7
istanbul'da motosiklet kullanmak.
baştan söyleyeyim zor iştir, zor. 2001’den beri motosiklet kullanıyorum, çok seviyorum. ama gittikçe tehlikeli olmaya başladı istanbul trafiği.
kendimi bildim bileli meraklıyımdır bisiklete, motosiklete. ilk bisikletimi her çocuk gibi binbir ağlama ile aldırmıştım. evde bisiklete binmeyi bilen de yoktu, arkadaşlar öğretti sağolsunlar. çok kez asfaltı öptürerek elbette.
bisiklete binmeyi öğrendikten sonra da tutabilene aşk olsun.
her bisiklet kullanan çocuğun hayalidir motosiklet. bizim zamanımızda hayalimiz mobiletti. bisiklet gibi pedalları da vardı, zorlanınca kullanılan. ama basar giderdi mobilet. ben de 17 yaşımdayken ilk defa kuzenimin mobiletini kullanmıştım, 15 dakika.
ayıptır söylemesi italya seyahatinde bir şey dikkatimi çekti. akşam saatlerinde erkekler gayet şık, kravat-ceket ellerinde kask. kadınlar şıkır şıkır ellerinde kask. nedir lan bu demeye kalmadan bir de baktım hepsi binmişler scooter’lara gidiyor. bayıldım, acayip hoşuma gitti. elbette önce kadınlar, mini etek giymiş, uçuşan etek giymiş kadınlar kimseyi umursamadan binmişler scooter’lara gidiyorlardı. o kadar çok fotoğraflarını çektim ki (sapıklığın lüzumu yok, fotolar hep motorlarındı. iyice abarttınız, motor derken scooter’lar yani).
benzeri şeyi venedik’te yaşamıştım. babalar sabah işe tekneyle gidiyordu.
neyse, istanbul’a döndükten sonra param olduğunda hemen scooter aldım. 100 cc peugeot vivacity. işten eve, görüşmelere onla gittim. o kadar güzel bir şey ki. mesela halaskargazi caddesinde randevu var, numarayı buluyorsun, motoru kaldırıma çıkarıyorsun, uygun bir yere bağlıyorsun park konusu kapanıyor. büyük kolaylık.
satış işi yaptığım için başka güzellikleri de oluyordu. elde kask giriyorsun içeri, ilk muhabbet motor üzerine oluyor. herkes meraklı, herkes motor kullanmak istiyor zaten. ilk temas çok sıcak oluyor, işler kolaylaşıyor.
daha sonraları iş için motosikleti elemanlara vermek zorunda kaldım ve elbette aleti haşat ettiler kısa sürede.
sonra çin malı bir motor daha aldım. almam mı?
ben scootercıyım, küçük motor seviyorum. boyuma, kiloma uygun. sakinim ve hayat benim. işle ev arası 7 kilometre. mis gibi scooterımla çıtır çıtır gidip geliyorum.
motor küçük de olsa rüzgarı yüzümde hissetmeyi seviyorum. büyük motoru olan biri bana “ne fark eder, scooter da olsa sen de rüzgarı hissediyorsun ya” demişti. süper bir adamdı o. halbuki ben “benim motor küçük” diye ezilmiştim ilk önce.
başlığımıza dönersek, istanbul’da motosiklet kullanmak zor. araba kullananlar sizi görmez. adam diğer arabaları görmüyor, seni nasıl görsün, görse bile kale almıyor ki. ben öyle bir kaza yaptım. göz göre göre taksici önüme çıktı, bir koydum 20 metre sürüklendim yerde. “abi görmedim seni” dedi.
son yıllarda taksiciler ve erkek sürücüler motosikletlere nasıl davranacağını biliyor. üzgünüm ama kadın sürücüler ve yaşlı erkek sürücüler henüz öğrenemediler.
elbette pizzaclar ve motokuryelerin motor kullanma şekilleri, bir çok kişiyi motosikletlilere karşı bir tavır geliştirmesine yol açtı. ama onları da anlamak gerek. sürekli bir yerler bir şeyler yetiştirmek zorundalar ve ülkenin ekonomisinde ciddi bir yer tutuyorlar, en azından günlük hayatımızı kolaylaştırmak için ciddi yararları var.
ben nasıl ticari araçların zart diye sokak arasından önüme çıkmalarına alıştıysam (ilk başlarda küfürler etsem de) herkesin alışması gerek motosikletlere.
şöyle düşünmek gerek, mesela ben motosiklet tercih etmesem arabamla gidip geleceğim her yere. trafikte daha fazla yer kaplayacağım alan olarak, kırmızı ışıklardaki kuyruk daha da uzun olacak, belki şimdi geçtiğiniz zamanda geçemeyeceksiniz ışıklardan.
daha az yakıt tüketiyor motor, daha az bütçe açığı demek, en azından teoride.
otopark sorununa katkı yapmıyor motor, neresi olsa park edilebilir. sizin arabanıza daha fazla park imkanı demek bu.
kıskanmamak gerek kalabalık trafikte aralardan süzülen motosikletleri. o trafiği motosiklet yaratmıyor ki.
zordur istanbul’da motosiklet kullanmak, ama zevklidir de.
baştan söyleyeyim zor iştir, zor. 2001’den beri motosiklet kullanıyorum, çok seviyorum. ama gittikçe tehlikeli olmaya başladı istanbul trafiği.
kendimi bildim bileli meraklıyımdır bisiklete, motosiklete. ilk bisikletimi her çocuk gibi binbir ağlama ile aldırmıştım. evde bisiklete binmeyi bilen de yoktu, arkadaşlar öğretti sağolsunlar. çok kez asfaltı öptürerek elbette.
bisiklete binmeyi öğrendikten sonra da tutabilene aşk olsun.
her bisiklet kullanan çocuğun hayalidir motosiklet. bizim zamanımızda hayalimiz mobiletti. bisiklet gibi pedalları da vardı, zorlanınca kullanılan. ama basar giderdi mobilet. ben de 17 yaşımdayken ilk defa kuzenimin mobiletini kullanmıştım, 15 dakika.
ayıptır söylemesi italya seyahatinde bir şey dikkatimi çekti. akşam saatlerinde erkekler gayet şık, kravat-ceket ellerinde kask. kadınlar şıkır şıkır ellerinde kask. nedir lan bu demeye kalmadan bir de baktım hepsi binmişler scooter’lara gidiyor. bayıldım, acayip hoşuma gitti. elbette önce kadınlar, mini etek giymiş, uçuşan etek giymiş kadınlar kimseyi umursamadan binmişler scooter’lara gidiyorlardı. o kadar çok fotoğraflarını çektim ki (sapıklığın lüzumu yok, fotolar hep motorlarındı. iyice abarttınız, motor derken scooter’lar yani).
benzeri şeyi venedik’te yaşamıştım. babalar sabah işe tekneyle gidiyordu.
neyse, istanbul’a döndükten sonra param olduğunda hemen scooter aldım. 100 cc peugeot vivacity. işten eve, görüşmelere onla gittim. o kadar güzel bir şey ki. mesela halaskargazi caddesinde randevu var, numarayı buluyorsun, motoru kaldırıma çıkarıyorsun, uygun bir yere bağlıyorsun park konusu kapanıyor. büyük kolaylık.
satış işi yaptığım için başka güzellikleri de oluyordu. elde kask giriyorsun içeri, ilk muhabbet motor üzerine oluyor. herkes meraklı, herkes motor kullanmak istiyor zaten. ilk temas çok sıcak oluyor, işler kolaylaşıyor.
daha sonraları iş için motosikleti elemanlara vermek zorunda kaldım ve elbette aleti haşat ettiler kısa sürede.
sonra çin malı bir motor daha aldım. almam mı?
ben scootercıyım, küçük motor seviyorum. boyuma, kiloma uygun. sakinim ve hayat benim. işle ev arası 7 kilometre. mis gibi scooterımla çıtır çıtır gidip geliyorum.
motor küçük de olsa rüzgarı yüzümde hissetmeyi seviyorum. büyük motoru olan biri bana “ne fark eder, scooter da olsa sen de rüzgarı hissediyorsun ya” demişti. süper bir adamdı o. halbuki ben “benim motor küçük” diye ezilmiştim ilk önce.
başlığımıza dönersek, istanbul’da motosiklet kullanmak zor. araba kullananlar sizi görmez. adam diğer arabaları görmüyor, seni nasıl görsün, görse bile kale almıyor ki. ben öyle bir kaza yaptım. göz göre göre taksici önüme çıktı, bir koydum 20 metre sürüklendim yerde. “abi görmedim seni” dedi.
son yıllarda taksiciler ve erkek sürücüler motosikletlere nasıl davranacağını biliyor. üzgünüm ama kadın sürücüler ve yaşlı erkek sürücüler henüz öğrenemediler.
elbette pizzaclar ve motokuryelerin motor kullanma şekilleri, bir çok kişiyi motosikletlilere karşı bir tavır geliştirmesine yol açtı. ama onları da anlamak gerek. sürekli bir yerler bir şeyler yetiştirmek zorundalar ve ülkenin ekonomisinde ciddi bir yer tutuyorlar, en azından günlük hayatımızı kolaylaştırmak için ciddi yararları var.
ben nasıl ticari araçların zart diye sokak arasından önüme çıkmalarına alıştıysam (ilk başlarda küfürler etsem de) herkesin alışması gerek motosikletlere.
şöyle düşünmek gerek, mesela ben motosiklet tercih etmesem arabamla gidip geleceğim her yere. trafikte daha fazla yer kaplayacağım alan olarak, kırmızı ışıklardaki kuyruk daha da uzun olacak, belki şimdi geçtiğiniz zamanda geçemeyeceksiniz ışıklardan.
daha az yakıt tüketiyor motor, daha az bütçe açığı demek, en azından teoride.
otopark sorununa katkı yapmıyor motor, neresi olsa park edilebilir. sizin arabanıza daha fazla park imkanı demek bu.
kıskanmamak gerek kalabalık trafikte aralardan süzülen motosikletleri. o trafiği motosiklet yaratmıyor ki.
zordur istanbul’da motosiklet kullanmak, ama zevklidir de.