• 10
    --- alıntı ---
    güzel adamdı frank rijkaard! adam satmadı, pazarlık yapmadı, yönetenine saygı duymayı göz ardı etmedi, kulislere girmedi, karizmasını çizdirmedi, istemesek de futbolu anlattı bize, ukalalık yapmadı, "siz kimsiniz de beni futbolu bilmemek ile suçluyoruz" diye vurmadı tokadı...

    futbolculuk kariyerinde yıldız olmadığı kadar o büyülü ekranda parlayan 'yıldızlara' "arkadaş, ben sizin seyrettiğiniz kadar o oyunu oynadım" ya da "bırakın oynamayı, sizin televizyonda izlediğiniz şampiyonlar ligi maç sayısından daha fazlasında formamı ıslattım" diyemedi, demedi rijkaard!

    rijkaard'ı yapamadıkları ile eleştirebilir, yerden yere vurabilir hatta onun yapamadıklarından kendinize kocaman bir pay da çıkarmayı pekala başarabilirsiniz ama yapmamanız gereken bir şey vardır; o da yersiz, açmaz şekillere girip anlamsız, mantık dışı suçlamalarda bulunmaktır.

    fulbolu bilmemek (!)

    futbolu bilmemek! kim biliyor futbolu? biz mi? köşelerdeki raconlu ağabeyler mi, yoksa mühendis, matematikçi olan analistler mi? kim... biz kendimizi dev aynasında görüyoruz; kim olduğumuzu bilmiyoruz, istediklerimiz ve yaptıklarımız ile de sonu gelmeyen bir şekilde çelişiyoruz.

    alex ferguson, arsene wenger ve 'istikrar' kavramı ile yatıyoruz, her defasında bu kavramın yeşil saha üzerinde ne denli etkili olduğundan dem vuruyoruz. peki sıra bize geldi mi? bekliyoruz, kovuyoruz! seviyoruz biz kovmayı! çünkü bizim taraftar odaklı düşünce genimiz henüz o derece aşamadı kendini.

    kıramadık zincirlerimizi, yönetenlerin bir taraftar gibi hareket etmesini, kararlar verebilmesini, fevri çıkışlar yapabilmesini ve belki de en önemlisi sadece o anı düşünebilmesini alışkanlıklar listesinin başına ekledik.

    bizim kadar, yönetenlerin suçu var! onlar alıştırdı bizi, onlar taraftarın öfkesini körükledi.

    porto, lyon ve çelişki...

    çelişki... porto ve lyon'a bayılıyoruz hepimiz... bir de transfer politikası yok mu! işte odur bizim örnek modelimiz! peki biz? biz, o tarz bir transfer politikası uygulamak için 'minik adımlar' attığımız zaman bile yer yerinden oynuyor. arda turan ile aynı yaşta olan pino, florya'dan içeri girdi mi başlıyoruz dişlerimizi kemirmeye; transfer salvoları da peşi ardına geliyor. pino diyorum; 23 yaşında daha...

    pino, keita'dan sonra sarı-kırmızıyı heyecanlandırmıyor olabilir ama bir potansiyeli vardır ve bu oyuncu aslında şablondur; transfer şablonu... porto ya da lyon şablonudur!

    hani spor servislerinde romantik tutkunların "nereden buluyorlar bu adamları" dedikleri var ya; işte onun gibi bir adım... porto ve lyon üzerinde duruyorsak şayet bu iki kulübün de yılda en az 5 oyuncu üzerinde yoğunlaştığı gerçeğini de kabul etmek zorundayız.

    istediklerimiz ama yapamadıklarımızın altında yatan ana etken taraftarlar ya da basın mensupları da değil; yönetenlerdir. yönetenlerin, yöneten olduklarını unutup 'planlamanın' dışına çıkmaları, basının yıldırıcı etkisi karşısında duyarsız kalamamaları, tüm kalıplaşmış düşüncenin aksine taraftara karşı masaya yumruğunu vuramaması ver her şeyden önce belki de 'koltuk sevdası' istikrarsızlık ve yanlışlar silsilesini beraberinde getiriyor.

    hiçbir galatasaraylı belki de adnan polat kadar başarıyı istemez ya da bir mağlubiyetin etkisini 4-5 saatte atlatan bir sarı-kırmızı ile adnan sezgin ya da murat yalçındağ'ı da aynı kefeye koymak yakışıksız kalır! onların hepsi, bedava bilet peşinde koşan 'ağabeylerden' daha fazla istiyordur başarıyı, şüphesiz daha fazla çalışıyordur.

    yönetenler, galatasaray'ı yaşıyor; taraftar hissediyor! o yüzden haksız sabote eleştirileri ya da çalma, çırpma hikayeleri kitaplarda olur; bu camiada değil. galatasaray yönetimini günlerce eleştirebilir, sayfalarca dolusu hatalarını bir çırpıda sıralayabiliriz ama ahlak sınırlarını aşmadan, yıpratmadan, boğmadan, çileden çıkartmadan.

    iki kisa pas...

    - endüstriyelleşme futbolun bir gerçeği, kaçınılmaz bir son! bask bölgesinin özgürlüğünü savunan ve o bölgenin ulusal takımı oldukları için formalarına 110 yıl reklam almayan atletico bilbao'nun yaşadığı ekonomik krizin etkilerini azaltmak için yıllığı 2 milyon avrodan 3 yıl boyunca petrol şirketi petronor'un adını göğsüne kondurması nasıl ki bir endüstriyel futbol gerçeği ise galatasaray spor kulübü'nün ali sami yen adını bir çırpıda uzaya göndererek türk telekom arena kodlamasını kabul etmesi de endüstriyel futbolun bir uzantısıdır.

    ali sami yen diyoruz, sarı-kırmızının kurucusu; 46 yıllık ev sahibi... artık yok... alparslan dikmen ya da endüstriyel futbolun temsili türk telekom arena'nın yapımında hayatını kaybeden iki işçi gökhan yavuz ve raşit ek'in minik bir tribüne adı verilmesi isteğini duymazlıktan gelen galatasaray spor kulübü yönetimi'nin pegasus ile 'bir tribün' anlaşması yapması da oldukça manidardır, tebrik ediyoruz.

    - ali yavaş, cevat güler, kazancı ailesi, suat kaya, ümit davala, bülent korkmaz, gheorghe hagi, tugay kerimoğlu... hepsi de birer galatasaray, florya efsanesi... florya'yı anlamlı kılanlar, semboller... mevcut galatasaray yönetiminin 'efsane, kurtarıcı' politikası birer birer harcadı hepsini, harcayacak.

    galatasaray altyapısı'nın en üretken döneminde ali yavaş vardı sahnede, cevat güler bıkmadan tükenmeden florya'nın nabzını tuttu. suat kaya vefa için florya'dan içeri sokuldu, ümit davala ve bülent korkmaz'a en zor zamanda anahtar teslim edildi, kazancı ailesi babadan oğula yüzlerce futbolcunun baldırlarını ayakta tuttu. bülent korkmaz gibi hayatını galatasaray'a adıyan bir figür nefret kusturulur hale getirildi düşünün...

    hagi gibi bir efsane yuhalandı ali sami yen'de, hatırlayın...

    bazı isimler özel kalmalı, alkıştan patlayan eller, bir gün protesto için birbirine vurmamalı, vurdurmak zorunda bırakılmamalı!

    metin oktay olsaydı, düşünmek bile istemiyorum...
    --- alıntı ---

    http://www.sporx.com/...lsaydiSXHBQ211814SXQ
App Store'dan indirin Google Play'den alın