258
yıllar evvel bir alamancı bir komşumuz vardı. kapının önünde siyah bmw gördüğümüzde anlardık ki ahmet amcalar gelmiş zira mahallede ondan başka bmw'si olan yoktu. ahmet amca'nın 4 çocuğu vardı. oğlu hasan, ufak ikizler ve zeynep. zeynep çok güzel bir kızdı. saçları uzun ve simsiyah... herneyse.
akşamları ahmet amca'nın evinin bahçesinde toplanırdık. almanya'da bir fabrikada çalıştığını hatırlıyorum. fabrikadaki almanları anlatırdı. tabi bazen dalga geçerek bazen küfrederek. her sene bunların dozajı da artıyordu. ilk defa o zaman avrupada türk mahallerinin olduğunu ve türklerin orda türkiye'deki gibi yaşadığını duydum. ki ahmet amca'nın karısı hiç almanca bilmediğini biraz da göğsü kabararak anlatmıştı.
hasan’la yazdan yaza görüşsek de nihayetinde çocukluk arkadaşıydık. ancak o her sene bizden biraz daha uzaklaşıyordu. türkçe'yi benden iyi konuşan çocuk artık bazen cümlelerin arasına almanca kelimeler sıkıştırıyordu. artık paylaştığımız şeyler azalmıştı. ahmet amca her sene daha bir türk olurken hasan her sene daha alman oluyordu. babasının karşı çıkmasına rağmen saçının arkasını bizim prekazi'ye benzer biçimde uzatmasını bir şey başarmış gibi anlatıyordu. zaten evlerinin bahçesinde birbirlerine bağırışlarına birçok defa şahit olmuştum. babası o zamanlar moda olan yırtık pantolon giymesini istemiyordu. oysaki türkiye'deki gençlerin de çoğu bu şekilde giyiniyordu. ahmet amca türk kimliğinden uzaklaşmamak için daha bir tutucu olurken hasan'ın öyle bir derdi yoktu. biz oradan taşınmadan önceki son senelerde hasan'la tek konuştuğumuz konu almanya'ydı. ama hasan'ın almanya'sı.
ben eminim ki berlin'de mesut'u yuhalayanlardan biri de ahmet amca'ydı. mesut ile beraber aslında hasan'ı da yuhalıyordu. hasan'ın hans'a dönüştüğünü düşünüyordu. o hasan'ın belki de komşusunun çocuğu hamit gibi nuri gibi olmasını istiyordu.
ama zeynep, zeynep farklıydı...
akşamları ahmet amca'nın evinin bahçesinde toplanırdık. almanya'da bir fabrikada çalıştığını hatırlıyorum. fabrikadaki almanları anlatırdı. tabi bazen dalga geçerek bazen küfrederek. her sene bunların dozajı da artıyordu. ilk defa o zaman avrupada türk mahallerinin olduğunu ve türklerin orda türkiye'deki gibi yaşadığını duydum. ki ahmet amca'nın karısı hiç almanca bilmediğini biraz da göğsü kabararak anlatmıştı.
hasan’la yazdan yaza görüşsek de nihayetinde çocukluk arkadaşıydık. ancak o her sene bizden biraz daha uzaklaşıyordu. türkçe'yi benden iyi konuşan çocuk artık bazen cümlelerin arasına almanca kelimeler sıkıştırıyordu. artık paylaştığımız şeyler azalmıştı. ahmet amca her sene daha bir türk olurken hasan her sene daha alman oluyordu. babasının karşı çıkmasına rağmen saçının arkasını bizim prekazi'ye benzer biçimde uzatmasını bir şey başarmış gibi anlatıyordu. zaten evlerinin bahçesinde birbirlerine bağırışlarına birçok defa şahit olmuştum. babası o zamanlar moda olan yırtık pantolon giymesini istemiyordu. oysaki türkiye'deki gençlerin de çoğu bu şekilde giyiniyordu. ahmet amca türk kimliğinden uzaklaşmamak için daha bir tutucu olurken hasan'ın öyle bir derdi yoktu. biz oradan taşınmadan önceki son senelerde hasan'la tek konuştuğumuz konu almanya'ydı. ama hasan'ın almanya'sı.
ben eminim ki berlin'de mesut'u yuhalayanlardan biri de ahmet amca'ydı. mesut ile beraber aslında hasan'ı da yuhalıyordu. hasan'ın hans'a dönüştüğünü düşünüyordu. o hasan'ın belki de komşusunun çocuğu hamit gibi nuri gibi olmasını istiyordu.
ama zeynep, zeynep farklıydı...