resim
Franklin Edmundo Rijkaard
Görev:Teknik Direktör
Takım:Kariyer Sonu
Yaş:62
Uyruk:Hollanda
  • 2963
    konu hakkında aslanlı yol blogunda kapsamlı bir yazı yer almaktadır, bazılarının 'karşıt görüşleri'ni anlayabilmeleri açısından tavsiye edilir.

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------
    http://aslanliyol.blogspot.com/...vye-delikanllar.html

    ahkâm ustaları klavye delikanlıları

    bu yazı belki de şu ana dek yazdığım en dağınık yazı olacak. baştan uyarmak istedim. o kadar doluyum ki, yazarken aklıma ne gelirse yazacağım ve belli bir düzen kalmayabilir.

    kendimi bildim bileli –ki yaklaşık 15 sene oluyor- galatasaray’ı izlerim. galatasaray dışında futbola olağanüstü bir ilgim yoktur, büyük takım maçlarını denk gelirse izlerim, büyük maçları ise denk getirtmeye çalışırım. çok tip futbolcu gördüm. dünya kupası’nda yuhalanan adam da gördüm, kendi başına kupa alanı da. ben şu 14-15 senelik futbol izlediğim dönem içerisinde mustafa sarp kadar sahtekâr, gamsız ve boş bir adam görmedim. en kötü ihtimalle bütün bunları sarp kadar profesyonelce gizleyebilenini görmedim.

    mustafa sarp, topun olduğu her pozisyondan mümkün olduğunca kaçan, top almak için bırakın hamle yapmayı; pas vermek üzere hamle yapan arkadaşına her defasında ‘atma’ diye işaret yapan, top rakipteyken -sanki rakip oyuncuda bilgisayar oyunlarındaki küre şeklindeki koruma kalkanı varmışçasına- rakibin 2 metreden fazla yakınına girmeyen ve bütün bunları yaparken de pas isabet oranınını %90 altına düşürmeyen bir ‘futbolcu’ çakmasıdır. bence gerçek el mago (sihirbaz) mustafa sarp’tır. ibb maçında üşenmedik, 7 dakika boyunca bu adamı kameraya çektik. altta video mevcut, lütfen izleyin. izleyin ki görün, bir orta saha oyuncusu, hem de galatasaray’ın orta saha oyuncusu, 7 dakika içerisinde top ile ne kadar ‘az’ sayıda karede bir arada görünebilirmiş.

    bu adam top almıyor, bu adam sorumluluk almıyor, bu adam verdiği pasların %70’ini geriye, %25’ini paralelindeki adama veriyor, bu adam toptan kaçıyor, saklanıyor, kamufle oluyor, bu adam futbol falan oy-na-mı-yor!

    mahalle takımı diye bir blog var, mutlaka duymuşsunuzdur, duymadıysanız da duymuş olun ve girin takip edin. bu blogda yazan kişiyi, yani nazmi amca’yı şahsen tanırım. galatasaray’ı 2-3 yıldır beraber kurtarırız biz birkaç kişi. bu sayede, mustafa sarp’ın sahtekarlığı konusunda ilk uyananlardan sayabilirim kendimi.

    şahsi fikrim, yaşamak dâhil bütün eylemler birer hak değil, ayrıcalık olmalıdır. futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. hadi bu çok faşistçe derseniz kategoriyi değiştirelim; galatasaray’da futbol oynamak bir ayrıcalık olmalıdır. bence bir insanda en önemli nitelik iq’dur (intelligence quotient, zekâ katsayısı ya da entellektüel zekâ diye çevirebiliriz). beceriksiz bir insan, çalışıp, hırs yapıp, elinden geleni verip bir şeyler yapabilir; ama aptal adam aptaldır, hiçbir zaman başarılı olamaz. bakın barış’a, adam aptal, beyinsiz. gitti bir de buna rağmen almanya milli takımı’nı seçti. barış emin olsun ki almanlar, barış’ın forma giyeceği ilk maç için gün sayıyorlar! :)

    mustafa sarp’ı tam olarak beyinsiz kategorisine sokamıyorum. bunun nedeni ise basit. bu adamı savunan o kadar çok insan var ki, bazen düşünüyorum, böyle kitleleri peşine takabilmek için biraz çakal olmak gerekir. zeki ve beceriksiz birisi isen, beceriksizliğini belli etmemek adına elinden geldiği kadar kaytarıp, bunu çok çakal yollarla örtebilirsin. işte sarp bunu yapabiliyor çoğu zaman. bütün bir maç oynamıyor, servet’e 83, kaleciye 127 pas atıyor; ama son dakikalarda herkes yorulmuşken bir pres yapıyor, uçuyor, kayıyor hop bir bakıyoruz tribün gazı almış sarp’ı alkışlıyor. işte bu çakallıktır ve ben bu adama beyinsiz demeden önce iki defa düşünmeliyim. aslında bazen öyle zamanlar oluyor ki bu adam o çakallığı bile yanlış yapıyor, işte bu zamanlarda da aklının kapasitesini gözler önüne sermiş oluyor. orta sahada mustafa sarp’ın oynadığı bir takım, rot mili olmayan bir otomobil, oksijen üreticisi olmayan bir denizaltı, elektronik aksamı olmayan bir savaş uçağı ya da kafası olmayan bir insana benzetilebilir. tabi bu örneklerin sayısı hayalgücünüzle sınırlı, türetin istediğiniz kadar. işte bu noktada hedef kayıyor.

    bu zamana kadar frank rijkaard’ı hep savundum. kendi fikrime göre hata olduğunu düşündüğüm şeyleri dile getirdim; ancak hep arkasında durdum. onun bir sir alex ferguson örneği olmasını istedim bu ülkede. bugünden itibaren karşısına geçmiş bulunuyorum. bu zamana kadar savunurken hep şunları düşündüm; “yahu bu adamın istediği takviyeler yapılmadı, acaba bu yüzden alternatifi olanlarda bile ‘alın işte bu sizin oyuncunuz’ diyerek mi ısrar ediyor, bu yüzden mi barış’a, sarp’a, servet’e falan hâlâ şans veriyor? ya da bizim görmediğimiz bir şeyi görüverdi de onu bize de göstermeye mi çalışıyor?” bugünkü maçtan sonra bu önermemin tamamen çürüdüğüne inanıyorum. mustafa sarp, değil galatasaray’da, futbolun gelişme adına umut vaadettiği herhangi bir 5. dünya ülkesinde bile futbol takımı forması giymemeli, futbol topuna ayağını değdirmemelidir. bu adamın sahtekarlığını görmemek için ahmak, bu adamı savunmak için ise toptan gerizekalı olmak gerekmektedir. bu adam beyinsiz bir çakaldır, ‘şans’ faktörünün insan hayatına etkisine en büyük misaldir. mustafa sarp aslında, koskoca bir hiçtir!

    şimdi bir diğer efsane isme gelelim, servet. 2 sene öncesine kadar ileri yardıra yardıra kendince çıkardı, stad yıkılırdı ‘serveeet serveeet’ diye. peki şimdi niye böyle oldu? umurumda değil niyesi. benim şu anda izlediğim servet’in kapasitesi, belgrad ormanları’ndan kesip getireceğiniz bir adet çam ağacı ile aynı seviyede. kısacası odundan farksız. bir kere herifin zekası yok. futbol zekası falan değil ha, o kadarını beklemek ayıp olur zaten, normal zekası bile yok. havadan gelen topun nasıl sekeceğini hesaplamaktan, topa ne yöne doğru vurursa istenilen yere gideceğini bilmekten, oyun kurma görevinin stoperlere ait olmadığını farketmekten aciz bir insan müsveddesi. topa kafa vurmaya çıktığında genellikle ensesiyle, şanslıysanız da kafasının tam üstüyle vuran –anadolu deyimiyle ‘süsen’- bir defans oyuncusu. attığı uzun toplar %0,02 isabetli olmasına rağmen her fırsatta yine uzun top tercihini yapacak kadar beyinsiz bir oyuncu. bütün bunların yetmediği gibi bir de çıkıp gazetelere verdiği röportajda ‘barcelona’da oynasam maradona olurdum’, ‘pique’den, puyol’dan ne eksiğim var?’ ve türevi şekillerde demeçler verebilecek mallıkta bir oyuncu. maradona’nın oynadığı mevkiden de bihaber olsa gerek ‘türkü baba’mız. bu adamın oynadığı yerde, altyapıdan herhangi bir oyuncu ‘en az’ onun kadar performans gösterir. tabi bir de teknik direktörünü satma muhabbeti çıktı şimdi, ona da değinmeden olmaz.

    rijkaard geldiği zamanlar dedi ki, ben bu takımı 4-3-3 oynatacağım. allaaaah dedik, heyecanlandık, 4-4-2 ile neler başardık, teknik direktör rijkaard iken bir de 4-3-3 dizilimiyle, takviyelerle hücum futbolu oynarsak kim bilir neler yaparız dedik. 4, 5, 6 attık millete. sonra ne oldu? ne oldu söyleyeyim, bu takım aslında hiçbir zaman 4-3-3 oyanayamadı. bu takımın oynadığı dizilim ve oyun biçimi –çok çok ufak istisnalar haricinde- her zaman 4-5-1 idi. benim ve çevremdekilerin tek bir umudu vardı, o da rijkaard gibi bir teknik adamın, barcelona’yla alınmadık kupa bırakmayan bir teknik adamın, takımdaki gerizekalıları ayıklaması ve bizi bunlardan sonsuza dek kurtarması. ama olmadı. barış oynadı, sarp oynadı, servet oynadı, aydın oynadı, yetmedi ali turan oynadı. kimseye şans verilmesin demiyoruz, elbette şans verilecek de kardeşim bu adamlar birer banko, hatta kimi zaman birer kurtarıcı olarak görüldü. yukarıda da dediğim gibi düşüncemiz tekti: “bu adamın talepleri gerçekleştirilmedi, bu nedenle yönetime ‘alın işte sizin verdiklerinizle bu kadar’ mesajı veriyor”. bugün anladım ki böyle bir mesaj söz konusu değil.

    diyorlar ki servet frank rijkaard'ı satmış, bu nedenle oynamamış. açın iki sezondur servet’in oynadığı ve yediğimiz golleri izleyin, bakalım kaç tanesinde servet’in hatası ‘yok’. sakın yanlış anlaşılmasın, servet öyle şey yapmaz, kimseyi satmaz falan demiyorum ha. tek demek istediğim, insanlar bir oyuncunun aslında ne derece kazma ve beyinsiz olduğunu görmek için böyle komplo teorilerine (gerçek olabilir) ihtiyaç duyuyorlar, artık şunun farkına varmalıyız. servet oldum olası kazmaydı, oldum olası “fiz 001 - fiziğe giriş” dersinden kalacak kadar kafasızdı. bir savunma oyuncusu, bir futbolcu, bir sporcu, yahu normal bir insan, yere düşmekte olan topun nasıl sekeceğini kafasında canlandıramaz mı? servet hiç canlandıramadı. bu adama kızdık, onu yuhaladık diye biz kötü olduk, biz küfür yedik. bu akşam ne oldu peki? servet maç sonlarına doğru her top aldığında tribünler uğuldadı. dediğimize vardılar yani. klasik bir ‘biz demiştik’ senaryosu oldu.

    uzun bir aradan sonra ilk kez tribünlerimizde ‘istifa’ kelimesi haykırıldı. şimdi işte asıl beni rahatsız eden konulara değineceğim. taraftarlık, tanımını yapmanın bana düşeceği bir kavram olmayabilir; ancak şunu bilir, şunu söylerim ki hayatında iki maça gitmeden, tribünün, bilet sırasının, stada girişin cefasını çekmeden klavye başında oturup da onu edeyim, buna koyayım diyerek taraftarlık olmaz. bazıları var, diyorlar ki ‘galatasaray tribününden iğreniyorum, ıyyyy’ ulan galatasaray tribünü dediğiniz ne sizin, bre bit yavruları? o tribünde ben de varım, benim akrabalarım da var, üniversiteden arkadaşlarım da var, birçoğunun babaları, hatta anneleri de var. neymiş iğrenç olan? deyin ki paralı askerlerden iğreniyorum, e peki biz çok mu bayılıyoruz? tribünde o 500, bilemedin 1000 kişi dışında herkes mi gerizekalı da kendileri istemedikleri hâlde sırf onlar dedi diye tepkilere katılıyorlar? silahla tehdit ediliyoruz falan mı sanıyorsunuz ya da? bugün ‘frank rijkaard istifa’ sesini duyar duymaz katıldım tezahürata. ben de mi para, bedava bilet, kombine alıyorum şimdi kulüpten? evet, rijkaard istifa. sistemde ısrar ettiği için değil, başarısız sonuç aldığı için değil, yumuşak tavırlı bir hoca olduğu için hiç değil; sarp ve servet gibi gerizekalıları hâlâ bu kadroya koyduğu için rijkaard istifa. diyorlar ki servet rijkaard’a karşıymış. ulan kadroyu babam mı kuruyor? koymasın madem rijkaard servet’i! neymiş, alternatifi yokmuşmuş. altyapıdan ‘herhangi bir’ oyuncunun, bugün servet’in yaptığı(?) işten daha azını yapma ihtimali ve şansı yüzde kaçtır acaba? serdar özkan diye bir adam vardı, ben gayet umutluydum ve adam da gayet oynamıştı oyununu. bu adam nerede? pino ne yaptı? emre çolak nerede? hani altyapıya verilen önem? hani altyapı oyuncularına verilen şans? neyse, konu dağıldı, tribüne dönelim. bazı gerizekalılar diyorlar ki, tribün kişiliksizmiş. 3-1 iken istifa, 3-2 iken saldır cimbom, 4-2 iken tekrar istifa denmiş. ulan gerizekalılar, baros’un sapkadan tavşan çıkarması dışında bir kurtuluşumuz olmadığını, bunun için de baros’un hırsından başka hiçbir şeyin etkili olmayacağını görmemek için ne kadar aptal olmak gerekli? 3-1 iken maç kopmuş, tribünden doğal ve ani bir tepki patlıyor. 3-2 olunca tirbün ‘bir umut’ diye gaza geliyor, sonra çaaat 4-2 ve maç gitti deniyor. mehmet helvacı bir laf dedi “taraftarın tepkisi ne olursa olsun bunu maç bitiminde göstermeliydi” diye. kesinlikle haklı ve kesinlikle doğru olan bu bence. ama ne olursa olsun, orada kıçını yırtıp da sonra maymuna çevrilen bir galatasaray izledikleri için sorumlululara tepki gösterenler suçlu ilan edilemez! tv başında ben de çok maç izledim zamanında, gayet kolay gelirdi. çay demlenir, hüüüp diye içerken pozisyona göre ‘ahh be’, ‘ulann’ gibi tepkiler verilir, kaçan pozisyonun sebepleri tartışılır, gol olunca goool denir, maç bitince de kanal değiştirilir ya da maç yorumları izlenir ve yatılırdı. peki tribünde ne oluyor? maça giriyorsun, arkadaşlarına, aşina olduklarına selam veriyorsun, yerini alıyorsun. 500. maçın olsa bile doğal bir heyecan oluyor, hele dün gece için, haftaya fener maçı var, ona ithafen tezahüratlar yapıyorsun falan filan. maç başlıyor, hoop bir gol yiyorsun ama susmak yok. bağır bağır bağır... sonra bir bakıyorsun senin galatasaray’ın maymun olmaya başlamış. sorumlular belli, sorumluyu oraya koyan belli. ‘arkadaşlar desteğe devam, maç bitince sövelim’ var mı lan böyle bir şey? mümkün olabilir mi 25000 kişide bu şekilde bir ortak irade? sen futbolcu için diyorsun ‘onlar da insan’ diye, onlar insan da tribündekiler robot mu? off tuşuna basınca duracaklar mı? nasıl ki sert bir faul, elle oynama ya da benzer bir pozisyon olunca tepki çaat diye geliyorsa, senin galatasarayın maymuna çevrilince de o tepki o derece doğal ve ani oluyor. evet, tezahürat kapalı’nın ortasından başladı. peki neden herkes katıldı? bütün kapalı üst aptal da siz misiniz tek akıllılar. bütün kapalı üst satılmış da siz misiniz tek asil ve sadık taraftar? hadi lan ordan! herkes önce iki dakika oturup düşünsün, ondan sonra yapsın yorumunu. sizin şimdi ön elemeyi geçemediğiniz kulvarda takımı finale taşıyan taraftar da bu taraftardı, şimdi ne oldu? taraftarın tepkisi başarı ile alakalı olsa, takım mücadele edip kazanamadığı maçlardan sonra tribüne çağrılır mıydı? (buna son 5 senede kadıöydeki ki 2-3 fener maçı dahil mesela. tabi bunu bilmek için orada olmak gerekir, medyada çıkacak bir konu değil yenilen galatasaray'ın tribüne çağrılması) sağımda, solumda, önümde, arkamda tribünde yürüken selam vermekten başı ağrıyan 20-30 yıllık tribüncü adamlar var. adamlar 14 seneyi görmüşler, bizle aynı tepkiyi gösteriyorlar; ama neymiş, tribün karaktersizmiş. rijkaard’ın suçu yokmuş, suç yönetiminmiş. kardeşim siz siyah-beyaz mı görüyorsunuz dünyayı? ya da bilgisayar bilimleri ile çok ilgilisiniz de herşeyi 0 ya da 1 olarak mı değerlendiriyorsunuz? şahsen benim rijkaard istifa demiş olmam yönetimden memnun olduğum anlamına mı geliyor? bu adam cana sakat değilken de sarp’ı oynattı defalarca, kurtarıcı olarak barış’ı, hatta 8 senedir kıvılcım beklediğimiz aydın’ı aldı, bunları da yönetim mi istedi? yönetim mi dedi pino kötü olsa da sahada kalsın, sakın yerine serdar özkan’ı sokma diye? yönetim mi dedi servet olmazsa küserim diye? bu adam, bu ülkede, bu ligde, bu kulüpte ya-pa-ma-dı arkadaş! 4-3-3 diye tutturdu da tutturdu, 2 senedir 4-5-1 oynuyoruz, kendi evimizde bile 2 forveti yan yana göremiyoruz, sonra adamı istifaya çağırınca kötü biz oluyoruz. misimovic alındı, herifin milli takımda ve eski takımında nasıl oynadığı belli, ortada yok adam. yönetimin suçu mu? arda efendi bir anda başrolden çıktı takımda (-ki kendi kaprisleri de bunda etkili ve kesinlikle sinirliyim ona karşı) herhangi bir elemanı oldu takımın, yönetimin suçu mu? baros her maç kıçını yırta yırta artık orası burası çekip esner oldu, yönetimin suçu mu? elano brezilya ile şov yaptı, asist yaptı, gol attı, galatasaray’da 11’e giremedi, yönetimin suçu mu? şimdi aldığınız gazları ağır ağır salacaksınız ve biraz sakinleşeceksiniz. bu takım, bu kulüp, bu camia için elbette herkesin seviyeli yorumlar yapmaya hakkı var, amaaaa tribünde olmayıp da kimse tribünün tepkilerine sayıp sövemez! ben oraya 10 kişi gelmişim, 20000 kişiyle aynı şeyi söylüyorum diye kişiliksiz, satılmış, çapulcu mu oluyorum? size ne ulan? benim fikrim o yönde, ve o yönde bağırıyorum. madem sen çok karşısın, gel sen de kendi başına ‘susun susun ayıp’ diye bağır!

    bakın beklenen maç geldi çattı. allahtan teknoloji ilerledi de iletişim kesilmiyor, yoksa maç saati online hareketlerle kim nerede ne yapıyor belli olurdu. biz ne mi olurduk? 23:30’dan önce ekran başına geçemezdik. şimdi telefonlar falan var da güncel kalıyoruz. gideceğiz, 2500 kişiden biri olacağız, bağıracağız, destekleyeceğiz, sonra düzenli dayağımızı ve biber gazımızı yiyeceğiz, evlere dağılacağız. ha ama tabi yine satılmış, yine kişiliksiz olanlar biziz. neden? çünkü bilet sırasına gece 00:00’da gidiyoruz. neden? çünkü orada olmak için her şeyi iptal ediyor, tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. neden? çünkü maç için konya’dan, kayseri’den gelenler var aramızda. neden? çünkü biz galatasaray nerede ise oraya gidiyoruz. tabiki bizim fikir beyan etme hakkımız yok, ancak ve ancak ekran başındaki o klavye delikanlısı cengaverler yaparlar yorumlarını, arada bize de geçirirler laflarını, sonra çaylarına devam ederler. biz üniversite okumuyoruz, biz insanlık bilmiyoruz, biz futboldan anlamıyoruz, biz çapulcuyuz. elbette böyle. hatta şu an yazıyı da tarlabaşı’nda yazıyorum, bitince gidip biraz yankesicilik yapacaz bizim çocuklarla.

    allah için, şu kulübü nasıl severseniz sevin; ama bırakın biz de bildiğimiz gibi sevelim. bırakın biz de azıcık anlayalım şu oyundan be kardeşim, bırakın!
App Store'dan indirin Google Play'den alın