52
bunun cevabını verebilmenin yolu öncelikle "`ideal teknik direktör kimdir?`" sorusunun cevabı ile başlar.
burada benim için bazı öncelikli maddeler vardır ideal bir teknik direktörde aranacak:
1 - bir taktiksel sisteme saplanıp kalmayacak, yeni taktikler denemeye hazır olacak.
2 - gençlerle iyi anlaşacak & altyapıdan oyuncuları oynatmakta sıkıntı yaratmayacak.
3 - her alanda çok güvendiği, yetkin, işin ehli en az 1 antrenörü olacak.
4 - disiplin seviyesi yüksek olacak, oyuncularda bir otorite imajı da çizebilecek.
benim önceliğim bu 4 maddedir. * * *
yani ben bir teknik direktörü değerlendirirken bu aşamalardan geçiriyorum.
bunu nasıl anlarız?
1 - bir taktiksel sisteme saplanıp kalmayacak, yeni taktikler denemeye hazır olacak.
her taktik her takımda olacak diye bir şey yok. olsaydı böyle bir kavram eğer, bugün dünya üzerindeki takımların yarısı possesion ile diğer yarısı da gegenpressing ile oynardı. bazı takımların kimyası bazı oyunlara olmaz, maçını izlerken fark edersiniz. mesela işte en yakın örneği atletico madrid. şampiyonlar ligi çeyrek finalinde 2 aşamalı maçın en az 135 dakikası tamamen savunmaya kapanıp zamana oynadılar. o aşamaya gelmiş bir takımdan beklenti hücum adına bir şeyler göstermesidir, 135 dakika sadece 1 şut ile geçmek değil. ya da işte gözümüzün önünde, fenerbahçe ve 3'lü savunma düzeni, vitor pereira'nın oyunu. ya da biz, ve possesion.
bu olmayan oyunlarda anında değişiklik yapıp dümen kırabilmek önemli. bizim takımımız geçiş için kurulmuştu, geçiş oynardı. ama geçişi türkiye'de oynayamazdın çünkü bu ligde yaptığın 30+ maçın en az 30'unda topla oynamıyor, topu sana bırakıyor ve bekliyor. nasıl oynayacaksın geçişi? geçiş ile birlikte burası için possesion kurmaya çalıştık, o da olmadı. ve bunu değiştirmek yerine biz "ocak'ta bambaşka bir galatasaray göreceksiniz" söylemine oyun olarak inandık inanmasına da, ocak'ta önce 1. lig sonuncusu denizli'ye kupada elenip sonra da giresun'a kendi sahamızda kaybedince o ocak bizim evi yaktı.
bu önemli işte. işe yaramayan, takıma zarar veren bir sisteme saplanıp kalmak yerine farklı bir taktiksel düzen denemekten çekinmemeli teknik direktör. oynadığı oyun işe yarıyorsa da değiştirmemeli.
2 - gençlerle iyi anlaşacak & altyapıdan oyuncuları oynatmakta sıkıntı yaratmayacak.
bu bizim için özellikle şu anda elzem. çünkü finansal olarak dibi görmek üzereyiz, bankalar birliği anlaşması tepemizde ve transfer yaparak başarı artık çok ama çok zor bir yol.
transferin alma yönünden çok satma yönüne odaklanmamız lazım, bunun için de gelecek teknik adamın genç oyunculara şans vermesi ve onların gelişimine özen göstermesi çokomelli, pardon çok önemli. misal kerem aktürkoğlu * için, biz "oynasın artık, şans bulmalı, yeteneği var bu çocuğun" dedikçe oynamadı, oynamaya başladığında şampiyonluk potasına girip 1 golle şampiyonluk kaçırdık. o kerem'e şans verilmese, bu sene avrupa liginde yoktuk belki de, gruplara gelemeden elenmiştik. kaç maçta ipten aldı takımı, değil mi? şimdi misal sol bek oyuncusu lazım, önce altyapıya bakacağız. beşiktaş rıdvan yılmaz'ı oynata oynata kazandı, biz de bunu yapmalıyız. misal kaleci, ersin destanoğlu - altay bayındır - berke özer - doğan alemdar - irfan can eğribayat... bunların hepsi oynaya oynaya kendisini göstermiş isimler, şans aldılar ve aldıkları şansı değerlendirdiler. misal arda güler, inanılmaz büyük bir potansiyel vadediyor.
bunun gibi bir çok yıldız olabilecek oyuncumuz var bizim de. misal bu yıl yunus akgün oynasaydı ne olurdu? ki oynamalıydı da, geçen sezon sonundan beridir bunu söyledim. ligin başında 6 numarada sıkıntı üzerine sıkıntı yaşarken daha sözleşme durumu çözülmemiş bartuğ elmaz'a şans verip o çocuğu da küstürmesek ve oynatsak belki çok iyi bir 6 numaramız olacak, belki de transfersiz bir bölgeyi komple çözmüş olacaktık. yaratıcı orta saha eksiği, atalay babacan mesela. forvet yedeği ali yavuz kol. biz bunları düşünmedik bile. yunus'u kiraya verdik, adana demirspor ile sadece ligin değil bizim de içimizden geçerken "niye gönderildi?" diye feryat figandayız...
bu yüzden gelecek hocanın da özellikle genç oyuncularla bağlarının kuvvetli olması lazım, bu kuvvetli bağları hem oyunculara güvenerek, hem onları koruyup kollayarak, hem de onları geliştirerek sağlamlaştıracak bir teknik adam lazım.
3 - her alanda çok güvendiği, yetkin, işin ehli en az 1 antrenörü olacak.
bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir atlıyı, bir atlı bir savaşı kazandırır...
futbolun özel olarak antrene edilmesi gereken bence 6 alanı vardır.
savunma / hücum / savunmaya geçiş / hücuma geçiş / duran top / top kontrolü.
bu 6 alan 6 antrenör eder. + kondisyon ve kalecilik için de birer antrenör saysan 8. birisi yardımcı desen 7 antrenör + 1 yardımcı antrenör ile 8 kişilik bir ekip lazım bir teknik adama. bir nevi klasik ingiliz modeli işte. yani teknik direktörün teknik direktörden çok "manager" olması, yönetmesi lazım.
türkiye'de bunu kurabilen yok. daha doğrusu buna ciddi anlamda önem veren yok. getirmek için çok büyük teknik adamlarla görüşüyorsun, ama o teknik adam "şu kadar kişi ekibimle gelirim, şu şu tesis imkanlarını isterim, şöyle şöyle ekipmanlar lazım" dedi mi kaçarak uzaklaşıyorsun. "ben teknik direktöre o imkanları vereceğime şu şu oyuncuları alırım, kim olsa şampiyon olur zaten" diyerek parayı oyunculara verip teknik ekibe önem vermiyorsun ve sonuç hüsran oluyor. sadece hüsran değil, çok yatırım yaptığın oyuncular da gerilediği için değer kaybediyor ve her alanda zarar yazıyor.
bizim ülkede bu o kadar çok ki. teknik direktör dedin mi "antrenmanı kendisi yaptırsın, ne yapıyor da zaten başka?" diyip geçiliyor. antrenman bilgisi, oyuncularla ilgi - alaka, bilgi - birikim paylaşma vs. hiç birisi yok. sonra "neden onlar oluyor da biz olamıyoruz?" diyerek hayıflanıyoruz.
bakın, bu sezon terim'in yardımcılarını belki en sert eleştirenlerden birisi benim sözlükte. nedenim açık; 8 antrenör lazım, bizde var 4. nitelik olarak yetersizler mi, bunu geçiyorum * ama eksiksin be kardeşim burada. yarı yarıya eksiksin hem de.
ki ben sadece antrenör ekibini konuşuyorum bakın. analiz ekibi, istatistik birimi, raporlama vs. bunların hiç birisine girmedim. birisi bana "sporda kurumsallaşma" dediğinde ben daha çok beyaz yakalı düşünmüyorum hiç bir zaman, daha çok eşofmanlı insan düşünüyorum. çünkü spor kulübünün kurumsallaşması budur. bugün ingiltere'de her kulübün özel diyetisyenleri, performans analistleri bile var. hatta liverpool'un taç kullanmak için bile ayrı antrenörü var.
böyle bir kurumsallaşma lazım bize işte.
4 - disiplin seviyesi yüksek olacak, oyuncularda bir otorite imajı da çizebilecek.
otorite önemlidir. takımda bir hiyerarşik düzen olmak zorundadır ve bu hiyerarşik düzenin tepesinde de teknik adam bulunmalıdır. sonra onun ekibi, sonra kaptanlar, sonra oyuncular.
takımdaki herkes bu takımın bir makine olduğunu, bu makinedeki her bir dişlinin sadece bir görevi olduğunu unutmamalı. önemli olan dişliler değil, makinenin kendisidir. çünkü makine kötü çalışırsa, dişlinin ne kadar iyi döndüğünün bir anlamı olmayacaktır. ancak makine ne kadar iyi çalışırsa, içerisindeki aksayan dişli o kadar tolere edilebilir.
ve takımdaki hiç kimse bu takımın aç - kapa düğmesi değildir. bu takımın aç - kapa düğmesi teknik direktörüdür. yani takımda ne kadar yıldız oyuncu olursa olsun, asla show onların kontrolünde değildir, teknik adamın kontrolündedir. bu mesajı verebilmek, sorun çıkaran ismi kesip atabilmek ve takımdaşlık bağını güçlendirebilmek takımın daha canla başla oynaması yönünde önemli bir etmendir.
mesela bir örnek vereyim: fenerbahçe yıllarca bunu bir teknik adamda aramadı, neden biliyor musunuz? çünkü başkanları aziz yıldırım'dı. ve aziz yıldırım bu "disiplin seviyesi yüksek bir otorite" imajını oyunculara öyle bir veriyordu ki, bu yüzden derbi kaybetmiyorlardı en basit örneği. şimdi ali koç bu otoriteden çok uzakta, biraz daha züppe ve oyunculara üstten bakan bir "patron" edası ile yaklaştığından, başarı yok.
bir örnek de bizden vereyim: ne zaman iyi bir takım olduğunu ve takımın buna rağmen başarısız olduğunu, sahada savsakladığını düşünürsek tüm taraftarın dilinden aynı cümle dökülüyor: "terim gelsin, terim adam eder bunları". neden bu cümle? çünkü terim'de bu disiplin ve bu otoriter imaj var. sevin ya da sevmeyin, terim ciddi anlamda büyük bir "baba" figürüdür onunla çalışmış herkes için.
-----
bu maddelerin haricinde herkes "ligi bilen birisi olsun" diyor.
bizim ligin o kadar bilinmeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. bu yukardaki 4 özellikte de yanına tick atabileceğimiz bir teknik adam bulduktan sonra kendisine gidip "hocam çoğunlukla hücum oynayacağız, rakipler kapanır ve biz açarız bizim ligin olayı budur, nadiren bizim rakiplerimiz topla oynama sevdalısıdır" dediğinizde alın size ligi bilen hoca. ugandalı adamı getirip bunu anlatın, o da bu ligi biliyor olur. *
işte sonra "genç olsun, alman olsun, o olsun bu olsun" bir sürü maddesi var elbette herkesin. sonuçta her gönülde bir aslan yatar, bunu inkar edemeyiz. ama bunların tamamı işin birazcık bonusu.
bu 4 maddeyi tutan bulduğunuz her hocayı tutup getirebilirsiniz, doğru yapıyı kurmasına zaman verilirse başarıyı yakalayacaktır.
burada benim için bazı öncelikli maddeler vardır ideal bir teknik direktörde aranacak:
1 - bir taktiksel sisteme saplanıp kalmayacak, yeni taktikler denemeye hazır olacak.
2 - gençlerle iyi anlaşacak & altyapıdan oyuncuları oynatmakta sıkıntı yaratmayacak.
3 - her alanda çok güvendiği, yetkin, işin ehli en az 1 antrenörü olacak.
4 - disiplin seviyesi yüksek olacak, oyuncularda bir otorite imajı da çizebilecek.
benim önceliğim bu 4 maddedir. * * *
yani ben bir teknik direktörü değerlendirirken bu aşamalardan geçiriyorum.
bunu nasıl anlarız?
1 - bir taktiksel sisteme saplanıp kalmayacak, yeni taktikler denemeye hazır olacak.
her taktik her takımda olacak diye bir şey yok. olsaydı böyle bir kavram eğer, bugün dünya üzerindeki takımların yarısı possesion ile diğer yarısı da gegenpressing ile oynardı. bazı takımların kimyası bazı oyunlara olmaz, maçını izlerken fark edersiniz. mesela işte en yakın örneği atletico madrid. şampiyonlar ligi çeyrek finalinde 2 aşamalı maçın en az 135 dakikası tamamen savunmaya kapanıp zamana oynadılar. o aşamaya gelmiş bir takımdan beklenti hücum adına bir şeyler göstermesidir, 135 dakika sadece 1 şut ile geçmek değil. ya da işte gözümüzün önünde, fenerbahçe ve 3'lü savunma düzeni, vitor pereira'nın oyunu. ya da biz, ve possesion.
bu olmayan oyunlarda anında değişiklik yapıp dümen kırabilmek önemli. bizim takımımız geçiş için kurulmuştu, geçiş oynardı. ama geçişi türkiye'de oynayamazdın çünkü bu ligde yaptığın 30+ maçın en az 30'unda topla oynamıyor, topu sana bırakıyor ve bekliyor. nasıl oynayacaksın geçişi? geçiş ile birlikte burası için possesion kurmaya çalıştık, o da olmadı. ve bunu değiştirmek yerine biz "ocak'ta bambaşka bir galatasaray göreceksiniz" söylemine oyun olarak inandık inanmasına da, ocak'ta önce 1. lig sonuncusu denizli'ye kupada elenip sonra da giresun'a kendi sahamızda kaybedince o ocak bizim evi yaktı.
bu önemli işte. işe yaramayan, takıma zarar veren bir sisteme saplanıp kalmak yerine farklı bir taktiksel düzen denemekten çekinmemeli teknik direktör. oynadığı oyun işe yarıyorsa da değiştirmemeli.
2 - gençlerle iyi anlaşacak & altyapıdan oyuncuları oynatmakta sıkıntı yaratmayacak.
bu bizim için özellikle şu anda elzem. çünkü finansal olarak dibi görmek üzereyiz, bankalar birliği anlaşması tepemizde ve transfer yaparak başarı artık çok ama çok zor bir yol.
transferin alma yönünden çok satma yönüne odaklanmamız lazım, bunun için de gelecek teknik adamın genç oyunculara şans vermesi ve onların gelişimine özen göstermesi çokomelli, pardon çok önemli. misal kerem aktürkoğlu * için, biz "oynasın artık, şans bulmalı, yeteneği var bu çocuğun" dedikçe oynamadı, oynamaya başladığında şampiyonluk potasına girip 1 golle şampiyonluk kaçırdık. o kerem'e şans verilmese, bu sene avrupa liginde yoktuk belki de, gruplara gelemeden elenmiştik. kaç maçta ipten aldı takımı, değil mi? şimdi misal sol bek oyuncusu lazım, önce altyapıya bakacağız. beşiktaş rıdvan yılmaz'ı oynata oynata kazandı, biz de bunu yapmalıyız. misal kaleci, ersin destanoğlu - altay bayındır - berke özer - doğan alemdar - irfan can eğribayat... bunların hepsi oynaya oynaya kendisini göstermiş isimler, şans aldılar ve aldıkları şansı değerlendirdiler. misal arda güler, inanılmaz büyük bir potansiyel vadediyor.
bunun gibi bir çok yıldız olabilecek oyuncumuz var bizim de. misal bu yıl yunus akgün oynasaydı ne olurdu? ki oynamalıydı da, geçen sezon sonundan beridir bunu söyledim. ligin başında 6 numarada sıkıntı üzerine sıkıntı yaşarken daha sözleşme durumu çözülmemiş bartuğ elmaz'a şans verip o çocuğu da küstürmesek ve oynatsak belki çok iyi bir 6 numaramız olacak, belki de transfersiz bir bölgeyi komple çözmüş olacaktık. yaratıcı orta saha eksiği, atalay babacan mesela. forvet yedeği ali yavuz kol. biz bunları düşünmedik bile. yunus'u kiraya verdik, adana demirspor ile sadece ligin değil bizim de içimizden geçerken "niye gönderildi?" diye feryat figandayız...
bu yüzden gelecek hocanın da özellikle genç oyuncularla bağlarının kuvvetli olması lazım, bu kuvvetli bağları hem oyunculara güvenerek, hem onları koruyup kollayarak, hem de onları geliştirerek sağlamlaştıracak bir teknik adam lazım.
3 - her alanda çok güvendiği, yetkin, işin ehli en az 1 antrenörü olacak.
bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir atlıyı, bir atlı bir savaşı kazandırır...
futbolun özel olarak antrene edilmesi gereken bence 6 alanı vardır.
savunma / hücum / savunmaya geçiş / hücuma geçiş / duran top / top kontrolü.
bu 6 alan 6 antrenör eder. + kondisyon ve kalecilik için de birer antrenör saysan 8. birisi yardımcı desen 7 antrenör + 1 yardımcı antrenör ile 8 kişilik bir ekip lazım bir teknik adama. bir nevi klasik ingiliz modeli işte. yani teknik direktörün teknik direktörden çok "manager" olması, yönetmesi lazım.
türkiye'de bunu kurabilen yok. daha doğrusu buna ciddi anlamda önem veren yok. getirmek için çok büyük teknik adamlarla görüşüyorsun, ama o teknik adam "şu kadar kişi ekibimle gelirim, şu şu tesis imkanlarını isterim, şöyle şöyle ekipmanlar lazım" dedi mi kaçarak uzaklaşıyorsun. "ben teknik direktöre o imkanları vereceğime şu şu oyuncuları alırım, kim olsa şampiyon olur zaten" diyerek parayı oyunculara verip teknik ekibe önem vermiyorsun ve sonuç hüsran oluyor. sadece hüsran değil, çok yatırım yaptığın oyuncular da gerilediği için değer kaybediyor ve her alanda zarar yazıyor.
bizim ülkede bu o kadar çok ki. teknik direktör dedin mi "antrenmanı kendisi yaptırsın, ne yapıyor da zaten başka?" diyip geçiliyor. antrenman bilgisi, oyuncularla ilgi - alaka, bilgi - birikim paylaşma vs. hiç birisi yok. sonra "neden onlar oluyor da biz olamıyoruz?" diyerek hayıflanıyoruz.
bakın, bu sezon terim'in yardımcılarını belki en sert eleştirenlerden birisi benim sözlükte. nedenim açık; 8 antrenör lazım, bizde var 4. nitelik olarak yetersizler mi, bunu geçiyorum * ama eksiksin be kardeşim burada. yarı yarıya eksiksin hem de.
ki ben sadece antrenör ekibini konuşuyorum bakın. analiz ekibi, istatistik birimi, raporlama vs. bunların hiç birisine girmedim. birisi bana "sporda kurumsallaşma" dediğinde ben daha çok beyaz yakalı düşünmüyorum hiç bir zaman, daha çok eşofmanlı insan düşünüyorum. çünkü spor kulübünün kurumsallaşması budur. bugün ingiltere'de her kulübün özel diyetisyenleri, performans analistleri bile var. hatta liverpool'un taç kullanmak için bile ayrı antrenörü var.
böyle bir kurumsallaşma lazım bize işte.
4 - disiplin seviyesi yüksek olacak, oyuncularda bir otorite imajı da çizebilecek.
otorite önemlidir. takımda bir hiyerarşik düzen olmak zorundadır ve bu hiyerarşik düzenin tepesinde de teknik adam bulunmalıdır. sonra onun ekibi, sonra kaptanlar, sonra oyuncular.
takımdaki herkes bu takımın bir makine olduğunu, bu makinedeki her bir dişlinin sadece bir görevi olduğunu unutmamalı. önemli olan dişliler değil, makinenin kendisidir. çünkü makine kötü çalışırsa, dişlinin ne kadar iyi döndüğünün bir anlamı olmayacaktır. ancak makine ne kadar iyi çalışırsa, içerisindeki aksayan dişli o kadar tolere edilebilir.
ve takımdaki hiç kimse bu takımın aç - kapa düğmesi değildir. bu takımın aç - kapa düğmesi teknik direktörüdür. yani takımda ne kadar yıldız oyuncu olursa olsun, asla show onların kontrolünde değildir, teknik adamın kontrolündedir. bu mesajı verebilmek, sorun çıkaran ismi kesip atabilmek ve takımdaşlık bağını güçlendirebilmek takımın daha canla başla oynaması yönünde önemli bir etmendir.
mesela bir örnek vereyim: fenerbahçe yıllarca bunu bir teknik adamda aramadı, neden biliyor musunuz? çünkü başkanları aziz yıldırım'dı. ve aziz yıldırım bu "disiplin seviyesi yüksek bir otorite" imajını oyunculara öyle bir veriyordu ki, bu yüzden derbi kaybetmiyorlardı en basit örneği. şimdi ali koç bu otoriteden çok uzakta, biraz daha züppe ve oyunculara üstten bakan bir "patron" edası ile yaklaştığından, başarı yok.
bir örnek de bizden vereyim: ne zaman iyi bir takım olduğunu ve takımın buna rağmen başarısız olduğunu, sahada savsakladığını düşünürsek tüm taraftarın dilinden aynı cümle dökülüyor: "terim gelsin, terim adam eder bunları". neden bu cümle? çünkü terim'de bu disiplin ve bu otoriter imaj var. sevin ya da sevmeyin, terim ciddi anlamda büyük bir "baba" figürüdür onunla çalışmış herkes için.
-----
bu maddelerin haricinde herkes "ligi bilen birisi olsun" diyor.
bizim ligin o kadar bilinmeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. bu yukardaki 4 özellikte de yanına tick atabileceğimiz bir teknik adam bulduktan sonra kendisine gidip "hocam çoğunlukla hücum oynayacağız, rakipler kapanır ve biz açarız bizim ligin olayı budur, nadiren bizim rakiplerimiz topla oynama sevdalısıdır" dediğinizde alın size ligi bilen hoca. ugandalı adamı getirip bunu anlatın, o da bu ligi biliyor olur. *
işte sonra "genç olsun, alman olsun, o olsun bu olsun" bir sürü maddesi var elbette herkesin. sonuçta her gönülde bir aslan yatar, bunu inkar edemeyiz. ama bunların tamamı işin birazcık bonusu.
bu 4 maddeyi tutan bulduğunuz her hocayı tutup getirebilirsiniz, doğru yapıyı kurmasına zaman verilirse başarıyı yakalayacaktır.