22
üzüntüden bok gibi bir gün geçirmeme vesile olan maç. aslında bu takımı hiç izlememiş kimseler için epik bir final falan denilebilir ama bu takımın taraftarı artık iyice alıştı bu akışa. bu sezon avrupa'da da ligde de böyle 3-4 maçı verdik bize denk ya da bir tık yukarda olan takımlara karşı.
aslında rus takımları turnuvadan ihraç edilmeseydi biz euroleague gruplarında avrupa sezonunu iki ay önceden kapatmıştık. şubeden sorumlu bikem kanık'ın ismi fatih terim'in gönderilmesi olayında geçip de terim özel harekat mentalitesindeki kamuoyu bu kadar laf etmeseydi kelsey plum, shante evens, kaela davis gibi transferler sırf göz boyamak için yapılmayacaktı. tüm bunları düşününce herhangi bir şey kaybetmekten bahsetmek biraz fazla olur.
ama yine de ağır favori çukurova kaybedip üzerine de 8 dakika kala çift hane fark varken son topta kaybedince insan ister istemez üzülüyor. ha avrupa kupası bir şekilde müzeye gelseydi maddi manevi anlamda sıfır katkısı olacaktı şubeye, o da ayrı bir konu. yani aslında her şey o kadar absürd ki, neye üzülüp neye sevineceğini kestirmek de zor.
bir adım geriye gelip bakınca, sezon boyu yapılan idari hataların ceremesini çektiğimiz bir maç oldu. sadece futbol taraftarının sesini kesmek için hiçbir kulvarda iddiamız kalmamışken transfer edilen(!) kelsey plum'ın eline baktık 40 dakika boyunca. o plum maaş alamadığı için takımdan ayrılmış ve sırf 2 eurocup maçı için amerika'dan "bir şekilde" getirtilmişti. oysa sadece plum'ın yarı maliyeti ve yarı kalibresinde bir oyuncu kasım ayında, yani ihtiyaç anında transfer edilseydi mesela; biz belki de euroleague f4'üne hazırlanıyorduk. ligde de en azından 2-3 savaşı yapıyor olurduk. üstelik iki sezondur çok verim aldığımız steinberga da sakatlanmamış ve sahada olurdu. belki merve ve melis de ağır sakatlıklarla boğuşmamış ve görece daha iyi bir formda olabilirdi.
takımı ayda yılda bir ya da ilk defa izleyince tepki "son 8 dakikada 13 sayıdan maç mı verilir" oluyor. asıl şaşılması gereken bizim son 8 dakikaya 13 sayı önde girebilmemiz. idarecileri başkanın seçim pazarlığında koltuk verdiği isimler, koç desen orada olduğu için görevde ve bazı saha dışı konulardan dolayı destek verebildiğimiz bir konumda, kaptanı mecburiyetten oyun kurucu gibi oynamaya çalışan bir şutör guard. yıldızı(!) desen gezme için amerika'dan kalkmış gelmiş. yedek rotasyonu yok, yerlilerin kalibresi buralar için düşük.
kazansak da basketbolun ruhuna ve adaletine aykırı olurdu...
40 dakika plum ile oynamak, her topu ona kullanırmak aslında eleştiri konusu gibi görünebiliyor ama bir yandan da mecburiyet. son 8 dakikada maçı döndüren ikili baskı boyunca her oyuncuyla topu çıkartmaya çalıştık. tina ve shante topu kaybetti, diğerleri pası alamadı bile. top sürüp yürümeyi geçtim bile. merve'nin kalibresi belli, sadece menajerlik şirketinin ilişkileriyle gelmiş bir oyuncu. pelin desen zaten kariyeri boyunca yedek bir şutör olarak oynadı, sezon başı yönetim oyun kurucu almadığı için zoraki şekilde hazırlanıp bu mevkide oynamaya çalışıyor. hal böyleyken bu şekilde bir baskının rakip adına sonuç vereceği bir sır değildi. hatta sezon boyunca daha düşük kalibre baskıyla bile afalladığımız onca sekans var.
galatasaray'da mesela gizem başaran diye bir oyuncu var. devamlı izleyen azınlığı geçtim efe güven ve ekibine bile sorsan bu kızın nerede ne oynayabildiği konusuna cevap vermekte zorlanabilir. o derece yokluktan oynatılan bir oyuncu. ancak rakip takımın koçu gizem'in bile nereden ne yapabileceğini molada takımına anlatacak kadar dersine çalışmış. kuvvetle muhtemel maçın ve skorun bu şekilde akmasını kurgulamış bile olabilir. kendi takımının ne kadar süre baskı yapabileceğini, ne kadar süre rölantide gideceğini hesaplayıp ona göre bir planını hazırlamış olabilir. zaten son çeyreğin ilk kısmında rakibin 4-5 şutunu pota geri atmasa zaten çok daha önce kopacaktı maç.
efe güven de yani dünyanın en iyi koçu değil elbette. hatta kimilerine göre iyi bir koç bile değil. son 8 dakikada uyumuş gibi bir görüntü ve kanı var ama yani uyansa da ne yapabileceği merak konusuydu. sude'yle, melis'le, pelin'le hangi baskıdan hangi koç top çıkartabilirdi işin bir de orasına bakmak lazım...
aslında rus takımları turnuvadan ihraç edilmeseydi biz euroleague gruplarında avrupa sezonunu iki ay önceden kapatmıştık. şubeden sorumlu bikem kanık'ın ismi fatih terim'in gönderilmesi olayında geçip de terim özel harekat mentalitesindeki kamuoyu bu kadar laf etmeseydi kelsey plum, shante evens, kaela davis gibi transferler sırf göz boyamak için yapılmayacaktı. tüm bunları düşününce herhangi bir şey kaybetmekten bahsetmek biraz fazla olur.
ama yine de ağır favori çukurova kaybedip üzerine de 8 dakika kala çift hane fark varken son topta kaybedince insan ister istemez üzülüyor. ha avrupa kupası bir şekilde müzeye gelseydi maddi manevi anlamda sıfır katkısı olacaktı şubeye, o da ayrı bir konu. yani aslında her şey o kadar absürd ki, neye üzülüp neye sevineceğini kestirmek de zor.
bir adım geriye gelip bakınca, sezon boyu yapılan idari hataların ceremesini çektiğimiz bir maç oldu. sadece futbol taraftarının sesini kesmek için hiçbir kulvarda iddiamız kalmamışken transfer edilen(!) kelsey plum'ın eline baktık 40 dakika boyunca. o plum maaş alamadığı için takımdan ayrılmış ve sırf 2 eurocup maçı için amerika'dan "bir şekilde" getirtilmişti. oysa sadece plum'ın yarı maliyeti ve yarı kalibresinde bir oyuncu kasım ayında, yani ihtiyaç anında transfer edilseydi mesela; biz belki de euroleague f4'üne hazırlanıyorduk. ligde de en azından 2-3 savaşı yapıyor olurduk. üstelik iki sezondur çok verim aldığımız steinberga da sakatlanmamış ve sahada olurdu. belki merve ve melis de ağır sakatlıklarla boğuşmamış ve görece daha iyi bir formda olabilirdi.
takımı ayda yılda bir ya da ilk defa izleyince tepki "son 8 dakikada 13 sayıdan maç mı verilir" oluyor. asıl şaşılması gereken bizim son 8 dakikaya 13 sayı önde girebilmemiz. idarecileri başkanın seçim pazarlığında koltuk verdiği isimler, koç desen orada olduğu için görevde ve bazı saha dışı konulardan dolayı destek verebildiğimiz bir konumda, kaptanı mecburiyetten oyun kurucu gibi oynamaya çalışan bir şutör guard. yıldızı(!) desen gezme için amerika'dan kalkmış gelmiş. yedek rotasyonu yok, yerlilerin kalibresi buralar için düşük.
kazansak da basketbolun ruhuna ve adaletine aykırı olurdu...
40 dakika plum ile oynamak, her topu ona kullanırmak aslında eleştiri konusu gibi görünebiliyor ama bir yandan da mecburiyet. son 8 dakikada maçı döndüren ikili baskı boyunca her oyuncuyla topu çıkartmaya çalıştık. tina ve shante topu kaybetti, diğerleri pası alamadı bile. top sürüp yürümeyi geçtim bile. merve'nin kalibresi belli, sadece menajerlik şirketinin ilişkileriyle gelmiş bir oyuncu. pelin desen zaten kariyeri boyunca yedek bir şutör olarak oynadı, sezon başı yönetim oyun kurucu almadığı için zoraki şekilde hazırlanıp bu mevkide oynamaya çalışıyor. hal böyleyken bu şekilde bir baskının rakip adına sonuç vereceği bir sır değildi. hatta sezon boyunca daha düşük kalibre baskıyla bile afalladığımız onca sekans var.
galatasaray'da mesela gizem başaran diye bir oyuncu var. devamlı izleyen azınlığı geçtim efe güven ve ekibine bile sorsan bu kızın nerede ne oynayabildiği konusuna cevap vermekte zorlanabilir. o derece yokluktan oynatılan bir oyuncu. ancak rakip takımın koçu gizem'in bile nereden ne yapabileceğini molada takımına anlatacak kadar dersine çalışmış. kuvvetle muhtemel maçın ve skorun bu şekilde akmasını kurgulamış bile olabilir. kendi takımının ne kadar süre baskı yapabileceğini, ne kadar süre rölantide gideceğini hesaplayıp ona göre bir planını hazırlamış olabilir. zaten son çeyreğin ilk kısmında rakibin 4-5 şutunu pota geri atmasa zaten çok daha önce kopacaktı maç.
efe güven de yani dünyanın en iyi koçu değil elbette. hatta kimilerine göre iyi bir koç bile değil. son 8 dakikada uyumuş gibi bir görüntü ve kanı var ama yani uyansa da ne yapabileceği merak konusuydu. sude'yle, melis'le, pelin'le hangi baskıdan hangi koç top çıkartabilirdi işin bir de orasına bakmak lazım...