86
maçın biletlerini günler öncesinden almıştık üniversiteden arkadaşlarla. eski açıkta olacaktık. doğruyu söylemek gerekirse şampiyonluktan umudumuz pek yoktu çünkü galatasaray'ın kazanması yetmeyecek bir de üstüne fenerbahçe'nin denizlispor'a puan kaybetmesini bekleyecektik.* bizim maça gidiş amacımız, sezonun son maçı olduğu için takıma sezon boyunca vermiş olduğu emekler için teşekkür etmekti. şampiyon olursak da kaymağı olur diye düşünüyorduk. maç günü gelmişti. bağdat caddesi civarlarında oturduğumdan dolayı maçtan önceki bir hafta boyunca fenerbahçe taraftarının caddeyi bayraklarla süslediğini görmek zorunda kalıyordum. inşallah o bayraklar kıçınızda patlar diye geçiriyordum içimden her gördüğümde. neyse maç günü geldi, sıcacık bir mayıs günüydü. parıl parıl parlayan güneş sanki akşam yaşanacakların habercisi gibiydi. formalarımızı giydik ve ali sami yen sokağa attık kendimizi. caddeden geçtiğimiz için fenerbahçe taraftarının sözlü tacizlerine de maruz kalmıştık, hepsi şampiyonluktan emindi. artık saat yaklaşıyordu, maç öncesi eğlence faslını bitirerek yavaş yavaş tribüne girmek için turnikelere giderek tribündeki yerimizi aldık. maça iyi başladık, golü erken bulduk. artık bütün kulaklar denizli'deydi. maçın ilk yarısında denizlispor gol attı diye bir söylenti çıktı ve aniden yayıldı tribünde ama yanımda radyo ile maçı dinleyen gözlüklü bir abimiz ısrarla gol olmadığını söylüyordu. heyecanlanmıştık ama çabuk kendimize geldik. derken ilk yarılar bitti ve ilk yarının skorlarına göre şampiyon bizdik. 45 dakika sonra belli olacaktı kimin şampiyon olacağı. ikinci yarıda golleri arka arkaya bularak maçı resmen olmasa da fiilen bitirmiştik. artık futbolcularımızın aklı bile denizli-fenerbahçe maçındaydı. ve denizli'nin golü attığı an geldi, önce tribündeki uğultular ve sonra yanımdaki radyodan maçı dinleyen adamın gool diye bağırışıyla kopmuştuk dünyadan. "ulan olacak mı yoksa" demeye başladı herkes. bizim maçın bitiş düdüğü çaldı ve o meşhur 16 dakika başladı. yemin ediyorum 16 dakika değil 16 saat gibiydi o an. ulan 16 dakika dediğin zaman nedir ki? evinde bilgisayar başında arka arkaya 3 şarkı dinleyince zaten kafadan 15 dakika geçiyor ama o an orada saat durdu, saniyeler işlemiyordu. böyle birşey olamaz. ağlayanlar mı dersin, bildiği bütün duaları edenler mi dersin, tribünün betonuna yatıp gökyüzünü izleyenler mi dersin. herkesin kayış koptu. kimse kendinde değildi. yanımızda maçı dinleyen abinin etrafında en az 100 kişi toplanmıştı ve adamın iki dudağından çıkacak bitti kelimesini bekliyorduk. appiah'ın kaçırdığı gol sırasında maçı dinleyen abimiz gözlerini kapatınca ve yüzü garip bir şekle girince "eyvah sıçtık, attı ibneler" dedik ama sonra "ohh kaçırdılar" diyerek rahatlattı bizi. en sonunda duymak istediğimiz o "bitti" kelimesi çıktı adamın ağzından. bir insan hayatında hiç tanımadığı bir adama sevgilisi gibi sarılır mı? evet sarılır. yanımda arkadaşlarım olmasına rağmen ilk onunla kutladım şampiyonluğu. olur da uzun yıllar yaşarsam 80 yaşına geldiğimde bile unutmayacağım o güzel adamı. maçta yaşanan pozisyonların, atılan gollerin hiçbiri net olarak aklımda değil ama tribünde yaşananların hepsi sanki dün akşam yaşanmış gibi. insanoğlunun yaşayabileceği bütün duygular yaşandı bu maçta. korku, stres, heyecan, sevinç, hırs, gözyaşı, gurur, mutluluk. o maçı yerinde izleyen 25 bin insandan biri olduğum için kendimi şanslı sayıyorum. yazının başında da belirttiğim gibi maç öncesi ne benim ne de stat etrafında konuştuğum çoğu kişinin şampiyonluktan fazla umudu yoktu ama maçın bitişiyle hayatımın en unutulmaz maçları listesine ilk sıradan giriş yapmıştı bile. hagi'nin söylediği "galatasaray adının geçtiği her yerde umut vardır" lafının ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım. fakat nereden bilebilirdik ki tarihe tanıklık edeceğimizi, böyle bir sezonun efsane bir sonla biteceğini?