3638
geçenlerde -geçenlerde dediğim lazio maçının sonrasında- bir arkadaşımla tartışıyoruz.
marcao'nun takıma olan direkt etkisinin ne kadar büyük olduğunda bahsediyoruz. o benim, marcao-kerem olayında ne kadar yükseldiğimi biliyor haliyle. otoritenin çok önemli olduğunu düşünüyor, marcao konusunda en öncelikli olanın yolların ayrılması olduğunu savunuyordum.
ben marcao'yu överken, marcao'nun bu takım ve bu oyun için ne kadar önemli olduğundan bahsederken, pekala soruyor bu sefer, "ee noldu, gitsin diyordun!" diye. ona anlattım buraya da yazayım.
otoritenin bir takım üzerinde büyük bir önemi olduğuna inanırım. bunu ferguson üzerinden anlatmıştım. tahammülü yoktur ferguson'un böyle şeylere. direkt bağları koparır. fakat yine aynı şekilde otorite kurmanın farklı yolları da vardır. daha zordur. daha meşakkatlidir. ki bu fatih terim'in izlediği yoldur. kısa bir süreci yönetmektense, uzun bir süreci yönetmeyi göze almışsınızdır. gelgelelim bir otoritedir. "bu iş bende. barışacaksınız. bir daha da böyle bir şey olmayacak" diyebiliyor, oyuncuları -tüm kadroyu- ikna edebiliyor ve bunu gerçekleştirebiliyorsanız sıkıntı yok.
ikincisi o gün gönderilmesinden yana tavır koyarken bugün kendimde onu övmekten yana kendimde nasıl bir hak görüyordum? bu övme işi illaki onun kazanılmasından yana tavır koyanların, "biz demiştik diyeceklerin" olmalıydı. eyvallah.
sorun şu. bahsettiğimiz isim marcao. takımda en beğendiğim, en sevdiğim futbolculardan biri. takım için öneminin ne kadar büyük olduğunu biliyorum. zaten sorun bu. nasıl olabiliyor? marcao gibi bir futbolcu nasıl böyle bir şey yapabiliyor. sevildiğini, bu takım için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor mu?
işte, sevdiğim güvendiğim insanları daha fazla eleştirme eğilimindeyim ben. çünkü onların eksik yönlerini kapatmasını isterim. daha çok gelişmelerini, dünyanın konuştuğu isimler olmalarını isterim. bu yolla mutlu da olurum. bu tür insanların hayal kırıklıkları da büyük oluyor.
yahu sen bu takım için çok önemlisin. nasıl böyle bir şey yapabiliyorsun? bir ihtimal takımı nasıl sensiz bırakmayı göze alıyorsun?
bunun birçok örneği var. mesela fatih terim'in milli takıma gitme süreci... acayip kırılmıştım hocaya. küsmüştüm. her zaman eleştiririm hocayı. çünkü severim. övgüye zaten ihtiyacı yok ki hocanın.
aslında sevip sevmeme meselesi de değil olay. sevmeseydim de överdim, yine eleştirirdim marcao'yu. kör değiliz. gönderilmemesi sonrası acaba nasıl yararlanabiliriz üzerinde kafa patlatırdım.
arda turan'ı hiç sevmem. takımda ne işi olduğunu sorgularım. ama bu ondan takım lehine nasıl yararlanacağımızı düşünmemin önünde engel değil. ki gerçekten hiç istemedim gelmesini ve yine gerçekten nasıl yararlanabiliriz diye bir şeyler karaladım. ya da aynı şey ryan babel için geçerli. hiç istemiyorum takımda olmasını, sahada görmeyi ama sahadaysa nasıl yararlanabiliriz diye yazdım. bunlar galatasaray'ın futbolcuları ve bizim onlardan bir şekilde yararlanmamız gerekiyor.
marcao'nun durumu benim nezdimde bu futbolcular gibi değil. onun takımda olmasını, sahada olmasını çok istiyorum. zaten bu yüzden daha sertim ona karşı. çünkü ortada bir hayal kırıklığı var dediğim gibi.
yarın bir gün, marcao'yu eleştireceğim de belki. o gün geldiğinde bir kısım çıkacak "yahu bunlar marcao gönderilsin diyenler" diyecekler. biliyorum, yaşadık bunları.
dönelim muhabbetin sonuna. bilirsiniz meşhur bir video vardır. 32. gün zamanları. rahmetli mehmet ali birand'ın, doğu perinçek, ertuğrul kürkçü ve bülent uluer'i ağırladığı bir program. hani doğu perinçek'in "sen abdülhamit'i savundun, sen menderesleri savundun" diye itham ettiği ve sonunda "alçak, puşt!" diye feveran koyverdiği... aha na şu:
https://www.youtube.com/watch?v=Ct8NxuOF7rA
bizimki de o hesap: "ama sen marcao'nun gönderilmesi gerektiğini savundun!"
evet.
bom dia.
marcao'nun takıma olan direkt etkisinin ne kadar büyük olduğunda bahsediyoruz. o benim, marcao-kerem olayında ne kadar yükseldiğimi biliyor haliyle. otoritenin çok önemli olduğunu düşünüyor, marcao konusunda en öncelikli olanın yolların ayrılması olduğunu savunuyordum.
ben marcao'yu överken, marcao'nun bu takım ve bu oyun için ne kadar önemli olduğundan bahsederken, pekala soruyor bu sefer, "ee noldu, gitsin diyordun!" diye. ona anlattım buraya da yazayım.
otoritenin bir takım üzerinde büyük bir önemi olduğuna inanırım. bunu ferguson üzerinden anlatmıştım. tahammülü yoktur ferguson'un böyle şeylere. direkt bağları koparır. fakat yine aynı şekilde otorite kurmanın farklı yolları da vardır. daha zordur. daha meşakkatlidir. ki bu fatih terim'in izlediği yoldur. kısa bir süreci yönetmektense, uzun bir süreci yönetmeyi göze almışsınızdır. gelgelelim bir otoritedir. "bu iş bende. barışacaksınız. bir daha da böyle bir şey olmayacak" diyebiliyor, oyuncuları -tüm kadroyu- ikna edebiliyor ve bunu gerçekleştirebiliyorsanız sıkıntı yok.
ikincisi o gün gönderilmesinden yana tavır koyarken bugün kendimde onu övmekten yana kendimde nasıl bir hak görüyordum? bu övme işi illaki onun kazanılmasından yana tavır koyanların, "biz demiştik diyeceklerin" olmalıydı. eyvallah.
sorun şu. bahsettiğimiz isim marcao. takımda en beğendiğim, en sevdiğim futbolculardan biri. takım için öneminin ne kadar büyük olduğunu biliyorum. zaten sorun bu. nasıl olabiliyor? marcao gibi bir futbolcu nasıl böyle bir şey yapabiliyor. sevildiğini, bu takım için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor mu?
işte, sevdiğim güvendiğim insanları daha fazla eleştirme eğilimindeyim ben. çünkü onların eksik yönlerini kapatmasını isterim. daha çok gelişmelerini, dünyanın konuştuğu isimler olmalarını isterim. bu yolla mutlu da olurum. bu tür insanların hayal kırıklıkları da büyük oluyor.
yahu sen bu takım için çok önemlisin. nasıl böyle bir şey yapabiliyorsun? bir ihtimal takımı nasıl sensiz bırakmayı göze alıyorsun?
bunun birçok örneği var. mesela fatih terim'in milli takıma gitme süreci... acayip kırılmıştım hocaya. küsmüştüm. her zaman eleştiririm hocayı. çünkü severim. övgüye zaten ihtiyacı yok ki hocanın.
aslında sevip sevmeme meselesi de değil olay. sevmeseydim de överdim, yine eleştirirdim marcao'yu. kör değiliz. gönderilmemesi sonrası acaba nasıl yararlanabiliriz üzerinde kafa patlatırdım.
arda turan'ı hiç sevmem. takımda ne işi olduğunu sorgularım. ama bu ondan takım lehine nasıl yararlanacağımızı düşünmemin önünde engel değil. ki gerçekten hiç istemedim gelmesini ve yine gerçekten nasıl yararlanabiliriz diye bir şeyler karaladım. ya da aynı şey ryan babel için geçerli. hiç istemiyorum takımda olmasını, sahada görmeyi ama sahadaysa nasıl yararlanabiliriz diye yazdım. bunlar galatasaray'ın futbolcuları ve bizim onlardan bir şekilde yararlanmamız gerekiyor.
marcao'nun durumu benim nezdimde bu futbolcular gibi değil. onun takımda olmasını, sahada olmasını çok istiyorum. zaten bu yüzden daha sertim ona karşı. çünkü ortada bir hayal kırıklığı var dediğim gibi.
yarın bir gün, marcao'yu eleştireceğim de belki. o gün geldiğinde bir kısım çıkacak "yahu bunlar marcao gönderilsin diyenler" diyecekler. biliyorum, yaşadık bunları.
dönelim muhabbetin sonuna. bilirsiniz meşhur bir video vardır. 32. gün zamanları. rahmetli mehmet ali birand'ın, doğu perinçek, ertuğrul kürkçü ve bülent uluer'i ağırladığı bir program. hani doğu perinçek'in "sen abdülhamit'i savundun, sen menderesleri savundun" diye itham ettiği ve sonunda "alçak, puşt!" diye feveran koyverdiği... aha na şu:
https://www.youtube.com/watch?v=Ct8NxuOF7rA
bizimki de o hesap: "ama sen marcao'nun gönderilmesi gerektiğini savundun!"
evet.
bom dia.