46
altı üstü futboldur. yani, sekebilen, zıplayabilen ve en acımasız şekilde hiç adilane duygusu olmayan bir şey peşinde koştuğunuz. top, diyorlar...hiç de öyle güvenmedim, güvenmem de. ama içinize giydiğiniz o parçalı-forma dünyanın her yerinde, her zaman, bugün ve yarın da, yani size sadece aşkla bağlı olan ve mesela metin oktay'ın kalbinin üstüne elini koyup o durduğu resim var ya, mesela top sekse de olur sekmese de. o an, geriye sadece kalan parçalı formadır. o yüzden, en kötü ya da umutsuz kaldığınız anda dahi, yani tam da her şeyin bittiğini sandığınız o anda, parçalı formanın üstüne alın terinizi siliyorsunuz ya, işte orada siz de bir an durun ve elinizi kalbinizin üstüne koyun..
yoksa, inanın, altı üstü futboldur. ve futbol saçmalamaya en müsait oyundur.
ama parçalı öyle değildir.
niye öyle değildir, hiç düşündünüz mü?
mesela, metin oktay için seken, zıplayan bir şey değildir, adilane olmasa da parçalının gücüyle büzüşür ya dünya, parçalının karşısında. ya da hagi hani monoca'ya o gece orada, hani kırk metreden. ben gördüm, hiç sekmedi.
veya prekazi'nin ondan da evvel bir başka gece, orada, yerden bir mermi gibi sekmeden giden o topu, gözlerimle gördüm.
popescu'nun penaltısının karşısında dizlerinin üstüne düşen şey, o adilane olmayan şeydi, yani seken-zıplayan...
bakın, isterseniz, hocanıza da sorun, o da bilecektir, nice anılarda büyüyen o gücün adı parçalıdır.
olur da sıkılırsa yüreğiniz, dara düşerse ayağınız, ve vurduğun yere gitmese topun; sıkılma, altı üstü futboldur, biz parçalıyı sevdiğimiz ilk bakıştan bu yana hiç dara düşmedik, en dar alanda şuta maruz kaldığımız zamanlarda bile; sen de sıkma canını, kaldı iki maç, iki maçın ikisi de altı üstü futboldur -evet bazıları altını üstüne getirmiştir ama senin de büyüklüğün, yani tarihten gelen görevin budur: altını üstünü doğruya dümdüz etmek- eğer çok sıkılırsan, duraksa,
gözlerini dikmiş sahanın kenarında sana bakan o gözlerin ta içine bak; o galatasaray'ın da gözleridir; orada hep 'başı dik durur'
bir de elini kalbinin üstüne koy, parçalının kokusunu al, ben gördüm, inan bana, sen de göreceksin;
o an işte, o vakit; zıplamaz, sekmez, ve istediği kadar adilane olmasın gene tarihten gelen efsanelerinin ve o şanlı tarihinin vurduğu yerde biter top.
çünkü sen, onun adını ilk değiştirensin...
yoksa, inanın, altı üstü futboldur. ve futbol saçmalamaya en müsait oyundur.
ama parçalı öyle değildir.
niye öyle değildir, hiç düşündünüz mü?
mesela, metin oktay için seken, zıplayan bir şey değildir, adilane olmasa da parçalının gücüyle büzüşür ya dünya, parçalının karşısında. ya da hagi hani monoca'ya o gece orada, hani kırk metreden. ben gördüm, hiç sekmedi.
veya prekazi'nin ondan da evvel bir başka gece, orada, yerden bir mermi gibi sekmeden giden o topu, gözlerimle gördüm.
popescu'nun penaltısının karşısında dizlerinin üstüne düşen şey, o adilane olmayan şeydi, yani seken-zıplayan...
bakın, isterseniz, hocanıza da sorun, o da bilecektir, nice anılarda büyüyen o gücün adı parçalıdır.
olur da sıkılırsa yüreğiniz, dara düşerse ayağınız, ve vurduğun yere gitmese topun; sıkılma, altı üstü futboldur, biz parçalıyı sevdiğimiz ilk bakıştan bu yana hiç dara düşmedik, en dar alanda şuta maruz kaldığımız zamanlarda bile; sen de sıkma canını, kaldı iki maç, iki maçın ikisi de altı üstü futboldur -evet bazıları altını üstüne getirmiştir ama senin de büyüklüğün, yani tarihten gelen görevin budur: altını üstünü doğruya dümdüz etmek- eğer çok sıkılırsan, duraksa,
gözlerini dikmiş sahanın kenarında sana bakan o gözlerin ta içine bak; o galatasaray'ın da gözleridir; orada hep 'başı dik durur'
bir de elini kalbinin üstüne koy, parçalının kokusunu al, ben gördüm, inan bana, sen de göreceksin;
o an işte, o vakit; zıplamaz, sekmez, ve istediği kadar adilane olmasın gene tarihten gelen efsanelerinin ve o şanlı tarihinin vurduğu yerde biter top.
çünkü sen, onun adını ilk değiştirensin...