11
transfer politikamızda anlamadığım bir nokta var...
yıllardır 2000 yılındaki altın jenerasyonumuzu oluşturmak için çabaladık. bunun uğrunda sayısız transfer yaptık. bir kısmı fenomen oldu**, bir kısmı fiyasko**. yüz milyonlarca euro bu uğurda savruldu, çöpe gitti...
turkcell süper lig takımları olarak avrupa'da gözden düşmüş oyuncuları hep transfer ettik. ligimizde ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, geldikleri dönemdeki piyasaları hiç bir zaman olmamıştı. "piyasası olsa gelmezdi", "iyi olsaydı x takımı, y takımı alırdı" denildi hep. hem kaliteli, hem başarıya aç oyuncunun peşinde hiçbir zaman koşmadık. çoğu zaman günü kurtarmak adına transfer yaptık, avrupa'da isim yapmış ancak önemli sorunlar yaşamış ya da yaşamakta olan futbolcuları transfer ettik...
kabul edelim turkcell süper lig avrupa'nın en ilgi çekici, en popüler ligi değil. ligimizde oynayan lider takımlarla, ispanya-italya-ingiltere liglerinin lider takımları arasında büyük ölçüde kalite farkı var. türkiye'nin yaşam şartları avrupa çıkışlı oyuncuları cezbetmiyor. istanbul'da yaşamakla londra'da yaşamak arasında elbette çok büyük farklar var...
şu anda hiç kimse daniele de rossi'yi transfer etmeliyiz tarzı bir laf etmiyor, edemiyor. ederse bunu söyleyen kişiye elbette birileri "sen ne içtin hacı", "saçmalaya kardeş", "oğlum o adamı real madrid istiyor", "biliyor musun sen, o oyuncu 40 milyon euro" tarzı kelamlar edecektir. haksız sayılmazlar. ama işte benim merakım bu noktada başlıyor;
1-) galatasaray'ımız elbette bir barcelona, bir real madrid kadar popüler değil. ama hiçbir şekilde moritanya 3.lig takımlarından biri de değil. sayısız kupası olan, türkiye'mizi avrupa'da başarıyla temsil etmiş olan bir takım. 400 yıllık bir kültürün geldiği nokta galatasaray'ımız. hala avrupa'da "türk'üm" dediğiniz zaman duyabileciğiz olası cevap "turca? galatasaray, shish kebab...vs." kısacası hala avrupa'nın önde gelen kulüplerinden birisiyiz. neden chelsea, inter, barcelona, lyon bu tarz oyuncuarı alabilirken biz alamayalım?...
2-) galatasaray spor kulübü olarak çok güçlü bir mali yapımız yok. diğer branşlarımıza önemli yatırımlar yapamıyoruz. yaz döneminde hiçbir zaman çok geniş bir transfer bütçesi sahibi olmadık. ama avrupa'nın önde gelen kulüpleri her zaman kasalarına para mı dolduruyor? bu sene arsenal'in zararı 350 milyon euro, inter'in zararı 500 milyon euro'ya dayandı, milan'ın bu yıl açıkladığı zararı 365 milyon euro. ama bu takımlar her sezon transfere 35-40 milyon euro para ayırabiliyor. bu kadar zarar yaparken hala bu kadar büyük transfer bütçeleri oluşturabilen takımlara, senelik değil tüm zararı 100 milyon euro olan ama bankalardan 70 milyon krediyi 40 takla atarak alan bir takım olarak rakip olmaya çalışıyoruz. oysaki forbes dergisine göre türkiye'de iş yapabileceğiniz en güvenli trademark'lardan birisi galatasaray değil mi? neden bu sıfata sahipken hala 8-10 milyon euro'yu ancak denkleştirebiliyoruz?...
3-) türkiye elbette yabancı uyruklu bir futbolcu için cezbedici değil. özellikle futbol altyapısının çok kısır olduğu ülkemizde stadyumlarımız, tesislerimiz, futbol kültürümüz avrupa'nın yakınından geçmiyor. istanbul elbette bazı diğer büyük avrupa kentlerinin gerisinde. ama hala bir metropol. 13 milyon insan yaşıyor, dünya'nın en büyük kültür miraslarından ve coğrafyası, boğazları, herşeyiyle ortalamanın üzerinde bir kent...
lafımı çok uzatmayacağım. söylemek istediğim şudur:
galatasaray takımı olarak en iyi, en başarılı olmaya çalışıyorsak bunun gereklerini yapmamız gerekli. 1995'ten sonra faruk süren hayallerini, taraftarının istediğini başarabilmek için elini taşın altına koymaya cesaret etti. iyi oyuncu transfer etti, yetmedi en iyisini getirdi. bunu yaparken hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. ödemesi gereken parayı ödedi, bunu yaparken büyük bir borç oluştu. ancak herşeyin sonuna gelindiği zaman üst üste dört lig şampiyonluğuna, türkiye kupalarına, uefa kupasına ve süper kupaya ulaştık...
ben bir tıp öğrencisiyim. mali konularda elbette sözlükte benden çok daha tecrübeli, çok daha bilgili, görmüş geçiriş yazarlar mevcuttur. ancak bildiğim bir şey var. marka değeri olan herşey kendisine müşteri çeker. galatasaray markası ülkemizin en değerli markalarından bir tanesi. neden bu marka değerini en verimli şekilde kullanamıyoruz? avrupa'nın büyük takımları aldıkları sponsorluk anlaşmalarıyla kasalarını dolduruyor, transfer bütçelerini oluşturuyor. son zamanlarda önemli banka kredileri aldık, önemli sponsorluk anlaşmaları imzaladık. ama bu bizim için yeterli mi? elbette imzalar 5 yıllık, 10 yıllık imzalar ama neden daha iyisi varken daha kötü bir anlaşmayla devam edelim? yerliyse yerli, yabancıysa yabancı...
"progress demands sacrifice". başarı için bazı şeyleri feda etmemiz lazım. 10 milyon euro'ysa, 10 milyon euro. 100 milyon euro'ysa, 100 milyon euro. hep iyiye, en iyiye ulaşmaya çalışmamız gerekli. bahse varım "bir şampiyonlar ligi kupamız olsun, 100 milyon euro daha borcumuz olsun" diyenler vardır aranızda. benim kendi çevremde var bunu söyleyen. o zaman bunun için çalışalım, vizyonumuzu bu doğrulutuda değiştirelim. harcarken kazanmayı da öğreneceğiz. hem mali olarak, hem de manevi olarak. işte o zaman galatasaray markası olarak bir barcelona, bir real madrid seviyesine ulaşacak; hepimizin özlemlediği o noktaya gelecek...
saygılarımla...
yıllardır 2000 yılındaki altın jenerasyonumuzu oluşturmak için çabaladık. bunun uğrunda sayısız transfer yaptık. bir kısmı fenomen oldu**, bir kısmı fiyasko**. yüz milyonlarca euro bu uğurda savruldu, çöpe gitti...
turkcell süper lig takımları olarak avrupa'da gözden düşmüş oyuncuları hep transfer ettik. ligimizde ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, geldikleri dönemdeki piyasaları hiç bir zaman olmamıştı. "piyasası olsa gelmezdi", "iyi olsaydı x takımı, y takımı alırdı" denildi hep. hem kaliteli, hem başarıya aç oyuncunun peşinde hiçbir zaman koşmadık. çoğu zaman günü kurtarmak adına transfer yaptık, avrupa'da isim yapmış ancak önemli sorunlar yaşamış ya da yaşamakta olan futbolcuları transfer ettik...
kabul edelim turkcell süper lig avrupa'nın en ilgi çekici, en popüler ligi değil. ligimizde oynayan lider takımlarla, ispanya-italya-ingiltere liglerinin lider takımları arasında büyük ölçüde kalite farkı var. türkiye'nin yaşam şartları avrupa çıkışlı oyuncuları cezbetmiyor. istanbul'da yaşamakla londra'da yaşamak arasında elbette çok büyük farklar var...
şu anda hiç kimse daniele de rossi'yi transfer etmeliyiz tarzı bir laf etmiyor, edemiyor. ederse bunu söyleyen kişiye elbette birileri "sen ne içtin hacı", "saçmalaya kardeş", "oğlum o adamı real madrid istiyor", "biliyor musun sen, o oyuncu 40 milyon euro" tarzı kelamlar edecektir. haksız sayılmazlar. ama işte benim merakım bu noktada başlıyor;
1-) galatasaray'ımız elbette bir barcelona, bir real madrid kadar popüler değil. ama hiçbir şekilde moritanya 3.lig takımlarından biri de değil. sayısız kupası olan, türkiye'mizi avrupa'da başarıyla temsil etmiş olan bir takım. 400 yıllık bir kültürün geldiği nokta galatasaray'ımız. hala avrupa'da "türk'üm" dediğiniz zaman duyabileciğiz olası cevap "turca? galatasaray, shish kebab...vs." kısacası hala avrupa'nın önde gelen kulüplerinden birisiyiz. neden chelsea, inter, barcelona, lyon bu tarz oyuncuarı alabilirken biz alamayalım?...
2-) galatasaray spor kulübü olarak çok güçlü bir mali yapımız yok. diğer branşlarımıza önemli yatırımlar yapamıyoruz. yaz döneminde hiçbir zaman çok geniş bir transfer bütçesi sahibi olmadık. ama avrupa'nın önde gelen kulüpleri her zaman kasalarına para mı dolduruyor? bu sene arsenal'in zararı 350 milyon euro, inter'in zararı 500 milyon euro'ya dayandı, milan'ın bu yıl açıkladığı zararı 365 milyon euro. ama bu takımlar her sezon transfere 35-40 milyon euro para ayırabiliyor. bu kadar zarar yaparken hala bu kadar büyük transfer bütçeleri oluşturabilen takımlara, senelik değil tüm zararı 100 milyon euro olan ama bankalardan 70 milyon krediyi 40 takla atarak alan bir takım olarak rakip olmaya çalışıyoruz. oysaki forbes dergisine göre türkiye'de iş yapabileceğiniz en güvenli trademark'lardan birisi galatasaray değil mi? neden bu sıfata sahipken hala 8-10 milyon euro'yu ancak denkleştirebiliyoruz?...
3-) türkiye elbette yabancı uyruklu bir futbolcu için cezbedici değil. özellikle futbol altyapısının çok kısır olduğu ülkemizde stadyumlarımız, tesislerimiz, futbol kültürümüz avrupa'nın yakınından geçmiyor. istanbul elbette bazı diğer büyük avrupa kentlerinin gerisinde. ama hala bir metropol. 13 milyon insan yaşıyor, dünya'nın en büyük kültür miraslarından ve coğrafyası, boğazları, herşeyiyle ortalamanın üzerinde bir kent...
lafımı çok uzatmayacağım. söylemek istediğim şudur:
galatasaray takımı olarak en iyi, en başarılı olmaya çalışıyorsak bunun gereklerini yapmamız gerekli. 1995'ten sonra faruk süren hayallerini, taraftarının istediğini başarabilmek için elini taşın altına koymaya cesaret etti. iyi oyuncu transfer etti, yetmedi en iyisini getirdi. bunu yaparken hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. ödemesi gereken parayı ödedi, bunu yaparken büyük bir borç oluştu. ancak herşeyin sonuna gelindiği zaman üst üste dört lig şampiyonluğuna, türkiye kupalarına, uefa kupasına ve süper kupaya ulaştık...
ben bir tıp öğrencisiyim. mali konularda elbette sözlükte benden çok daha tecrübeli, çok daha bilgili, görmüş geçiriş yazarlar mevcuttur. ancak bildiğim bir şey var. marka değeri olan herşey kendisine müşteri çeker. galatasaray markası ülkemizin en değerli markalarından bir tanesi. neden bu marka değerini en verimli şekilde kullanamıyoruz? avrupa'nın büyük takımları aldıkları sponsorluk anlaşmalarıyla kasalarını dolduruyor, transfer bütçelerini oluşturuyor. son zamanlarda önemli banka kredileri aldık, önemli sponsorluk anlaşmaları imzaladık. ama bu bizim için yeterli mi? elbette imzalar 5 yıllık, 10 yıllık imzalar ama neden daha iyisi varken daha kötü bir anlaşmayla devam edelim? yerliyse yerli, yabancıysa yabancı...
"progress demands sacrifice". başarı için bazı şeyleri feda etmemiz lazım. 10 milyon euro'ysa, 10 milyon euro. 100 milyon euro'ysa, 100 milyon euro. hep iyiye, en iyiye ulaşmaya çalışmamız gerekli. bahse varım "bir şampiyonlar ligi kupamız olsun, 100 milyon euro daha borcumuz olsun" diyenler vardır aranızda. benim kendi çevremde var bunu söyleyen. o zaman bunun için çalışalım, vizyonumuzu bu doğrulutuda değiştirelim. harcarken kazanmayı da öğreneceğiz. hem mali olarak, hem de manevi olarak. işte o zaman galatasaray markası olarak bir barcelona, bir real madrid seviyesine ulaşacak; hepimizin özlemlediği o noktaya gelecek...
saygılarımla...