466
--- alıntı ---
golün adı !
jacques brel’in “la valse a mille temps”ını, onun kadar söyleyemediği için şarkıcı olmaktan vaz geçen birine hep hak vermişimdir. brel bir virtüozdu ve onu taklit etmeye bile olanak yoktu. brel’i aşmak önemli ve yaşamın tümünün adanması gereken bir işte. nedense benim kafamda, şarkı söylemek deyince brel, futbol deyince de “metin oktay” canlanırdı. brel’i yıllar önce kaybettik. metin oktay da dün sabaha karşı sonsuzluğu şut çekti. iki virtüozun da terk ettikleri bir dünya için yapılacak tek şey başı ellerin arasına alıp ağlamaktan başka şey değildir.
mahalle maçlarında bana “turgay” diye seslendikleri sırada da, sevgili metin ağabeye hayrandım. kalecilerin tümü, golcülere hayrandılar ve metin oktay da tam anlamıyla golün adı’ydı. ben ve akranlarım için metin oktay’ı tanımlamak bile mümkün olmayanı başarmaya çalışmaktan ibarettir. onun gibi bir golcü olmak için santrafor oynamaya başladığımda, içimde “onu aşamamak” kuşkusu vardı. rahmetli babam, rahmetli gündüz ağabeyin, beni galatasaray’ın gençleri arasına katmak istemine “sen hukuk okuyacaksın” diye karşı çıkmıştı ama, içimde bu kuşku olmasaydı belki de sevgililer sevgilisi babamı dinlemeyebilirdim. duygularım, sezgilerim doğruydu. metin oktay’ı kimse aşamazdı ve aşamayacaktı. ona duyduğumuz özlem yüzünden ite kaka, zorlaya zorlaya yarattığımız tanju çolak, metin oktay’ın yanında prototip olamazdı. olamadı da.
sabah toplantısında aldım haberi. takmak zorunda olduğum için nefret ettiğim kara gözlüklerimi ilk kez sevdim. toplantıdaki arkadaşlar gözlerimi göremiyorlardı. ben onların gözlerini görüyordum. bugün “metin oktay” için yazacağımı söylediğimde şaşırdılar mı? siyaset gündemi yüklüydü. ortalık oldukça renkliydi. her kafadan bir ses çıkıyordu. ama bazen, geçmiş, bugünü siler atar, geleceğe köprü kurar. metin oktay da efsaneydi. başlığımızdaki gibi bütün zamanların kralı’ydı. onun bütün dönemlerini yaşadım ve onu yazmak istiyorum.
hiç mi hiç unutamayacağım birkaç anı vardır kafamda. bir keresinde izmir’de galatasaray-göztepe maçı vardı. göztepe oldukça güçlü bir takımdı. kalesinde de türkiye’nin en büyük kalecilerinden ali artuner devasa duruyordu. maç kıran kırana geçiyor ve ikinci yarının ortalarına yaklaşılıyordu. bir ara sağdan ayhan elmastaşoğlu daldı ve ortaladı. top havadan süzüldü, 18 içinde metin oktay havalandı ve inanılmaz bir vole çaktı. hepimiz goool diye ayağa fırladık. ancak ali artuner, nefis bir refleksle topu çeldi. top geri döndü ve tekrar ayhan’a geldi. bir daha ortaladı ve gene havalanan bir metin oktay izledik. bu kez yarım vole vurmuştu ve top ağlardaydı. maç 1-0 bitti.
ünlü alman santrafor gerd müller’i çok izlemişimdir. müler de metin ağabey gibi fizik kurallarına meydan okurdu. o da muhteşem bir golcüydü. ama metin oktay gibi bir virtüoz değildi. dorukta bir sanatçı asla değildi. metin oktay, futbolun estetiğini adeta müzik eşliğinde sonsuzluğa taşıyan bir inanılmaz ilahtan başkası değildi. bir nazi erdem’in dev gibi vücudu ile birlikte havalanarak onu bir kenara fırlatan, dar omuzlu, gelişmemiş bir fizik, öte yandan ayağındaki topu sürerken top mermisi gibi yollayan kural dışı sihirbazlık.
izmirspor’la galatasaray arasındaki bir maçı hiç unutmam. turgay ve ergun’un (ercins) iki hatasından, maçın başında 2-0 yenik duruma düşmüştü galatasaray. son dakikalara da böyle gelindi. bitime birkaç dakika kala, baba recep’in ortaladığı frikik topuna en az 8 izmirsporlu ile birlikte yükseldiğini gördük. hepsinden en az bir baş daha yükseldi ve sanki havada bir an asılı kaldı. bir kafa ve top genç kaleci faruk’un uzanamayacağı alt köşeye zıpkın gibi takılıverdi. bu gol galatasaray’ın onurunu kurtarmıştı.
çalım atmak kadri aytaç’a mahsustur. ancak metin oktay’ın beş-altı kişi arasına dalıp nasıl çıktığını, onu çevreleyenler bile bilemezlerdi. fenerbahçe ağlarını yırtan unutulmaz golü anlatmak istemiyorum. mutlaka anlatmaya çalışanlar çıkacaktır ve biliyorum beceremeyeceklerdir.
yıllar sonra, ankara’da, dostumuz melih yalman’ın odasında karşılaştık metin ağabey ile. yüreğimin gümbür gümbür attığını hatırlıyorum. onu görünce önümü ilikledim ve ellerini saygıyla sıktım. sanırım bu davranışı beklemiyordu. üstelik, davranışlarımın yapmacık olmadığını hissedince daha da sevindiğini anladım. ama en çok sevinen bendim. onunla geçirdiğim birkaç saat, yaşamımda yeni bir soluktu. mütevazi, sessiz, hafifçe utangaç ve insanları kırmamaya özen gösteren enfes bir kişiliği vardı. hayran olduğunuz bir insanı, karşınızda görünce çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarsınız. benim için o daha da büyümüştü.
bu yazıyı bitirmek çok zor. başlamak da zor olmuştu zaten. en iyisi ağlamak. başka ne yapabilirim ki?
--- alıntı ---
alıntı : yavuz gökmen'in 14.eylül.1991'de, (rahmetlinin ölümünün ertesi günü) güneş gazetesinde çıkan yazısı.
golün adı !
jacques brel’in “la valse a mille temps”ını, onun kadar söyleyemediği için şarkıcı olmaktan vaz geçen birine hep hak vermişimdir. brel bir virtüozdu ve onu taklit etmeye bile olanak yoktu. brel’i aşmak önemli ve yaşamın tümünün adanması gereken bir işte. nedense benim kafamda, şarkı söylemek deyince brel, futbol deyince de “metin oktay” canlanırdı. brel’i yıllar önce kaybettik. metin oktay da dün sabaha karşı sonsuzluğu şut çekti. iki virtüozun da terk ettikleri bir dünya için yapılacak tek şey başı ellerin arasına alıp ağlamaktan başka şey değildir.
mahalle maçlarında bana “turgay” diye seslendikleri sırada da, sevgili metin ağabeye hayrandım. kalecilerin tümü, golcülere hayrandılar ve metin oktay da tam anlamıyla golün adı’ydı. ben ve akranlarım için metin oktay’ı tanımlamak bile mümkün olmayanı başarmaya çalışmaktan ibarettir. onun gibi bir golcü olmak için santrafor oynamaya başladığımda, içimde “onu aşamamak” kuşkusu vardı. rahmetli babam, rahmetli gündüz ağabeyin, beni galatasaray’ın gençleri arasına katmak istemine “sen hukuk okuyacaksın” diye karşı çıkmıştı ama, içimde bu kuşku olmasaydı belki de sevgililer sevgilisi babamı dinlemeyebilirdim. duygularım, sezgilerim doğruydu. metin oktay’ı kimse aşamazdı ve aşamayacaktı. ona duyduğumuz özlem yüzünden ite kaka, zorlaya zorlaya yarattığımız tanju çolak, metin oktay’ın yanında prototip olamazdı. olamadı da.
sabah toplantısında aldım haberi. takmak zorunda olduğum için nefret ettiğim kara gözlüklerimi ilk kez sevdim. toplantıdaki arkadaşlar gözlerimi göremiyorlardı. ben onların gözlerini görüyordum. bugün “metin oktay” için yazacağımı söylediğimde şaşırdılar mı? siyaset gündemi yüklüydü. ortalık oldukça renkliydi. her kafadan bir ses çıkıyordu. ama bazen, geçmiş, bugünü siler atar, geleceğe köprü kurar. metin oktay da efsaneydi. başlığımızdaki gibi bütün zamanların kralı’ydı. onun bütün dönemlerini yaşadım ve onu yazmak istiyorum.
hiç mi hiç unutamayacağım birkaç anı vardır kafamda. bir keresinde izmir’de galatasaray-göztepe maçı vardı. göztepe oldukça güçlü bir takımdı. kalesinde de türkiye’nin en büyük kalecilerinden ali artuner devasa duruyordu. maç kıran kırana geçiyor ve ikinci yarının ortalarına yaklaşılıyordu. bir ara sağdan ayhan elmastaşoğlu daldı ve ortaladı. top havadan süzüldü, 18 içinde metin oktay havalandı ve inanılmaz bir vole çaktı. hepimiz goool diye ayağa fırladık. ancak ali artuner, nefis bir refleksle topu çeldi. top geri döndü ve tekrar ayhan’a geldi. bir daha ortaladı ve gene havalanan bir metin oktay izledik. bu kez yarım vole vurmuştu ve top ağlardaydı. maç 1-0 bitti.
ünlü alman santrafor gerd müller’i çok izlemişimdir. müler de metin ağabey gibi fizik kurallarına meydan okurdu. o da muhteşem bir golcüydü. ama metin oktay gibi bir virtüoz değildi. dorukta bir sanatçı asla değildi. metin oktay, futbolun estetiğini adeta müzik eşliğinde sonsuzluğa taşıyan bir inanılmaz ilahtan başkası değildi. bir nazi erdem’in dev gibi vücudu ile birlikte havalanarak onu bir kenara fırlatan, dar omuzlu, gelişmemiş bir fizik, öte yandan ayağındaki topu sürerken top mermisi gibi yollayan kural dışı sihirbazlık.
izmirspor’la galatasaray arasındaki bir maçı hiç unutmam. turgay ve ergun’un (ercins) iki hatasından, maçın başında 2-0 yenik duruma düşmüştü galatasaray. son dakikalara da böyle gelindi. bitime birkaç dakika kala, baba recep’in ortaladığı frikik topuna en az 8 izmirsporlu ile birlikte yükseldiğini gördük. hepsinden en az bir baş daha yükseldi ve sanki havada bir an asılı kaldı. bir kafa ve top genç kaleci faruk’un uzanamayacağı alt köşeye zıpkın gibi takılıverdi. bu gol galatasaray’ın onurunu kurtarmıştı.
çalım atmak kadri aytaç’a mahsustur. ancak metin oktay’ın beş-altı kişi arasına dalıp nasıl çıktığını, onu çevreleyenler bile bilemezlerdi. fenerbahçe ağlarını yırtan unutulmaz golü anlatmak istemiyorum. mutlaka anlatmaya çalışanlar çıkacaktır ve biliyorum beceremeyeceklerdir.
yıllar sonra, ankara’da, dostumuz melih yalman’ın odasında karşılaştık metin ağabey ile. yüreğimin gümbür gümbür attığını hatırlıyorum. onu görünce önümü ilikledim ve ellerini saygıyla sıktım. sanırım bu davranışı beklemiyordu. üstelik, davranışlarımın yapmacık olmadığını hissedince daha da sevindiğini anladım. ama en çok sevinen bendim. onunla geçirdiğim birkaç saat, yaşamımda yeni bir soluktu. mütevazi, sessiz, hafifçe utangaç ve insanları kırmamaya özen gösteren enfes bir kişiliği vardı. hayran olduğunuz bir insanı, karşınızda görünce çoğunlukla hayal kırıklığına uğrarsınız. benim için o daha da büyümüştü.
bu yazıyı bitirmek çok zor. başlamak da zor olmuştu zaten. en iyisi ağlamak. başka ne yapabilirim ki?
--- alıntı ---
alıntı : yavuz gökmen'in 14.eylül.1991'de, (rahmetlinin ölümünün ertesi günü) güneş gazetesinde çıkan yazısı.