• 12
    coğrafya kaderdir.

    şimdi futboldan biraz uzaklaşıp, sosyolojik olarak bakalım olaya. iki kişiyi karşılaştıralım;

    birinci adamımız belçika’lı. ismi thomas olsun. thomas kardeşimiz belçika doğumlu. annesi ve babası orta direk beyaz yaka çalışanı. çocuğumuz 6 yaşından itibaren bilinçli bir şekilde büyütülüyor. yetenekleri doğrultusunda ilkokuldan itibaren yönlendirilme yapılıyor. belçika oldukça kozmopolit bir ülke olduğu için küçük yaştan itibaren her dilden ve dinden arkadaşı oluyor. ayrıca ülke sosyal bir devlet olduğu için ve çevre ülkelerde sınır kavramı olmadığı için hollanda’ya, fransa’ya, almanya’ya ya da herhangi bir avrupa ülkesine sırf günü birlik gidip gelebiliyor adamımız. schengen nedir diye sorsan, o kim brugge’de mi oynuyor der mesela. doğuştan çok dilli oluyor zaten thomas. fransızca anadili olmak üzere, akıcı derecede ingilizce ve flemenkçe ve çat pat da olsa almanca konuşabiliyor küçük yaştan itibaren. eğitim sistemi sorunsuz, sosyal devletin getirdiği nimetlerden de yararlanan thomas, 18-19 yaşına geldiğinde avrupa’da gezmediği ülke kalmıyor. sosyal bir arkadaş olduğu için o yaşa kadar en az, bakın en az diyorum, 8-9 kız arkadaşı yapabiliyor, one night stand, fuck buddy falan hariç. üniversite zamanı part time işe girdiğinde 1 haftada son model iphone’u, 2-3 ayda falan ikinci el bir arabayı alabiliyor, festivalden festivale koşuyor, partiliyor, müzeleri geziyor, konserlere gidebiliyor ve bunları yaparken bir sonraki ayı düşünmüyor çünkü çoğu hizmet ya bedava, ya bedavadan bile daha ucuz. böyle böyle 22-23 yaşında üniversiteden mezun olduğunda zaten komple bir birey oluyor. hayata 5-0 falan önde başlıyor.

    şimdi de yozgat’lı abdulkadir’e gelelim. orta halli bir çiftçinin ya da memurun çocuğu. üniversiteye kadar yozgat’ın çeşitli okullarında okuyor, şehirden ayrılma sayısı bir elin parmaklarını geçmez, onda da büyük ihtimal ailesiyle birlikte düğüne veya cenazeye katıldıkları dönemler. araba almayı geçtim, sigara parasını bile bulamıyor çoğu zaman. adamımız üniversiteyi kazanır ama durum daha kötüleşir çünkü yaşadığı ülke sosyal bir devlet anlayışına sahip değildir. babasının gönderdiği üç kuruşla + ileride 1000% faizle geri ödeyeceği öğrenim kredisiyle geçinmeye çalışır. türlü imkansızlıklara rağmen bir manita yaptı diyelim, en fazla iki gün gezdirebilir, kalan 28 gün aç kalır. öğrenim kredisi üç günde biter. ev tutsa ayrı bir dert, yurtta kalsa ayrı bir dert. yoğun ders programı sebebiyle bir işte çalışamaz zaten çalışsa da adam gibi maaş vermez hiçbir firma, ciddiye bile almaz garibimi. yurdışına gitmeyi geçtim, traş olmaya bile memleketindeki berberine gider, aman istanbul’da fazla para harcanmasın diye. tüm hayatı, okul, arkadaşlarıyla okey oynama, cep telefonu, tiktok videoları ve iddaa bültenidir. 4 sene (tabi şanslıysa) böyle y*rrak gibi geçer ve sonunda mezun olur. tabi mezun olduğunda da daha da kötüleşiyor her şey. büyük ihtimal mezun olduğu bölümün ataması yoktur. çok alakasız bir alanda üç kuruşa çalışır, tabi daha önce söylediğim gibi maaşından öğrenim kredisi kesintisi falan başlar. o sırada anası bi kız bulur, evlenir, her şey yolunda giderse çift maaşla falan geçinebiliyorlarsa 35 sene sonra falan ev alabilir, şanssızsa bi de aman allah boşanmışsa zaten üç kuruş aldığı maaşa bir de nafaka kesintisi eklenir. bir ömür de y*rrak gibi geçer.

    işte yukarıdaki bilgilerin ışığında, bir avrupalıyla türkü karşılaştırırken 2-3 kere düşünün derim.
App Store'dan indirin Google Play'den alın