştiğinin farkında olmama durumu bu.

    bu hadiseyi yalnızca volkan-vedat ekseninde ele almanın ne kadar yanlış olduğunu da hepimiz biliyoruz aslında… fitiller, utanç verici isviçre olaylarıyla terim tarafından ateşlenmiş. bayrak, basın tribününe ahlak dışı el hareketi yaptığı halde milli takım kaptanlığıyla ödüllendirilmiş emre tarafından taşınıyor. belki gözünüzden kaçmıştır, aynı emre daha iki gece önce bulgaristan maçının hakemi grobelnik’i, sadece toptan kaçamadığı ve takımımızda kalacak meşin yuvarlağı istemeden engellediği için bir buçuk dakika azarladı. tam bir buçuk dakika!

    terim artık galatasaray’ın antrenörü. onun hesabı artık sadece kendisiyle ve kamu vicdanıyla görülecek. ama avcı’nın durumu farklı. avcı komple bir kamuoyu desteğiyle, spor camiası teveccühüyle ulusal takımın antrenörlüğüyle taçlandırılmış tertemiz/yepyeni bir isim. onun milli takımı sadece bir başarı veya ödül merkezi değil, bir erdem merkezi yapma şansı vardı. ama olmadı…

    eğer volkan-caner hadisesinde oyuncularını yanına alıp (volkan’a ters bakmaktan başka!) hiçbir günahı olmayan emekçilerden özür dileselerdi, böyle bir şansı olabilirdi. ama olmadı. böylece milli takımda vandalizm devri neredeyse on yaşına girdi. belli ki çok umut bağladığımız avcı döneminde de hiçbir şey değişmedi…

    ***

    milli takımın kaptanı belözoğlu… milli takımın teknik patronu avcı… tff başkanı demirören…

    kamuoyuna ve emeğe/emekçiye saygınız olmayabilir. ama hiç olmazsa tek bir adama saygı duymak zorundasınız.

    rüştü’nün federasyon başkanı olmak zordur. rüştü’nün kaptanı olmak zordur. rüştü’nün hocası olmak yürek ister. eğer ben milli takımı sizler ve sizden öncekiler gibi “evden eve mafyöz nakliye şirketi”ne çevirseydim, en azından rüştü’nün yüzüne bakamazdım.

    siz hâlâ nasıl bakabiliyorsunuz, gerçekten merak ediyorum…

    --- alıntı ---

    http://www.meleke.com/?p=5035
App Store'dan indirin Google Play'den alın