531
galiba en güzeli, bebeklik günleri.
kavgasız, gürültüsüz.
hep güzelliklerle, hep iyiliklerle dolu tertemiz bebeklik günleri...
kendimi tanımaya, benliğimi bulmaya başladığım günlerde herkese bebekliğimi anlattırırdım. nasıl doğdum diye sorardım. kim bilir belki de, benim için ne kadar sevindiklerini merak ederdim...
1936 yılının, ikinci ayının ikinci günü...
karşıyaka çiftefırınlar'da oturanlar o gün ebemin sevinç çığlıklarına koşmuşlar. sekiz kız çocuğundan sonra dokuzuncu doğumda "erkek evlat" sahibi olan anamın çığlıkları ebeminkini bastırmış. ablalarım, babama tuvalette yetiştirmişler büyük müjdeyi:
"koş babacığım, koş... bir oğlun oldu, aslanlar gibi..."
babacığım deli divane olmuş kundağımı görünce. kim bilir belki de adımı dokuz ay ezberleyip beyninde saklamış, kimselere söylemeden...
o mutluluk tablosunda, o büyük sevinç selinde babam eğilmiş ve kulağıma üç defa seslenmiş:
"metinnn...metinnnnn... metin..."
çiftefırınlar sokağındaki 17 numaralı yuvamız, o anda sevinç çığlıklarına koşan konu komşunun istilasına uğramış. hepsi birden koro halinde, o şoktan kurtulamayan anamın kulak zarlarını patlatmışlar:
"fatma kadın, fatma kadın... kundağı açalım bakalım. gerçekten, erkek mi bu güzeller güzeli?..."
kundağımı açanlar, beni mosmor bulunca çıldıracak gibi olmuşlar. ebem, o heyecanla göbeğimi bağlamayı unutmuş.
kundak kan içindeymiş. eğer birkaç dakika daha merak edip açmasalar, herhalde bugün hayatta olmam mümkün olmayacaktı...
çocukluğum harp yıllarına rastlar...nüfus cüzdanımda ekmek karnesinin damgaları doludur. pazen bezinin bile mühürü vardı nüfus cüzdanlarımızda. karın doyurmak bir meseleydi o günlerde. işte öylesine yok günlerde, harp yıllarında büyüdüm... bayramdan bayrama ters yüz olan, büyüklerden küçüklere uydurulan elbiselerle büyüdüm.
bir bayramdı. sanırım ramazan bayramı... 7 yaşındaydım. her evde olduğu gibi bizim fakir yuvamızda da bir tatlı heyecan, bir bayram sevinci vardı... bana da ilk defa bir pantolon, bir gömlek ve bir ayakkabı alınmıştı. bayramlıklarım öyle güzeldi ki. bayram sabahı uyandığım zaman, yastığımın bir ucunda o ciciler, bir ucunda da ben vardım.
o güzel bayramlıklarımla top oynamaya gittim. oturduğumuz sokaktan üç sokak ötede iddialı bir maç yapıyorduk. eskir, kirlenir diye ayakkabılarımı ve gömleğimi çıkarıp kaldırıma koymuştum. öyle kıymetliydi ki onlar... ilk bayramlıklarımdı...
maç bittiği zaman, kaldırımdaki gömleğim ve ayakkabım yoktu... o an korkudan titreme nöbetine tutulmuştum. anneme, babama nasıl anlatacaktım, ayakkabımın, gömleğimin çalındığını. ilk bayramlığım, daha bayramın ilk günü yok olmuştu.
kısa pantolonumla, yalınayak, gömleksiz eve girince kıyametler koptu. top oynarken bayramlıklarımı çaldırdığımı söyleyince babam, çıldıracak gibi oldu. çünkü onları bize almak için öylesine büyük bir "ekmek kavgası"nın içine girmişti ki... o öfkeyle babamdan müthiş bir dayak yedim.
metin oktay- top ve ben - milliyet
kavgasız, gürültüsüz.
hep güzelliklerle, hep iyiliklerle dolu tertemiz bebeklik günleri...
kendimi tanımaya, benliğimi bulmaya başladığım günlerde herkese bebekliğimi anlattırırdım. nasıl doğdum diye sorardım. kim bilir belki de, benim için ne kadar sevindiklerini merak ederdim...
1936 yılının, ikinci ayının ikinci günü...
karşıyaka çiftefırınlar'da oturanlar o gün ebemin sevinç çığlıklarına koşmuşlar. sekiz kız çocuğundan sonra dokuzuncu doğumda "erkek evlat" sahibi olan anamın çığlıkları ebeminkini bastırmış. ablalarım, babama tuvalette yetiştirmişler büyük müjdeyi:
"koş babacığım, koş... bir oğlun oldu, aslanlar gibi..."
babacığım deli divane olmuş kundağımı görünce. kim bilir belki de adımı dokuz ay ezberleyip beyninde saklamış, kimselere söylemeden...
o mutluluk tablosunda, o büyük sevinç selinde babam eğilmiş ve kulağıma üç defa seslenmiş:
"metinnn...metinnnnn... metin..."
çiftefırınlar sokağındaki 17 numaralı yuvamız, o anda sevinç çığlıklarına koşan konu komşunun istilasına uğramış. hepsi birden koro halinde, o şoktan kurtulamayan anamın kulak zarlarını patlatmışlar:
"fatma kadın, fatma kadın... kundağı açalım bakalım. gerçekten, erkek mi bu güzeller güzeli?..."
kundağımı açanlar, beni mosmor bulunca çıldıracak gibi olmuşlar. ebem, o heyecanla göbeğimi bağlamayı unutmuş.
kundak kan içindeymiş. eğer birkaç dakika daha merak edip açmasalar, herhalde bugün hayatta olmam mümkün olmayacaktı...
çocukluğum harp yıllarına rastlar...nüfus cüzdanımda ekmek karnesinin damgaları doludur. pazen bezinin bile mühürü vardı nüfus cüzdanlarımızda. karın doyurmak bir meseleydi o günlerde. işte öylesine yok günlerde, harp yıllarında büyüdüm... bayramdan bayrama ters yüz olan, büyüklerden küçüklere uydurulan elbiselerle büyüdüm.
bir bayramdı. sanırım ramazan bayramı... 7 yaşındaydım. her evde olduğu gibi bizim fakir yuvamızda da bir tatlı heyecan, bir bayram sevinci vardı... bana da ilk defa bir pantolon, bir gömlek ve bir ayakkabı alınmıştı. bayramlıklarım öyle güzeldi ki. bayram sabahı uyandığım zaman, yastığımın bir ucunda o ciciler, bir ucunda da ben vardım.
o güzel bayramlıklarımla top oynamaya gittim. oturduğumuz sokaktan üç sokak ötede iddialı bir maç yapıyorduk. eskir, kirlenir diye ayakkabılarımı ve gömleğimi çıkarıp kaldırıma koymuştum. öyle kıymetliydi ki onlar... ilk bayramlıklarımdı...
maç bittiği zaman, kaldırımdaki gömleğim ve ayakkabım yoktu... o an korkudan titreme nöbetine tutulmuştum. anneme, babama nasıl anlatacaktım, ayakkabımın, gömleğimin çalındığını. ilk bayramlığım, daha bayramın ilk günü yok olmuştu.
kısa pantolonumla, yalınayak, gömleksiz eve girince kıyametler koptu. top oynarken bayramlıklarımı çaldırdığımı söyleyince babam, çıldıracak gibi oldu. çünkü onları bize almak için öylesine büyük bir "ekmek kavgası"nın içine girmişti ki... o öfkeyle babamdan müthiş bir dayak yedim.
metin oktay- top ve ben - milliyet