223
güzel sonların takımıyız biz; kabus gibi başlasak da güzel bitirmek önemliydi.
gecenin en tartışılan, konuşulan isminden başlamamız gerek; sabri sarıoğlu. maçı evde takip ederken biryandan twitter'daydım. 2-0 geriye düşmemizle birlikte skor taraftarları da peydah olmuştu tamamen. takıma siktir çekenler mi dersiniz, sabri odaklı küfür yağdıranlar mı, fatih terim'e sabri tercihinden saydıranlar mı... bu kadar kolay olmamalı bence gönül verdiğimiz renklere karşı bakış açımız, duruşumuz. siktir çekmek nedir arkadaş, ben de en az onlara kadar sinirliydim, fakat 2-0 geriye düştüğümüzde bile maçı kazanacağımıza dair olan inancım tamdı. kaldı ki bu inancın karşılığı da puanlarla ölçülemeyecek kadar büyük. taraftarlıklarını, insanlıklarını kaybeden bu bünyelerin yanında da olası 3 puan kaybımızın lafı olmazdı.
sabri'den devam edelim yine. maç öncesi de yazmıştım, durumu belli değildi ve takımla antrenmanlara başlamış olsa da tam olarak hazır olmayabilirdi. fakat fatih terim bana göre de sabri'yi deneyerek doğru yaptı çünkü semih - ujfalusi ikilisini bozmak istemedi. farklı tercihler de vardı, ujfalusi'yi sağa çekmek, servet ya da gökhan'ı stopere koymak gibi. fakat en mantıklısı haftalardır kazanan takımın defansıyla olabildiğinde az oynamaktı, imparator'a bu yüzden teşekkür ve takdir etmek gerek. sabri hazır değildi, uzun bir sakatlıktan çıktı, maç, antrenman eksiği gibi kavramlar vardır futbolda. fakat yenilen goller sonrası (burada parantez açmam elzemdi, yenilen gol takım olarak yenilmiştir, melo, sabri, muslera veya herhangi bir oyuncuya tek başına yüklenemez) bu kavramları gözardı edip sabri'ye sallamak da cehaletin, körlüğün göstergesidir tamamen.
2 farklı geriye düştüğümüzde de galibiyet için iki seçeneğimiz vardı: ya ilk yarıda gol bulup soyunma odasına 2-1 girecektik, ya da ikinci yarının hemen başında erken bir gol bulacaktık. kısacası kıvılcımı olabildiğince erken çakmalıydık, çünkü geçen her dakika samsunspor'un direnci ve savunması daha da artacaktı. nitekim ikinci yarının hemen başında da semih'imiz kaya'mız golümüzü buldu, ayağına, kafana sağlık semih'im, adaşım. bu arada devre arasında ise maçı çevirebileceğimiz düşüncesinden ötürü aklıma sebepsiz 24 ekim 1998 galatasaray samsunspor maçı gelmişti. hala hafızamdadır, spikerin ''galatasaray 11 dakikada maçı çevirdi'' sözü.
dün geceki galibiyet, takıma her an inancını koruyanlarındır. selçuk'un füzesi ile dengeyi sağladığımızda bile gole sevincimi kısa tutup hemen dakikaya baktım ve 20 dakikaya sığdırmamız gereken galibiyet golümüzü düşündüm. emre çolak'ın yaptığı ortada top havada süzülerek kral'ın kafasına doğru giderken ben kendimi çoktan hazırlamıştım ''goool'' diye çığlık atmaya. o kusursuz ortayı da golle bitirmek yakışırdı baros'a.
gelelim bu akşamtan çıkarmamız gereken derse;
skor taraftarlığı yapmamalıyız, yapanları da anlayacakları dilden uyarmalıyız.
(bkz: inat olsun yavşaklara ant içtik şampiyonluğa)
gecenin en tartışılan, konuşulan isminden başlamamız gerek; sabri sarıoğlu. maçı evde takip ederken biryandan twitter'daydım. 2-0 geriye düşmemizle birlikte skor taraftarları da peydah olmuştu tamamen. takıma siktir çekenler mi dersiniz, sabri odaklı küfür yağdıranlar mı, fatih terim'e sabri tercihinden saydıranlar mı... bu kadar kolay olmamalı bence gönül verdiğimiz renklere karşı bakış açımız, duruşumuz. siktir çekmek nedir arkadaş, ben de en az onlara kadar sinirliydim, fakat 2-0 geriye düştüğümüzde bile maçı kazanacağımıza dair olan inancım tamdı. kaldı ki bu inancın karşılığı da puanlarla ölçülemeyecek kadar büyük. taraftarlıklarını, insanlıklarını kaybeden bu bünyelerin yanında da olası 3 puan kaybımızın lafı olmazdı.
sabri'den devam edelim yine. maç öncesi de yazmıştım, durumu belli değildi ve takımla antrenmanlara başlamış olsa da tam olarak hazır olmayabilirdi. fakat fatih terim bana göre de sabri'yi deneyerek doğru yaptı çünkü semih - ujfalusi ikilisini bozmak istemedi. farklı tercihler de vardı, ujfalusi'yi sağa çekmek, servet ya da gökhan'ı stopere koymak gibi. fakat en mantıklısı haftalardır kazanan takımın defansıyla olabildiğinde az oynamaktı, imparator'a bu yüzden teşekkür ve takdir etmek gerek. sabri hazır değildi, uzun bir sakatlıktan çıktı, maç, antrenman eksiği gibi kavramlar vardır futbolda. fakat yenilen goller sonrası (burada parantez açmam elzemdi, yenilen gol takım olarak yenilmiştir, melo, sabri, muslera veya herhangi bir oyuncuya tek başına yüklenemez) bu kavramları gözardı edip sabri'ye sallamak da cehaletin, körlüğün göstergesidir tamamen.
2 farklı geriye düştüğümüzde de galibiyet için iki seçeneğimiz vardı: ya ilk yarıda gol bulup soyunma odasına 2-1 girecektik, ya da ikinci yarının hemen başında erken bir gol bulacaktık. kısacası kıvılcımı olabildiğince erken çakmalıydık, çünkü geçen her dakika samsunspor'un direnci ve savunması daha da artacaktı. nitekim ikinci yarının hemen başında da semih'imiz kaya'mız golümüzü buldu, ayağına, kafana sağlık semih'im, adaşım. bu arada devre arasında ise maçı çevirebileceğimiz düşüncesinden ötürü aklıma sebepsiz 24 ekim 1998 galatasaray samsunspor maçı gelmişti. hala hafızamdadır, spikerin ''galatasaray 11 dakikada maçı çevirdi'' sözü.
dün geceki galibiyet, takıma her an inancını koruyanlarındır. selçuk'un füzesi ile dengeyi sağladığımızda bile gole sevincimi kısa tutup hemen dakikaya baktım ve 20 dakikaya sığdırmamız gereken galibiyet golümüzü düşündüm. emre çolak'ın yaptığı ortada top havada süzülerek kral'ın kafasına doğru giderken ben kendimi çoktan hazırlamıştım ''goool'' diye çığlık atmaya. o kusursuz ortayı da golle bitirmek yakışırdı baros'a.
gelelim bu akşamtan çıkarmamız gereken derse;
skor taraftarlığı yapmamalıyız, yapanları da anlayacakları dilden uyarmalıyız.
(bkz: inat olsun yavşaklara ant içtik şampiyonluğa)