242
liseye gireli henüz bir sene olmuştu, okuldan çıktık arkadaşımla, vurduk kendimizi nevizadeye. maç büyük, umutlar büyük, beklenti büyük ve tabii ki galatasaray olmanın getirdiği özgüven, "biz bunları samiyende eze eze geçeriz" duygusu hepsinden büyük. çektik kafaları bi güzel, ama ufağız daha, zamanlamayı yanlış yapmışız geç çıktık nevizadeden. mecdiyeköy metrosunda indiğimizde ise başladık stada koşmaya. yanımızdan simit sarayı, sultanahmet köftecisi, çadır madır su gibi akıp geçti ve biz iki delikanlı yetişirdik yetişemezdik tartışmaları arasında kapalının duvarlarına dayanmıştık bile.
girdik kapalıya, dakika henüz iki oh dedik çok bişey kaçırmadık. hatırlarsınız, o zaman kapalının eski açık tarafına yarı saydam duvar tarzı bir şey koymuşlardı, deplasman tribününe bişey fırlatılmasın diye. o duvar skorbordu göstermiyordu kapalıdakilere. ilk dakikada gol yediğimizin farkına varmadık bi on dakika. taraftar dediğin maç skorunu tribündeki havaya bakıp anlar aslında ama işte o maç tribün de bi ayrıydı bi başkaydı sanki.
takım kötü oynamıyordu, tribünler tıklım tıklım doluydu. zaten bu ikisi yerindeyse galatasaray için skorun ve zamanın önemi yoktu. kapalıda insanlar ise çift sıraydı. ama öyle lafın gelişi falan değil. bildiğiniz her iki koltuk sırası arasında bir sıra daha vardı ki o da tıkış tıkıştı. neyse bizim takım yüklendi yüklendi, sonunda arda'm attı bi tane. kapalı yıkılıyordu: cimbombomuuum, sen çok yaşaa, canım feda olsun saaana, hiçbir şeyeee, değişilmeeez, senin sevgin buu dünyaadaaa oley oleeey oley oleeey...*
artık herşey istediğimiz gibi olmaya başlamıştı. orası öyleydi de bizim biralar kırmızı damarlardan sarı lizozomlara ulaştırılıp sindirilmiş, böylece tuvaletin yolu da gözükmüştü. arkadaşıma dedim ben yarı bitmeden gideyim de sonra izdiham olacak diye. tuvaleti, ilk yarının son saniyelerine tercih ediyormuş gibi gözükmenin utancı içerisinde pardon diye diye kapalının sağdan ikinci giriş kapısına doğru ilerledim. artık içeri giricem, anam son bi kez sahaya bakıyım dedim bi gelişme var mı falan, sen harry al topu sol ayağına bir zımbala. aman allahım yok ama böyle bir sevinç önümü görmüyorum gol ulan goool diye bağırmaktan. haha, çıkış kapısındayım ya yanımda da polis varmış hani yeşil giyenlerden. herife sarılmışım gol ulan attık goool diye diye. ibne fenerli heralde mum kesildi. neyse o günlük affedelim onu. ama şunu da söyleyeyim bir insan o kadar pis bir tuvallette anca o denli mutlu bir şekilde işeyebilirdi. o sidik kokan tuvalete dolan pozitif enerjiyi inanın kelimelere dökemem.
ikinci yarı da aynı enerjiyle başladı, gol de geldi. ama işte 3-1 oldu ya artık, galatasarayım ah benim galatasarayım illa ki başını yeni bir derde sokardı maç bitimine kadar. özellikle son on yılda o kadar yaşanmış bir durum ki bu ben hiç yadırgamadıydım yani. dediğim gibi iki tane aptal saptal gol yedik fransızlardan. artık dakika 80lere yaklaşıyor, durum 3-3... yüklen babam yüklen, yüklen babam yüklen yok. allahım dakika 90 oldu, iyi de oynuyoruz her geçen dakika baskıyı artırıyoruz bi yandan. ama yok yokuşa sürüklemişiz bi kere işi. hatırlarsınız sabri reyisle de kavgalıyız hepimiz. biz kavgalıyız tabi de, sabri bu; yürek, gönül, kalp, sevda ne ararsan var bu adamda. sen çık, topa vur. o topun kaleye nasıl girdiğinin bizim için o kadar önemi yoktu ki. artık o anda, ne kuşlar ağaçlar, ne amerika kapitalizm, ne ibne medya, ne trafik, ne para, ne pul... attım kendimi kapalıya. attım yahu, ötesi var mı? kaç sıra düştüm ben bilmiyorum, kapalıdaki kimsenin de o golden sonra maçı izlediği yeri bulabileceğini sanmıyorum. sabrinin maç sonu efsane üçlüsünü de unutmamak gerek.
ancak üzülerek şunu söyleyeyim. ben çok özledim o galatasarayı. özledim rakip ayırt etmeyen, ne yapıp edip maçı alan galatasarayı. ve kapalıyı tabii ki. kapalının son maçıydı bu maç. son üçlüsüydü, son haykırışıydı, son yalvarışıydı belki, beni harcamayın, değiştirmeyin, yıkmayın diye. bir daha da adam akıllı yüzü gülemedi güzelim kapalımın. öncesinde gittiğim gibi, o günden sonra da hep gittim kapalıya. ama artık o orada değildi sanki. ruhunu sabrinin üçlüsünde bırakmıştı. yoksa izin verir miydi deri koltukların sahteliğine, eskiden bayraklarla bezenirken şimdi camlarla, ağlarla kaplanıp kafese dönüştürülmesine. vermezdi kapalım.
ve ben. heralde o günden beri gozlerimkapali benim.
girdik kapalıya, dakika henüz iki oh dedik çok bişey kaçırmadık. hatırlarsınız, o zaman kapalının eski açık tarafına yarı saydam duvar tarzı bir şey koymuşlardı, deplasman tribününe bişey fırlatılmasın diye. o duvar skorbordu göstermiyordu kapalıdakilere. ilk dakikada gol yediğimizin farkına varmadık bi on dakika. taraftar dediğin maç skorunu tribündeki havaya bakıp anlar aslında ama işte o maç tribün de bi ayrıydı bi başkaydı sanki.
takım kötü oynamıyordu, tribünler tıklım tıklım doluydu. zaten bu ikisi yerindeyse galatasaray için skorun ve zamanın önemi yoktu. kapalıda insanlar ise çift sıraydı. ama öyle lafın gelişi falan değil. bildiğiniz her iki koltuk sırası arasında bir sıra daha vardı ki o da tıkış tıkıştı. neyse bizim takım yüklendi yüklendi, sonunda arda'm attı bi tane. kapalı yıkılıyordu: cimbombomuuum, sen çok yaşaa, canım feda olsun saaana, hiçbir şeyeee, değişilmeeez, senin sevgin buu dünyaadaaa oley oleeey oley oleeey...*
artık herşey istediğimiz gibi olmaya başlamıştı. orası öyleydi de bizim biralar kırmızı damarlardan sarı lizozomlara ulaştırılıp sindirilmiş, böylece tuvaletin yolu da gözükmüştü. arkadaşıma dedim ben yarı bitmeden gideyim de sonra izdiham olacak diye. tuvaleti, ilk yarının son saniyelerine tercih ediyormuş gibi gözükmenin utancı içerisinde pardon diye diye kapalının sağdan ikinci giriş kapısına doğru ilerledim. artık içeri giricem, anam son bi kez sahaya bakıyım dedim bi gelişme var mı falan, sen harry al topu sol ayağına bir zımbala. aman allahım yok ama böyle bir sevinç önümü görmüyorum gol ulan goool diye bağırmaktan. haha, çıkış kapısındayım ya yanımda da polis varmış hani yeşil giyenlerden. herife sarılmışım gol ulan attık goool diye diye. ibne fenerli heralde mum kesildi. neyse o günlük affedelim onu. ama şunu da söyleyeyim bir insan o kadar pis bir tuvallette anca o denli mutlu bir şekilde işeyebilirdi. o sidik kokan tuvalete dolan pozitif enerjiyi inanın kelimelere dökemem.
ikinci yarı da aynı enerjiyle başladı, gol de geldi. ama işte 3-1 oldu ya artık, galatasarayım ah benim galatasarayım illa ki başını yeni bir derde sokardı maç bitimine kadar. özellikle son on yılda o kadar yaşanmış bir durum ki bu ben hiç yadırgamadıydım yani. dediğim gibi iki tane aptal saptal gol yedik fransızlardan. artık dakika 80lere yaklaşıyor, durum 3-3... yüklen babam yüklen, yüklen babam yüklen yok. allahım dakika 90 oldu, iyi de oynuyoruz her geçen dakika baskıyı artırıyoruz bi yandan. ama yok yokuşa sürüklemişiz bi kere işi. hatırlarsınız sabri reyisle de kavgalıyız hepimiz. biz kavgalıyız tabi de, sabri bu; yürek, gönül, kalp, sevda ne ararsan var bu adamda. sen çık, topa vur. o topun kaleye nasıl girdiğinin bizim için o kadar önemi yoktu ki. artık o anda, ne kuşlar ağaçlar, ne amerika kapitalizm, ne ibne medya, ne trafik, ne para, ne pul... attım kendimi kapalıya. attım yahu, ötesi var mı? kaç sıra düştüm ben bilmiyorum, kapalıdaki kimsenin de o golden sonra maçı izlediği yeri bulabileceğini sanmıyorum. sabrinin maç sonu efsane üçlüsünü de unutmamak gerek.
ancak üzülerek şunu söyleyeyim. ben çok özledim o galatasarayı. özledim rakip ayırt etmeyen, ne yapıp edip maçı alan galatasarayı. ve kapalıyı tabii ki. kapalının son maçıydı bu maç. son üçlüsüydü, son haykırışıydı, son yalvarışıydı belki, beni harcamayın, değiştirmeyin, yıkmayın diye. bir daha da adam akıllı yüzü gülemedi güzelim kapalımın. öncesinde gittiğim gibi, o günden sonra da hep gittim kapalıya. ama artık o orada değildi sanki. ruhunu sabrinin üçlüsünde bırakmıştı. yoksa izin verir miydi deri koltukların sahteliğine, eskiden bayraklarla bezenirken şimdi camlarla, ağlarla kaplanıp kafese dönüştürülmesine. vermezdi kapalım.
ve ben. heralde o günden beri gozlerimkapali benim.