198
--- alıntı ---
ali koç'un çiftliği mi? fenerbahçe spor kulübü mü?
hasret kaldıkları başarının “dış mihraklar”ca engellendiğine aylardır inandırılan 22 bini aşkın fenerbahçeli, artık bu akşamki “olağanüstü” saçma şov sonrasında, aslında 6 yıldır aradıkları o “mihrak”ın ali koç olup olmadığından şüpheye düşmüş olabilir.
ali koç, türk sermayesinin iyi eğitimli, modern düşünceli bir üyesi olarak son 6 yılda, “farkını koyabileceğini” düşündüğü sektöre büyük hevesle başkan olarak girdi.
parası çoktu. genç sayılırdı, öylesine hevesliydi ki aziz yıldırım’ın son dönemde yarattığı “enkaz”ı kendisinden başka kimsenin kaldıramayacağına hemen herkesi inandırmıştı. nitekim çok katılımlı bir seçimde büyük fark atarak seçilmesi bunu gösteriyordu.
vaadlerinin en büyüğünü, türkiye’deki geleneksel futbol sektörüne yenilikçi, modern görüşleriyle damga vurmaya kararlı olduğunu söylemesi oluşturuyordu.
ona göre yenilikçilik, özlenen sportif başarıyı kesinlikle getirecek tek formüldü ve bunu kararlılıkla yapacaktı. o ilk günlerde yapılan bir genel kurulda, takıma dair fikrini dile getiren bir kulüp üyesine sanki “eski dünyadan” konuşan biri gibi davranıp o üstenci gülümsemesiyle “siz benim vizyonumu anlamamışsınız” cevabını verirken yansıttığı öz güven, herhalde bunun eseriydi.
nitekim ali koç seçildikten sonra yeni döneme, “futbol aklı” olarak profesyonel bir batılı (comoli) ve bir avrupalı teknik direktör (cocu) ile müthiş iddialı başladı. bir yandan kendi şahsi kasasını inanılmaz bir meblağ ile açmıştı, diğer yandan kurmaya başladığını düşündüğü bu yeni profesyonel yapının her istediği transferi vs. bonkörce yapmaktan geri durmamıştı.
dedesinden, babasından gördüğü de esasen buydu. koç holding de böyle büyümemiş miydi? batı’da çok tutulan başarılı ürünlerin mümessilliğini alıp ülke içinde koruma duvarları rahatlığıyla halka satarak büyük ve başarılı bir sermaye haline gelmemiş miydi? başarılı olması “kesin”di ona göre. fomülünün işlemesi için gerekli maddi kaynağı, nakit akışını da rahatlıkla sağlayabilecek durumdaydı.
ama artık hepimiz biliyoruz ki koç holding’in girdiği tüm sektörlerde “işleyen” bu sihirli formülü, ali koç’un başkan olarak yeni girdiği futbol sektöründe işlemedi.
daha ilk sezonun ortasında bir yerlerde ali koç büyük bir başarısızlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. başkan seçilmeden önce aylarca çalışarak kurduğu bu “modern proje”nin yeşil sahada uğradığı hüsran, alınan kötü sonuçlar, kötü futbol, ilerde düzeleceğine dair bir ışık da vermeyen haller, sanırım pek de hesaba katmadığı kötü sonla erkenden de karşı karşıya kalmasına yol açıyordu: memnuniyetsizlik…
bir işadamı geleneği, böyle zamanlarda soğukanlı olmayı gerektirir ama galiba daha önemlisi ticaretini yapmaya gireceği alanın fizibilitesini en baştan gerçekten doğru düzgün yapmayı, ayrıntılı, tüm yönlerini, olası riskleri, potansiyel rakiplerini vs çok detaylı araştırmasını da gerektirir.
ali koç’un futbol alanına böylesine bir titizlikle girmediğini geçen zaman çok açıkça gösteriyordu. koç holding’den, ailesinden öğrenebildiği tek “formül”ün işleyeceğine o kadar güveniyordu ki ikinci bir alternatifi, b, c, d, e planları yoktu. sadece fenerbahçe camiasının geleneksel, başarı bağımlısı karakterini konjonktürel olarak çok iyi manipüle etmiş ve “proje”ye inandırmıştı.
işlemeyen tek formül daha ilk yılının ortasında tıkanınca klasik türk futbolu hikâyesine dönmekte bu nedenle hiç gecikmedi...
terkedilen bir proje, geleneksel yöntemlere geçiş: medyanın yönlendirmesine daha da açık hale gelmek, var gibi gösterilen prensiplerin giderek silikleşmesi, arka arkaya gelen-giden teknik direktörler, sürekli değişen kadrolar, onlarca pahalı transferler, final maçlarını oynayamamak, cocu’’dan ersun yanal’a, pereira’dan erol bulut’a, jorge jesus’dan emre belözoğlu'na, şimdi de ismail kartal’a sürekli değişen, stratejisiz, sabırsız, ilkesiz dolayısıyla da sonu hep başarısız biten sezonlar…
ali koç, başlangıcındaki vaad ettiği yerden ve konumdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başarıyı bekleyen ama yıllar geçtikçe de sabrı giderek tükenen camiasının ona verdiği son şansı (yani bu sezonu) kullanabilmek için artık gerekirse her şeyi yapabileceğini açıkça ifade edebilen (“fıtratımızda olmayan işleri de yapacağız”) tipik bir paralı-yerli bir başkana dönüşmüştü.
modernlik, yerini rüzgarın götürdüğü yere ve “saha dışında” da faaliyetlere başvurma cesaretine bırakıyordu.
aslında doğrusunu söylemek gerekirse, koç’un bu son şansını iyi değerlendirdiğini söyleyebiliriz. öyle ya da böyle kurduğu çok pahalı ama geçmişteki sezonlara göre daha iyi futbol takımı, iyi de performans göstermeyi başardı.
ancak hesaba katamadığı şey, “rakip analizi”ydi.
geçen sezon kimsenin beklemediği ölçüde kaliteli, uyumlu ve başarılı bir takım iskeleti ve teknik ekip kurmayı başararak şampiyonluğa ulaşmayı rahatlıkla başaran galatasaray, o iskeletin devamlılığıyla ligde zirvede tutunmakla kalmamış, son düzlükte (avrupa ve türkiye kupası kulvarının de devre dışı kalmasıyla) öne de geçerek ikinci şampiyonluk için çok güçlü sinyaller de vermişti.
ali koç, sezonun sonuna ilişkin giderek beliren kaygıları ve başlayan homurtuları nasıl bastırabilirdi? imdadına trabzonspor maçı yetişti. yakın geçmişte artık tarihi bir vasfa bürünen bir “şike-şampiyonluk” hesaplaşması olan kulüple oynanan maçta hem mağdur olup hem de 3 puanı alabilmek kaçırılmaz bir fırsattı. kişisel bir öfkeye de bezeyerek o maçta yaşananlar (ki bu ilk değildi, benzeri bir çok maç yaşanmıştı) birdenbire onu en güçlü olduğu noktaya taşıdı. en güçlü olunan anda inandırıcılığın da tepe nokta yaptığını çok iyi biliyordu (ya da danışmanları bunu söylemişti): hedefi kendisinden uzaklaştırıp “dış güçler”i göstererek camiasının potansiyel olası sezon sonu hayalkırıklığına ön alma fırsatını hemen kullandı.
ve elbette en kolay yolu seçti: galatasaray’a saldırmak…
fenerbahçe camiası için “dış güçler”, her zaman elbette galatasaray’dı. bu, 117 yıldır böyleydi. dolayısıyla koç’un gösterdiği bu hedefin camiasında, bunca olan biten başarısız sezonların ardından bile kabul edilmemesi mümkün değildi.
kitlesini-camiasını konsolide etmenin en zahmetsiz, en kolay yolunun on yıllardır bu olduğunu biliyordu çünkü.
ama ali koç 117 yılın ardından ilk defa sonu gerçekten hiç bugüne kadar olmamış şekilde tehlikeli bir oyun oynamaya başladı.
bu ülkenin köklü camiasını öylesine yakışıksız, kaba, hatta ahlaksız bir üslupta tehdit ederek hedef tahtasına oturtmaya çalıştı ki, onu tanıyanlar bile girdiği yeni şekle inanmakta güçlük çekiyordu. bir tür delirme hali, ölçüsüzlükte ifrata kaçma, hesapsız, kitapsız, galatasaray’ı, yöneticilerini fetöcülükle suçlamaktan iktidarın fenerbahçe’yi bilerek şampiyon yapmadığını ima etmeye, yönetmeliklerde yazan cezaların kendilerine verilemeyeceğini, aksi takdirde “vebalini öderler” tehdidinden ligden çekilme kararını elinde tutmak için kongre toplamaya…
altı yılda başladığı yerden bu “yere”…
bir görüş, bugünkü nobranlığına şaşıranlara “ali koç zaten böyle biriydi, niye şaşırıyorsunuz ki” diyor.
gerçekten de olabilir. yani o modern görünüşünün arkasında cidden klasik, eski tip, futboldan pek anlamayan bir "paralı başkan" tipolojisi olabilir.
aslında bu ışıltılı “parıltının” döküldüğünde neler olduğunu biliyoruz.
türkiye’de sermayenin tarihine baktığımızda görürüz ki, on yıllarca öylesine koruma kalkanları-yasaları altında “montaj sanayi” olarak faaliyet gösterip büyüdüler, iktidarlara hep yakın durarak sessizliği seçtiler ve faaliyet gösterdikleri sektörlerde rakipsiz olmaya alıştılar ki, ali koç da bu genetik alışkanlıkla girdiği futbol sektöründe de böyle hemen, hızlı ve garantili bir başarıyı hayal etmiş olabilir diye düşünmeden edemiyor insan.
ama işte burası futbol.
bir kere, oyunun bizzat kendisi, sürprizlere açık ve kestirilemez olmasının güzelliğinden dolayı zaten dünyanın bir numaralı sporu. son saniyede boş kaleye golü atamadığı için şampiyonluğu kaçıran kim bilir kaç takım var...
üstelik burada keskin bir rekabet var. üstelik karşında çok daha güçlü bir rakip de var!
galatasaray gibi hem bu ülkenin ilk kalıcı futbol kulübü olan, hem de cumhuriyetin kurucu aydınlanma düşüncesini tüm kurumlarıyla güçlü bir şekilde hala taşıyıcısı olan, dünya çapında gösterdiği sportif başarılarla dünyada türkiye’nin en çok bilinen 3 markasından biri olmayı başarmış çok büyük, herkese nasip olmayan gelenekleri olan ve bunları aslında çok büyümüş olmasına rağmen hala titizlikle koruyan bir camia var.
bu nedenle başarısızlık dönemlerini hızlı refleksiyle daha kolay atlatabiliyor; kendisini yenileyebiliyor, gol farkıyla şampiyonluğu kaçırmasına rağmen önüne bakan, küme düşmekten son anda kurtulmasına rağmen bir sonraki sezona kabuk değiştirme kararı alabilen, kendi efsanesiyle yollarını ayırabilme cesaretini gösterip yenilenme kararı alabilen camia olabilmenin karşılığını hızla alabiliyor.
holdinglerin iş dünyasında rakibini başarısız kılmak, saf dışı bırakmak için kullanılan yöntemleri az çok biliyoruz.
satın alabiliyorlar. en güçlü yöneticilerini transfer edebiliyorlar. onların pazar alanlarını eski ilişkileriyle daraltabiliyorlar. olmadı, kötüleme kampanyalarıyla ticari itibarını sarmaya çabalıyorlar.
ali koç’un bu kadar kolay, ucuz suçlamalarla rakibini alt etmeyi düşünmüş olabilmesine hayret ediyorum.
galatasaray’ın yapısal olarak, üyelik profili olarak, gelenekleri gereği asla bir dini bir tarikata bağlı olamayacağını ali koç bilmiyor mu? kendi rahmetli abisi bile bu kulübün sosyal olanaklarından yararlanabilmek için üye olmamış mıydı?
kendi ailesinin, tipik iktidar bağımlısı diğer zenginler gibi, o dönemlerde fethullahçılarla çok yakın ilişkiler içerisinde olduğunu, onların etkinliklerine maddi sponsorluklar, himmetler için yarıştığını bilmiyor mu?
kendi kulübünün aynı şekilde o cemaatin isimlerini dahi yönetimlerine aldığını, üyelik kapılarını ve tesislerini sonuna kadar açtığını bilmiyor mu?
şampiyonluk sayısında takımı 11-6 öndeyken yıllar içerisinde sportif gücünü giderek kaybettiği için çok geriye düşünce aniden ortaya “bizim aslında 9 şampiyonluğumuz daha olmalı” iddiasını atmanın saçmalığının farkında değil mi?
galatasaray’ı zımni olarak (çok da açık edemeden) iktidar yandaşı olarak suçlarken, bir yandan devletin-iktidarın en üst düzeyindeki isimlerle münasebetini devam ettiren, diğer yandan büyük hazine arazisini devletten kolaylıkla kiralayabilen, bir yandan yargı mensuplarına iftar yemekleri verip diğer yandan mantığını kiraya verip kulüp aşkıyla hareket eden bir dizi “sol”, “sosyalist”, “sanatçı”, “ulusalcı”, “muhalif” isimleri de yanında hizalayabilen başka bir kulüp mü?
dürüst olalım.
ne galatasaray'ın ne de fenerbahçe'nin dinsel tarikatlarla tarihsel olarak hiçbir zaman bir ilişkisi olmadı.
iki kulübün camiası ağırlıkla aydın, sosyal demokrat, laik insanlardan oluşuyor. futbolcu olarak, yönetici olarak, üye olarak bu iki kulübün de siyasetçi, siyasal islamcı, komünist, liberal, faşist vd. üyeleri olabilir, vardır da muhtemelen. kulüp- siyaset ilişkilerini, kulüp ayrımı yapmaksızın yıllardır zaten yazıyorum. başından beri böyle bu. bu iki kulübü yönetenler, kulüp çıkarları için yapıyorlar bunu; kendileri gidip ona buna forma armağan ediyorlar. başkanların üyelik kontenjanı tam da bunlar için var. ülkenin son 22 yılını düşünmek, yeterli. gücün kimde olduğuna bağlı olarak, iki kulüp de mecburen konjonktürün gerektirdiğini yapmıştır, eminim. ama yine de bunların hiçbiri iki camianın da temeldeki yapısını değiştirmeye yetmez.
ancak sağduyu ortadan kalkıp ölçüsüzlük hakim olunca, rekabet son dönemde olduğu gibi saha dışına kaydırılıp sosyal medyanın tıklım tıklım ergenlerle dolu dünyasında şu 117 yıllık ezeli rekabeti düşmanlığa çevirerek takipçi kasan, sarhoş tiyatrocusundan yeteneksiz ve isimsiz "sanatçılarına", onlarca müptezele yol verip, maddi-manevi bir koruma şemsiyesi altına almak olunca konu hızla farklılaşıyor.
işte tehlikeli olan da bu.
gizli-açık bir dizi sosyal medya hesaplarıyla kol kola gidilen yol, bu ülkede futbol yüzünden bugüne dek yaşanmamış kopuşlara neden olacak diye korkuyorum.
bir ultra zenginin futboldaki 6 yıllık macerasında sürekli yalpalayarak yarattığı bu büyük sportif başarısızlık fotoğrafının altında kendi adı olmasın diye 117 yıllık rekabeti ateşe vermekte tereddüt etmeme ihtimali beni korkutan… konuşmaları öylesine ölçüsüz hale geldi ki...
bakın, bizim kuşak, bu rekabeti eski kalıbında, elbette yine en üst seviyede duygularla ama asla yakıp yıkmadan devam ettirmesini bildi, biliyor.
ama bu pompalanan nefretin genç kuşaklarda nasıl bir etki yaratacağını kim bilebilir?
bunu kim düşünecek? kim bunu hesaba katacak?
göründüğü kadarıyla zengin başkan değil...
umarım, fenerbahçe camiası da bu tek kişilik oyunun farkına varmıştır. onun giderayak ezeli rekabette dönüşü olmayabilecek bir yol açmaya çalıştığının farkına varmıştır.
fenerbahçe’nin futboldaki başarısızlığının nedenlerinin, bugün insanları inandırmaya çalıştığından ne kadar farklı olduğunu görmeye başlamıştır.
açık açık yaptığı tehditlere rağmen galatasaray'ın ona bir daha cevap vererek çekmek istediği ortama girmemesi gerektiğini düşünüyorum. her şeye rağmen sadece önüne baksın, sahada kalsın.
ıcardi’nin bu geceki o tek hareketlik yanıtı bile yeterince anlamlıydı.
fenerbahçe, başkanının karar verdiği o yolda devam eder mi etmez mi; bilemiyorum. her hâlükârda olası sonuçlarını da kendileri yaşayacak.
hayat işte; bir şekilde devam edecek. fenerbahçeli, fenerbahçesiz... ama ali koçlu devam etmesinde de bir problem yok.
en azından galatasaray için…
https://x.com/...257568367304778?s=20
--- alıntı ---
ali koç'un çiftliği mi? fenerbahçe spor kulübü mü?
hasret kaldıkları başarının “dış mihraklar”ca engellendiğine aylardır inandırılan 22 bini aşkın fenerbahçeli, artık bu akşamki “olağanüstü” saçma şov sonrasında, aslında 6 yıldır aradıkları o “mihrak”ın ali koç olup olmadığından şüpheye düşmüş olabilir.
ali koç, türk sermayesinin iyi eğitimli, modern düşünceli bir üyesi olarak son 6 yılda, “farkını koyabileceğini” düşündüğü sektöre büyük hevesle başkan olarak girdi.
parası çoktu. genç sayılırdı, öylesine hevesliydi ki aziz yıldırım’ın son dönemde yarattığı “enkaz”ı kendisinden başka kimsenin kaldıramayacağına hemen herkesi inandırmıştı. nitekim çok katılımlı bir seçimde büyük fark atarak seçilmesi bunu gösteriyordu.
vaadlerinin en büyüğünü, türkiye’deki geleneksel futbol sektörüne yenilikçi, modern görüşleriyle damga vurmaya kararlı olduğunu söylemesi oluşturuyordu.
ona göre yenilikçilik, özlenen sportif başarıyı kesinlikle getirecek tek formüldü ve bunu kararlılıkla yapacaktı. o ilk günlerde yapılan bir genel kurulda, takıma dair fikrini dile getiren bir kulüp üyesine sanki “eski dünyadan” konuşan biri gibi davranıp o üstenci gülümsemesiyle “siz benim vizyonumu anlamamışsınız” cevabını verirken yansıttığı öz güven, herhalde bunun eseriydi.
nitekim ali koç seçildikten sonra yeni döneme, “futbol aklı” olarak profesyonel bir batılı (comoli) ve bir avrupalı teknik direktör (cocu) ile müthiş iddialı başladı. bir yandan kendi şahsi kasasını inanılmaz bir meblağ ile açmıştı, diğer yandan kurmaya başladığını düşündüğü bu yeni profesyonel yapının her istediği transferi vs. bonkörce yapmaktan geri durmamıştı.
dedesinden, babasından gördüğü de esasen buydu. koç holding de böyle büyümemiş miydi? batı’da çok tutulan başarılı ürünlerin mümessilliğini alıp ülke içinde koruma duvarları rahatlığıyla halka satarak büyük ve başarılı bir sermaye haline gelmemiş miydi? başarılı olması “kesin”di ona göre. fomülünün işlemesi için gerekli maddi kaynağı, nakit akışını da rahatlıkla sağlayabilecek durumdaydı.
ama artık hepimiz biliyoruz ki koç holding’in girdiği tüm sektörlerde “işleyen” bu sihirli formülü, ali koç’un başkan olarak yeni girdiği futbol sektöründe işlemedi.
daha ilk sezonun ortasında bir yerlerde ali koç büyük bir başarısızlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. başkan seçilmeden önce aylarca çalışarak kurduğu bu “modern proje”nin yeşil sahada uğradığı hüsran, alınan kötü sonuçlar, kötü futbol, ilerde düzeleceğine dair bir ışık da vermeyen haller, sanırım pek de hesaba katmadığı kötü sonla erkenden de karşı karşıya kalmasına yol açıyordu: memnuniyetsizlik…
bir işadamı geleneği, böyle zamanlarda soğukanlı olmayı gerektirir ama galiba daha önemlisi ticaretini yapmaya gireceği alanın fizibilitesini en baştan gerçekten doğru düzgün yapmayı, ayrıntılı, tüm yönlerini, olası riskleri, potansiyel rakiplerini vs çok detaylı araştırmasını da gerektirir.
ali koç’un futbol alanına böylesine bir titizlikle girmediğini geçen zaman çok açıkça gösteriyordu. koç holding’den, ailesinden öğrenebildiği tek “formül”ün işleyeceğine o kadar güveniyordu ki ikinci bir alternatifi, b, c, d, e planları yoktu. sadece fenerbahçe camiasının geleneksel, başarı bağımlısı karakterini konjonktürel olarak çok iyi manipüle etmiş ve “proje”ye inandırmıştı.
işlemeyen tek formül daha ilk yılının ortasında tıkanınca klasik türk futbolu hikâyesine dönmekte bu nedenle hiç gecikmedi...
terkedilen bir proje, geleneksel yöntemlere geçiş: medyanın yönlendirmesine daha da açık hale gelmek, var gibi gösterilen prensiplerin giderek silikleşmesi, arka arkaya gelen-giden teknik direktörler, sürekli değişen kadrolar, onlarca pahalı transferler, final maçlarını oynayamamak, cocu’’dan ersun yanal’a, pereira’dan erol bulut’a, jorge jesus’dan emre belözoğlu'na, şimdi de ismail kartal’a sürekli değişen, stratejisiz, sabırsız, ilkesiz dolayısıyla da sonu hep başarısız biten sezonlar…
ali koç, başlangıcındaki vaad ettiği yerden ve konumdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başarıyı bekleyen ama yıllar geçtikçe de sabrı giderek tükenen camiasının ona verdiği son şansı (yani bu sezonu) kullanabilmek için artık gerekirse her şeyi yapabileceğini açıkça ifade edebilen (“fıtratımızda olmayan işleri de yapacağız”) tipik bir paralı-yerli bir başkana dönüşmüştü.
modernlik, yerini rüzgarın götürdüğü yere ve “saha dışında” da faaliyetlere başvurma cesaretine bırakıyordu.
aslında doğrusunu söylemek gerekirse, koç’un bu son şansını iyi değerlendirdiğini söyleyebiliriz. öyle ya da böyle kurduğu çok pahalı ama geçmişteki sezonlara göre daha iyi futbol takımı, iyi de performans göstermeyi başardı.
ancak hesaba katamadığı şey, “rakip analizi”ydi.
geçen sezon kimsenin beklemediği ölçüde kaliteli, uyumlu ve başarılı bir takım iskeleti ve teknik ekip kurmayı başararak şampiyonluğa ulaşmayı rahatlıkla başaran galatasaray, o iskeletin devamlılığıyla ligde zirvede tutunmakla kalmamış, son düzlükte (avrupa ve türkiye kupası kulvarının de devre dışı kalmasıyla) öne de geçerek ikinci şampiyonluk için çok güçlü sinyaller de vermişti.
ali koç, sezonun sonuna ilişkin giderek beliren kaygıları ve başlayan homurtuları nasıl bastırabilirdi? imdadına trabzonspor maçı yetişti. yakın geçmişte artık tarihi bir vasfa bürünen bir “şike-şampiyonluk” hesaplaşması olan kulüple oynanan maçta hem mağdur olup hem de 3 puanı alabilmek kaçırılmaz bir fırsattı. kişisel bir öfkeye de bezeyerek o maçta yaşananlar (ki bu ilk değildi, benzeri bir çok maç yaşanmıştı) birdenbire onu en güçlü olduğu noktaya taşıdı. en güçlü olunan anda inandırıcılığın da tepe nokta yaptığını çok iyi biliyordu (ya da danışmanları bunu söylemişti): hedefi kendisinden uzaklaştırıp “dış güçler”i göstererek camiasının potansiyel olası sezon sonu hayalkırıklığına ön alma fırsatını hemen kullandı.
ve elbette en kolay yolu seçti: galatasaray’a saldırmak…
fenerbahçe camiası için “dış güçler”, her zaman elbette galatasaray’dı. bu, 117 yıldır böyleydi. dolayısıyla koç’un gösterdiği bu hedefin camiasında, bunca olan biten başarısız sezonların ardından bile kabul edilmemesi mümkün değildi.
kitlesini-camiasını konsolide etmenin en zahmetsiz, en kolay yolunun on yıllardır bu olduğunu biliyordu çünkü.
ama ali koç 117 yılın ardından ilk defa sonu gerçekten hiç bugüne kadar olmamış şekilde tehlikeli bir oyun oynamaya başladı.
bu ülkenin köklü camiasını öylesine yakışıksız, kaba, hatta ahlaksız bir üslupta tehdit ederek hedef tahtasına oturtmaya çalıştı ki, onu tanıyanlar bile girdiği yeni şekle inanmakta güçlük çekiyordu. bir tür delirme hali, ölçüsüzlükte ifrata kaçma, hesapsız, kitapsız, galatasaray’ı, yöneticilerini fetöcülükle suçlamaktan iktidarın fenerbahçe’yi bilerek şampiyon yapmadığını ima etmeye, yönetmeliklerde yazan cezaların kendilerine verilemeyeceğini, aksi takdirde “vebalini öderler” tehdidinden ligden çekilme kararını elinde tutmak için kongre toplamaya…
altı yılda başladığı yerden bu “yere”…
bir görüş, bugünkü nobranlığına şaşıranlara “ali koç zaten böyle biriydi, niye şaşırıyorsunuz ki” diyor.
gerçekten de olabilir. yani o modern görünüşünün arkasında cidden klasik, eski tip, futboldan pek anlamayan bir "paralı başkan" tipolojisi olabilir.
aslında bu ışıltılı “parıltının” döküldüğünde neler olduğunu biliyoruz.
türkiye’de sermayenin tarihine baktığımızda görürüz ki, on yıllarca öylesine koruma kalkanları-yasaları altında “montaj sanayi” olarak faaliyet gösterip büyüdüler, iktidarlara hep yakın durarak sessizliği seçtiler ve faaliyet gösterdikleri sektörlerde rakipsiz olmaya alıştılar ki, ali koç da bu genetik alışkanlıkla girdiği futbol sektöründe de böyle hemen, hızlı ve garantili bir başarıyı hayal etmiş olabilir diye düşünmeden edemiyor insan.
ama işte burası futbol.
bir kere, oyunun bizzat kendisi, sürprizlere açık ve kestirilemez olmasının güzelliğinden dolayı zaten dünyanın bir numaralı sporu. son saniyede boş kaleye golü atamadığı için şampiyonluğu kaçıran kim bilir kaç takım var...
üstelik burada keskin bir rekabet var. üstelik karşında çok daha güçlü bir rakip de var!
galatasaray gibi hem bu ülkenin ilk kalıcı futbol kulübü olan, hem de cumhuriyetin kurucu aydınlanma düşüncesini tüm kurumlarıyla güçlü bir şekilde hala taşıyıcısı olan, dünya çapında gösterdiği sportif başarılarla dünyada türkiye’nin en çok bilinen 3 markasından biri olmayı başarmış çok büyük, herkese nasip olmayan gelenekleri olan ve bunları aslında çok büyümüş olmasına rağmen hala titizlikle koruyan bir camia var.
bu nedenle başarısızlık dönemlerini hızlı refleksiyle daha kolay atlatabiliyor; kendisini yenileyebiliyor, gol farkıyla şampiyonluğu kaçırmasına rağmen önüne bakan, küme düşmekten son anda kurtulmasına rağmen bir sonraki sezona kabuk değiştirme kararı alabilen, kendi efsanesiyle yollarını ayırabilme cesaretini gösterip yenilenme kararı alabilen camia olabilmenin karşılığını hızla alabiliyor.
holdinglerin iş dünyasında rakibini başarısız kılmak, saf dışı bırakmak için kullanılan yöntemleri az çok biliyoruz.
satın alabiliyorlar. en güçlü yöneticilerini transfer edebiliyorlar. onların pazar alanlarını eski ilişkileriyle daraltabiliyorlar. olmadı, kötüleme kampanyalarıyla ticari itibarını sarmaya çabalıyorlar.
ali koç’un bu kadar kolay, ucuz suçlamalarla rakibini alt etmeyi düşünmüş olabilmesine hayret ediyorum.
galatasaray’ın yapısal olarak, üyelik profili olarak, gelenekleri gereği asla bir dini bir tarikata bağlı olamayacağını ali koç bilmiyor mu? kendi rahmetli abisi bile bu kulübün sosyal olanaklarından yararlanabilmek için üye olmamış mıydı?
kendi ailesinin, tipik iktidar bağımlısı diğer zenginler gibi, o dönemlerde fethullahçılarla çok yakın ilişkiler içerisinde olduğunu, onların etkinliklerine maddi sponsorluklar, himmetler için yarıştığını bilmiyor mu?
kendi kulübünün aynı şekilde o cemaatin isimlerini dahi yönetimlerine aldığını, üyelik kapılarını ve tesislerini sonuna kadar açtığını bilmiyor mu?
şampiyonluk sayısında takımı 11-6 öndeyken yıllar içerisinde sportif gücünü giderek kaybettiği için çok geriye düşünce aniden ortaya “bizim aslında 9 şampiyonluğumuz daha olmalı” iddiasını atmanın saçmalığının farkında değil mi?
galatasaray’ı zımni olarak (çok da açık edemeden) iktidar yandaşı olarak suçlarken, bir yandan devletin-iktidarın en üst düzeyindeki isimlerle münasebetini devam ettiren, diğer yandan büyük hazine arazisini devletten kolaylıkla kiralayabilen, bir yandan yargı mensuplarına iftar yemekleri verip diğer yandan mantığını kiraya verip kulüp aşkıyla hareket eden bir dizi “sol”, “sosyalist”, “sanatçı”, “ulusalcı”, “muhalif” isimleri de yanında hizalayabilen başka bir kulüp mü?
dürüst olalım.
ne galatasaray'ın ne de fenerbahçe'nin dinsel tarikatlarla tarihsel olarak hiçbir zaman bir ilişkisi olmadı.
iki kulübün camiası ağırlıkla aydın, sosyal demokrat, laik insanlardan oluşuyor. futbolcu olarak, yönetici olarak, üye olarak bu iki kulübün de siyasetçi, siyasal islamcı, komünist, liberal, faşist vd. üyeleri olabilir, vardır da muhtemelen. kulüp- siyaset ilişkilerini, kulüp ayrımı yapmaksızın yıllardır zaten yazıyorum. başından beri böyle bu. bu iki kulübü yönetenler, kulüp çıkarları için yapıyorlar bunu; kendileri gidip ona buna forma armağan ediyorlar. başkanların üyelik kontenjanı tam da bunlar için var. ülkenin son 22 yılını düşünmek, yeterli. gücün kimde olduğuna bağlı olarak, iki kulüp de mecburen konjonktürün gerektirdiğini yapmıştır, eminim. ama yine de bunların hiçbiri iki camianın da temeldeki yapısını değiştirmeye yetmez.
ancak sağduyu ortadan kalkıp ölçüsüzlük hakim olunca, rekabet son dönemde olduğu gibi saha dışına kaydırılıp sosyal medyanın tıklım tıklım ergenlerle dolu dünyasında şu 117 yıllık ezeli rekabeti düşmanlığa çevirerek takipçi kasan, sarhoş tiyatrocusundan yeteneksiz ve isimsiz "sanatçılarına", onlarca müptezele yol verip, maddi-manevi bir koruma şemsiyesi altına almak olunca konu hızla farklılaşıyor.
işte tehlikeli olan da bu.
gizli-açık bir dizi sosyal medya hesaplarıyla kol kola gidilen yol, bu ülkede futbol yüzünden bugüne dek yaşanmamış kopuşlara neden olacak diye korkuyorum.
bir ultra zenginin futboldaki 6 yıllık macerasında sürekli yalpalayarak yarattığı bu büyük sportif başarısızlık fotoğrafının altında kendi adı olmasın diye 117 yıllık rekabeti ateşe vermekte tereddüt etmeme ihtimali beni korkutan… konuşmaları öylesine ölçüsüz hale geldi ki...
bakın, bizim kuşak, bu rekabeti eski kalıbında, elbette yine en üst seviyede duygularla ama asla yakıp yıkmadan devam ettirmesini bildi, biliyor.
ama bu pompalanan nefretin genç kuşaklarda nasıl bir etki yaratacağını kim bilebilir?
bunu kim düşünecek? kim bunu hesaba katacak?
göründüğü kadarıyla zengin başkan değil...
umarım, fenerbahçe camiası da bu tek kişilik oyunun farkına varmıştır. onun giderayak ezeli rekabette dönüşü olmayabilecek bir yol açmaya çalıştığının farkına varmıştır.
fenerbahçe’nin futboldaki başarısızlığının nedenlerinin, bugün insanları inandırmaya çalıştığından ne kadar farklı olduğunu görmeye başlamıştır.
açık açık yaptığı tehditlere rağmen galatasaray'ın ona bir daha cevap vererek çekmek istediği ortama girmemesi gerektiğini düşünüyorum. her şeye rağmen sadece önüne baksın, sahada kalsın.
ıcardi’nin bu geceki o tek hareketlik yanıtı bile yeterince anlamlıydı.
fenerbahçe, başkanının karar verdiği o yolda devam eder mi etmez mi; bilemiyorum. her hâlükârda olası sonuçlarını da kendileri yaşayacak.
hayat işte; bir şekilde devam edecek. fenerbahçeli, fenerbahçesiz... ama ali koçlu devam etmesinde de bir problem yok.
en azından galatasaray için…
https://x.com/...257568367304778?s=20
--- alıntı ---