1
londra'da suratlar asık ama futbol her şeyi unutturuyor**
ingiltere'de ekonomi iyi değil. londra'da insanları hiç bu kadar asık suratlı görmemiştim. pup'lar sorunlarını unutmak için içen insanlarla dolu. ancak türkiye'de olduğu gibi burada da futbol herşeyi unutturuyor insanlara. iki ingiliz takımı chelsea ile m.united'ın şampiyonlar ligi final maçından bir gün önce geldiğim londra'da, herkesi bu maçın heyecanı sarmıştı. publarda, kafelerde, restoranlarda herkes bu maçı konuşuyordu.
maçtan bir gün sonra otel odasında yazımı gazeteye yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da ingiliz gazetelerine göz atıyordum. chelsea'nin penaltılarla trajik bir şekilde kupayı kaybetmesini hemen hepsi manşetlerine taşımıştı. chelsea'nin kupayı kılpayı kaybetmesinden çok, penaltı kaçırıp gözyaşlarına boğulan john terry'ye üzüldüm. malum biz türkler hep mağdurun yanındayız�
bahar aylarında londra her zamanki gibi cıvıl cıvıl. akşam saatlerinde londra'nın şık caddelerinde yürüyüp, karnımı doyurmayı hayal ederek odamdan çıkmaya hazırlanırken, telefonum çaldı. arayan londra'yı neredeyse ingilizler'den iyi bilen italyan arkadaşımdı.
ekonomik vaziyet kötü
kapalı mekâna hiç gidesim yokken, londra'nın buluşma noktalarından biri olan ünlü nobu restoranının barında ilk vodkamı yudumluyordum çok geçmeden. masamızdaki ingiliz arkadaşların kraliçenin türkiye ziyareti ile ilgili sorduğu sorular bitince, ben de onlara britanya ekonomisi ve londra'nın yeni belediye başkanı boris johnson ile ilgili sorular yönelttim. ekonominin hiç de parlak olmadığını, işten çıkarmaların arttığını söylerken suratları asıldı. ardından eklediler: boris johnson'ın seçmenlere verdiği sözlerden biri israf ve bürokrasiyi azaltmaktı. londra belediyesi'nde büyük bir işten çıkarma operasyonunun çok da uzak olmadığı konusunda hemen herkes hemfikir.
bir gün sonra londra'nın alışveriş caddelerinde yürürken, durgunluğun boyutlarını daha iyi anladım. en ünlü uluslararası markaların olduğu caddeler kalabalık ama mağazalar bomboş. yıllardır sürekli ziyaret ettiğim londra'yı daha önce hiç böyle görmemiştim, londralıların her zamankinden daha asık suratlı olmasını buna bağladım.
herkes içkiye sığınıyor
makul fiyatlı restoranlar daha fakirleşen insanlarla dolup taşarken, fine-dining restoranlarında da yer bulmak neredeyse imkansız, ancak ne ucuz, ne de lüks olan arada kalan restoranlar eskisi gibi iş yapmıyor. kısaca ya fiyat, ya da kalite rekabeti yapan restoranlar krizden pek fazla etkilenmemiş. orta direğe yönelik restoranların ise işi çok zor� pub'lar ise her zamankinden dolu, dertlerini unutmak için herkes kendini içkiye vermiş�
neyse ki futbol var. "din toplumların afyonudur" diyen marx, bu günleri görseydi dinin yanına bir de futbolu eklerdi belki. futbolun gündemi birden nasıl değiştirdiğine bir kez daha şahit oldum. dün oynanan maçın ardından yazıyı yazdığım bugün, (22 mayıs perşembe) tüm londra maçı konuşuyor. bir de kaybetmeyi hazmedemeyen sarhoş chelsealilerin, londra'nın merkezini şiddet eylemleriyle nasıl birbirine kattığını. oysa ki medeniyetin ölçüsü ışıl ışıl caddeler, refah, demokrasi olduğu kadar kaybetmeye tahammül etmek de değil mi? fanatizm, alkol ve futbol bir araya gelince, medeniyetin yerini gazete manşetlerini süsleyen coplu polis resimleri alıyor. bizim alışık olduğumuz bu tablo, ingilizlere de yabancı değilmiş meğer�
kaynak : referans gazetesi,kağan gökalp
ingiltere'de ekonomi iyi değil. londra'da insanları hiç bu kadar asık suratlı görmemiştim. pup'lar sorunlarını unutmak için içen insanlarla dolu. ancak türkiye'de olduğu gibi burada da futbol herşeyi unutturuyor insanlara. iki ingiliz takımı chelsea ile m.united'ın şampiyonlar ligi final maçından bir gün önce geldiğim londra'da, herkesi bu maçın heyecanı sarmıştı. publarda, kafelerde, restoranlarda herkes bu maçı konuşuyordu.
maçtan bir gün sonra otel odasında yazımı gazeteye yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da ingiliz gazetelerine göz atıyordum. chelsea'nin penaltılarla trajik bir şekilde kupayı kaybetmesini hemen hepsi manşetlerine taşımıştı. chelsea'nin kupayı kılpayı kaybetmesinden çok, penaltı kaçırıp gözyaşlarına boğulan john terry'ye üzüldüm. malum biz türkler hep mağdurun yanındayız�
bahar aylarında londra her zamanki gibi cıvıl cıvıl. akşam saatlerinde londra'nın şık caddelerinde yürüyüp, karnımı doyurmayı hayal ederek odamdan çıkmaya hazırlanırken, telefonum çaldı. arayan londra'yı neredeyse ingilizler'den iyi bilen italyan arkadaşımdı.
ekonomik vaziyet kötü
kapalı mekâna hiç gidesim yokken, londra'nın buluşma noktalarından biri olan ünlü nobu restoranının barında ilk vodkamı yudumluyordum çok geçmeden. masamızdaki ingiliz arkadaşların kraliçenin türkiye ziyareti ile ilgili sorduğu sorular bitince, ben de onlara britanya ekonomisi ve londra'nın yeni belediye başkanı boris johnson ile ilgili sorular yönelttim. ekonominin hiç de parlak olmadığını, işten çıkarmaların arttığını söylerken suratları asıldı. ardından eklediler: boris johnson'ın seçmenlere verdiği sözlerden biri israf ve bürokrasiyi azaltmaktı. londra belediyesi'nde büyük bir işten çıkarma operasyonunun çok da uzak olmadığı konusunda hemen herkes hemfikir.
bir gün sonra londra'nın alışveriş caddelerinde yürürken, durgunluğun boyutlarını daha iyi anladım. en ünlü uluslararası markaların olduğu caddeler kalabalık ama mağazalar bomboş. yıllardır sürekli ziyaret ettiğim londra'yı daha önce hiç böyle görmemiştim, londralıların her zamankinden daha asık suratlı olmasını buna bağladım.
herkes içkiye sığınıyor
makul fiyatlı restoranlar daha fakirleşen insanlarla dolup taşarken, fine-dining restoranlarında da yer bulmak neredeyse imkansız, ancak ne ucuz, ne de lüks olan arada kalan restoranlar eskisi gibi iş yapmıyor. kısaca ya fiyat, ya da kalite rekabeti yapan restoranlar krizden pek fazla etkilenmemiş. orta direğe yönelik restoranların ise işi çok zor� pub'lar ise her zamankinden dolu, dertlerini unutmak için herkes kendini içkiye vermiş�
neyse ki futbol var. "din toplumların afyonudur" diyen marx, bu günleri görseydi dinin yanına bir de futbolu eklerdi belki. futbolun gündemi birden nasıl değiştirdiğine bir kez daha şahit oldum. dün oynanan maçın ardından yazıyı yazdığım bugün, (22 mayıs perşembe) tüm londra maçı konuşuyor. bir de kaybetmeyi hazmedemeyen sarhoş chelsealilerin, londra'nın merkezini şiddet eylemleriyle nasıl birbirine kattığını. oysa ki medeniyetin ölçüsü ışıl ışıl caddeler, refah, demokrasi olduğu kadar kaybetmeye tahammül etmek de değil mi? fanatizm, alkol ve futbol bir araya gelince, medeniyetin yerini gazete manşetlerini süsleyen coplu polis resimleri alıyor. bizim alışık olduğumuz bu tablo, ingilizlere de yabancı değilmiş meğer�
kaynak : referans gazetesi,kağan gökalp