944
yaklaşık 20 gün sonra gerimizde bırakmaya hazırlandığımız 2010'lu yılların galatasaray futbol takımı adına dönüm noktası olan maç. 5 ay önce tarihinin en kötü sezonunu yaşayan, 3 yıldır şampiyonluktan uzak kalmış olan galatasaray bu maçla öyle bir çıkışa geçmiştir ki yaklaşık 2 sene türkiye'de yakalamak mümkün olmamıştır. damga vurduğu doksanlı yıllardan sonra 2000'lerde sadece 3 şampiyonluk kazanan galatasaray 2010'lu yıllarda 5 şampiyonluk kazanırken bu maçtan sonra başlayan süreçte 4 yılda 3 şampiyonluk çıkarmıştı.
herşeyden önce 43 ay ve 8 derbi sonra mağlup etmiştik fenerbahçe'yi. bir başka istatistik olarak arena'daki ilk derbi galibiyeti idi. 2005 yılındaki 5-1'lik kupa galibiyetinden bu yana ilk defa fenerbahçe karşısında maç içinde de olsa 3 farkı yakalayabilmiştik. zaten ondan bir önceki 3 fark da 1998'de kadıköy'de oynanan 4-1'lik tsyd kupası maçında gelmişti. 1998'deki maçı hayal meyal hatırlıyorum. 1999-2002 arasını hatırlıyorum. 2002'den beri de düzenli takip ediyorum futbolu diyebilirim. onca sene içinde 6'dan 4'e 3'e o kadar fenerbahçe mağlubiyeti görmüşken görüp görebildiğimiz handikaplı fener galibiyeti sayısı bir elin parmaklarını geçmez. ikinin üzerinde farkı maç içinde dahi görebildiğimiz fener maçları ise sadece bunlar. o bakımdan özellikle küçük melo'nun attığı golün kendisi haricinde böyle de tarihi bir önemi vardır.
2010-2011 sezonu galatasaray tarihinin en kötü sezonlarından biri, üç puanlı sistemde ise açık ara farkla en kötü sezonudur. olimpiyat stadında geçen o berbat sezondan bile 8 puan daha az toplayabilmiştir galatasaray. mabedi terk edip arena'ya taşınmanın üzerine bu berbat sezon performansı sonrası galatasaray'daki havayı tersine döndüren iki gelişme yaşandı. ilki adnan polat'ın ibra edilmemesi sonrası yaşanan seçim sürecinde yıllardır beklenen ünal aysal'ın başkan olması, ikincisi de galatasaray futbolunun başına 7 yıllık aradan sonra yine fatih terim'in gelmesi idi.
bu iki değişiklik bile başlı başına galatasaraylılar için bir temiz sayfa açma heyecanı yaratacakken üzerine bir de 3 temmuz 2011 sabahı patlayan şike soruşturması ile sezon başlamadan bambaşka bir atmosfere büründü türk futbolu. tarlalar ekildi mi, buğdaylar başak verdi mi, şike parası almak caiz mi falan derken fikstür biraz ötelendi. üzerine bir de fenerbahçe'ye o günlerde verilmesi muhtemel puan silme cezasını tolere etmek için uydurulan süper final de eklenince iyice şişen fikstürden dolayı epey bir dönem haftada çift maç oynanmıştı ligimizde. tabi federasyon ile uefa'nın hesapları birbirine karışınca ve uefa fenerbahçe yerine trabzonspor'u şampiyonlar ligine çağırınca özellikle trabzonspor epey zor durumda kalmıştı.
hatta bu maçın olduğu gün tff tarafından ilk çekilen fikstürde 15. haftaya denk gelen 11 aralık 2011 trabzonspor galatasaray maçı vardı. ama aynı günde trabzonspor'un şampiyonlar ligi son hafta maçında lille deplasmanına çıkacaktı. trabzonspor'un yaşadığı mağduriyeti önlemek için fikstür ötelenirken bu sefer de trabzonspor'un şampiyonlar liginde üst tura çıkma ihtimali bulunan lille deplasmanı galatasaray-fenerbahçe derbisi ile aynı güne denk gelmiş oldu. her boka dahil olmayan çalışan marjinal trabzonspor taraftarı avrupa kupalarında ülke puanı falan konusu açıldığında ara ara hatırlatır bu fikstür cilvesini, biz gruplardan çıkmaya çalışırken derbi oynatanlar şimdi ülke puanı duyarı yapıyor diye... trabzonspor derbinin gölgesinde lille deplasmanında berabere kalarak fırsat tepmiş, sonra bizimle oynayıp sahasında üçlük olmuş, hafta arası da ertelenen maçta ankaragücü ile oynamıştı.
sezona muslera, riera, eboue, melo, selçuk ve elmander gibi cidden kaliteli ve marka isimleri transfer ederek başlamıştık. altısı da ilk 11'e girmişti doğal olarak. 4-4-2'yi oturtma çabalarıyla geçen ilk 13 haftada 2 mağlubiyet 4 beraberliğimiz vardı. ilk hafta o zamanki ibb deplasmanında 2-0 kaybetmiştik, golde topu elinden kaçıran muslera için "al sana muslera" tweeti atan volkan babacan sezon sonunda muslera'dan penaltı golü yiyerek ağzının payını alacaktı...
ertesi hafta arena'da samsunspor'u arena'da mağlup etmiştik. karabük deplasmanında beraberlik, eskişehir maçında tatsız bir galibiyet, zaten kötü günler geçiren ankaragücü deplasmanındaki galibiyet derken bir türlü istikrar yakalayamıyorduk. 5 haftada 3 galibiyet 1 beraberlik 1 mağlubiyetle 13 puanlı lider fenerbahçe'nin arkasında 10 puanla dizilen 4 takımdan biriydik. milli ara sonrası sami yen'de yağmur altında oynanan ve sarı forma ile çıktığımız meşhur bursaspor maçını son dakika golüyle kazandıktan sonra önce antalya deplasmanında 0-0 berabere kalmış, akabinde gaziantepspor'a sabri'nin hakeme armasını gösterip kart gördüğü 4-2'lik olaylı antep maçı gelmişti.
bu maçın ertesinde kayseri deplasmanında 2-0 kazansak da milli maç öncesinde ve sonrasındaki iki maçta gol atamadan 0-0'la geçmiştik. liderler puan farkı açılmasa da takım kamuoyunda "gayretli ama..." hissiyatından öteye gidemiyordu. yine 9 kişi bitirdiğimiz maçta sivasspor'u sami yen'de 2-1 mağlup etmiş, ankara'da gençlerbirliği'ni yanılmıyorsam eboue'nin tek golüyle geçmiştik.
13 haftanın sonunda fenerbahçe 28, biz 25 puandaydık. 43 ay ve tam 8 derbidir kazanamıyorduk. takımın yenilenen kadrosu, kaliteli takviyelerine ve çabasına rağmen bir türlü basıp geçen bir oyun oynayamıyorduk. diğer tarafta fenerbahçe ise 3 temmuz'un şaşkınlığı ve etkilerine rağmen bir şekilde yoluna devam etmeye çalışıyordu. aykut kocaman ve alex de souza'nın arası henüz açılmamıştı. takımı vasat futbolcu çöplüğüne döndürecek olan önüne gelen orta saha oyuncusunu transfer etme yaklaşımı henüz verimliliğini koruyordu ve kalede volkan demirel vardı...
fenerbahçe taraftarı takımlarının her derbide olduğu gibi bir şekilde kazanıp farkı 6'ya çıkacağı inancındaydı. aykut kocaman ve öğrencileri beraberlik için gelmişti. galatasaray taraftarı ise liderlikten ziyade artık bir derbi galibiyeti görmek istiyordu.
ancak fatih terim ve öğrencilerinin de bir planı vardı...
şike süreci sonrası apar topar alınan bir kararla derbi maçlarda deplasman seyircisinin yer alması yasaklanmıştı. ek olarak 8 maça çıkan derbi hasreti sonrası herşeye rağmen fenerbahçe favori gibiydi, maç bir çarşamba gecesiydi ve üstelik fikstür birkaç kere değişmişti. üstelik passolig de henüz devreye girmemişti. tüm bunlar bir araya gelince de ortaya canavar gibi ve aç bir tribün çıkmıştı. daha maç öncesi yayınındaki görüntü ve seslerden bile tribünün agresifliği ve isteği hissediliyordu. üzerine o dönemki küme düşürme beklentisine cuk oturan by by birdie it's time to go koreografisi de yapılınca maça adeta 1-0 önde başlamıştık.
fenerbahçe'nin artık klasikleşmiş bir kadrosu vardı. kalede volkan, sağda gökhan solda caner, ortada ziegler ve yobo. en önde bienvenue, arkada 10 numara alex. orta sahada emre belözoğlu ve saz arkadaşları. zaten orta sahaya gerekli gereksiz adam doldurma hevesleri yıllar içinde büyük bir kadro çöküntüsüne yol açacaktı; o apayrı bir yazı konusu...
galatasaray'da ise tüm muhtemel 11 tahminlerini parçalayan iki tercih vardı. semih kaya ve emre çolak. kalede muslera, önünde büyük şef ujfalusi ve yanında tekmeye kafayı sokan semih kaya ki o gün başlayan ortaklık zaten kendi tarihini yazacaktı.
(bkz: semih kaya tomas ujfalusi ikilisi)
sağ kanatta artık klasikleşen eboue, sol kanatta ise riera yerine hakan balta'yı koymuştu hoca. göbekte o sezon için ligin en adam yiyen orta sahası felipe melo ve en teknik orta sahası selçuk inan vardı. sağ kanatta forvet de oynayabilen colin kazım'ı, sol kanatta ise o günlerin deli fişeği emre çolak'ı tercih etmişti fatih hoca. önde ise bugün hala anılan johan elmander - milan baros ikilisi vardı. top santraya koyulmadan önce semih ve emre kapalı kutu, colin kazım da soru işareti olsa da gerisi taş gibi kadroydu aslında.
taraftarda hem bu takımın gayret ve iyi niyetinin artık iyi futbol doğurması gerektiğine olan inanç, hem de bir derbi galibiyetinin artık zamanının geldiğine dair garip bir hissiyat vardı. tüm bu pozitif enerjinin ışığında maça istekli başladı takım. zaten o yıllarda, özellikle kadıköy deplasmanlarında hep bir istekli başlama ritüelimiz vardı. ilk 5-10 dakika çok iyi oynar, saç baş yolduracak goller kaçırır, sonra olmadık bir topta golü yerdik.
ve durdurup suyunu içtikten sonra geri salona dönüp başlattığın film kaldığı yerden devam ediyormuş gibi, o kahır dolu bildik senaryonun içine düşerdik her seferinde. maç bitimi, sonrası, takip eden günleri hep ayrı bir eziyet olurdu.
o gün de tipik bir derbi başlangıcı yaptık. maç başlar başlamaz fenerbahçe kalesine yıktık oyunu. alıştığımız gibi ahlar vahlar içinde golü bir türlü bulamıyorduk ancak alışılmışın dışında dakikalar geçtikçe baskı ve pozisyonlarımız azalmak yerine çoğalıyordu. elmander, baros, hatta emre çolak hatta selçuk'la ardı ardına pozisyonlar kaçıyordu. ancak öylesine dominant ve aç bir oyun oynuyorduk ki kaleye girmeyen top kısa bir süre sonra yeniden galatasaray atağı haline dönüyordu. fenerbahçe maçtaki ilk ve ilk yarı için tek atağını yirmili dakikalarda gerçekleştirmişti. o pozisyonda da alex bir anda boş kalmış ancak ofsayt bayrağına takılmıştı.
"atmazsak yine atamayana atacaklar" demeye başladığımız dakikalardan birinde, topun orta sahaya kadar geri döndüğü bir pozisyonda yine 4-5 kişiyle birden hücuma kalktık. göbekte ulu johan 20-25 metre kadar top sürüp ikinci bölgeyi katederken sağında bindirmekte olan eboue'yi gördü. takımın orta saha ve hücum hattı kendi arasında bir yarış halindeyken eboue tam ceza sahasına girerken topu soluna çekti. önündeki joseph yobo bir anda kadrajdan çıktı. yobonereyegidiyor olarak literatüre giren pozisyonun sonunda eboue hafiften de kaydığı pozisyonda ayağını uzatarak topu ayının altından filelere yollamış, gol sevincini de köşe bayrağının önünde kazım ile dans ederek yaşamıştı.
33. dakikada gelen bu golün ardından fenerbahçe reaksiyon vermeye çalışsa da galatasray'ın durmaya niyeti yoktu. devrenin sonları yaklaşırken sol kanattan ileriye biraz da başıboş şekilde ileri giden topu elmander 30 metre kadar kovalayıp fenerbahçe ceza sahasının hemen köşesinde bilica ile ikili mücadeleye girmişti. literatüre ananı sikeyim bilica ya olarak geçen o kayıp topu kaybetme olayından sonra elmander bir anda fenerbahçe ceza sahasında ve gayet de önü açık şekilde topla kalıverdi. şutu atana kadar 4-5 kere temkinli adımlarla topu dürttü. her dürtüşünde de kafasını kaldırdı. ilk seferde hakeme baktı, sonra önüne baktı, içeriye baktı, tekrar içeriye baktı... artık önü kapanmak üzereyken sağlam bir şut çıkardı. ilk yarıda defalarca olduğu gibi yine volkan'a nişanlamıştı topu aslında. ancak elmander'in her kafasını kaldırışında ileri çıkıp çıkmamak ikilemini yaşayan volkan biraz da konsantrasyon dağınıklığı yaşayarak topu tam tutamadı. altından kaçan top sağına doğru tıngır mıngır ilerleyip filelerle buluştu. ya da biraz götten sallama mistik hikayeleştirirsek olayı galatasaray'ın pozitif enerjisi topu kaleye soktu....
golün kendisi kadar melih gümüşbıçak'ın elmander elmander açı dar elmander iki oluyor anlatımı ve elmander'in kollarını iki yana açıp reklam panolarının önünde yüzünde ekran panolarının ışığıyla koşuşu da hafızalardadır. oynadığımız ve zevkten dört köşe eden futbolun yanına fenerbahçe'ye karşı 2-0 öne geçmek gibi pek yaşayamadığımız bir olay eklenince hepimizin ruhu aslında elmander gibi biryerlerde kollarını açmış biryerlere koşuyordu...
ikinci yarının başında fenerbahçe'nin bizim kale önünde yarattığı bir karambol vardı. alex'in taşıdığı top ceza sahasındaki kalabalığın arasında dolaştıktan sonra stoch'un önünde kalmış, onun da ceza sahası çizgisinden çektiği şut tam doksana çarpıp havalanmış ve üst ağlara inerek biraz tedirginlik yaratmıştı. hemen ardından birkaç pozisyon denemesi daha oldu fenerbahçe'nin. detay hatırlamasam da penaltı bekledikleri bir pozisyon ve alex'in yine ofsaytta kaldığı başka bir pozisyon yakalamayı başardılar. bu birkaç dakika süren mahmurluğu atlatıp yeniden oyunu fenerbahçe yarı sahasına doğru yığdık sonrasında.
yine tam "bir gol yersek sıkıntıya gireriz" dedirten bu dakikalada maç başından beri yaptığımız gibi 4-5 oyuncunun birden kendi kulvarında sprint attığı bir atakta kazım'ı ceza sahasında topla buluşturmuştuk. deli oğlanın, baros ortada bomboşken, çaprazdan çıkardığı bazukayı volkan kornere çelerken bir golün daha kaçtığını düşünen bizler saç baş yoluyorduk.
tabi bilemedik yine erken davrandığımızı...
selçuk topu bizim atak yönümüze göre sağ köşeye bıraktı, içeri bir baktı ve korneri kullandı. top çizgiden uzaklaşan bir kavis çizerek tam altıpas diye tabir edilen bölgeye doğru indi. top usul usul elmander'in üstünden geçerken ekran başında izleyenler ilk anda topun fenerbahçe defansında kalacağını düşünürken bir anda melo'ya çarpan top fenerbahçe kalesine girdi. yarattığı etkiyi şöyle özetleyebilirim. maçı bir "ultraslan uni" mekanında beraber izlediğimiz ve her zaman "cool" takılan arkadaşım o golden sonra sırtıma atlamıştı. melo meşhur pitbull sevincini yaparken sevinçten kuduruyorduk ama asıl kudurma golün tekrarı yayınlandıktan sonra olmuştu.
zira golü küçük melo atmıştı :)
maçın kalan kısmında fenerbahçe ara ara pozisyonlar buldu. biz de o sezon hemen her maçta yaptığımız gibi 4 kişi 5 kişiyle kaleye sprint atmalı ataklarımıza devam ettik. maç tam 3-0 bitti derken alex her derbide attığı boş kaleye ayak koyduğu gollerinden birini attı ve maçın skoru 3-1 olarak şekillenmiş oldu.
maçtan sonra takım tribünleri tek tek gezip çimlerin üzerinde kayarak selamlamıştı. sebo reis sahaya girmiş ve üçlü çektirmişti boşalmamış olan tribünlere.
fenerbahçe ile puan puana gelip liderliğe çıkmıştık. bu maçtan önceki 2 maçı kazanarak bir seriye başlamıştık. derbi galibiyetiyle üç maça çıkan seri 9 galibiyete kadar uzandı. bursa deplasmanında alınacak mağlubiyete kadarsa 10 galibiyet 1 beraberlik müthiş bir seri çıkarmıştık. buna rağmen puan farkı 2-5 arasında gidip gelmişti. akabinde 2 maçta kaybedilen 5 puan sonrası yakalanan 6 maçlık ikinci bir galibiyet serisiyle puan farkını 9'a çıkarıp kadıköy'e gitmiş ve baros'un direğe takılan topuyla galibiyeti kaçırmamız rağmen normal sezonu 3 hafta kala lider bitirmeyi garantilemiştik.
semih kaya ve emre çolak adeta yeni transfer edasıyla kazanmıştık bu maç ile birlikte. ek olarak takımın kendine güveni gelmiş, oyun düzeni oturmuştu. sonraki 6 maçta 19 gol atmıştık. üçüncü fatih terim döneminin olumlu anlamda kırılma noktası bu maç olmuştu...
tabi hepsinden de güzeli. 20 yıla yakın taraftar ömrümde en böyle doya doya mutlu eden fenerbahçe galibiyetidir. o bakımdan da böyle uzun yazılar çıkaracak kadar hafızamda ve hatırımda yer etmiştir...
herşeyden önce 43 ay ve 8 derbi sonra mağlup etmiştik fenerbahçe'yi. bir başka istatistik olarak arena'daki ilk derbi galibiyeti idi. 2005 yılındaki 5-1'lik kupa galibiyetinden bu yana ilk defa fenerbahçe karşısında maç içinde de olsa 3 farkı yakalayabilmiştik. zaten ondan bir önceki 3 fark da 1998'de kadıköy'de oynanan 4-1'lik tsyd kupası maçında gelmişti. 1998'deki maçı hayal meyal hatırlıyorum. 1999-2002 arasını hatırlıyorum. 2002'den beri de düzenli takip ediyorum futbolu diyebilirim. onca sene içinde 6'dan 4'e 3'e o kadar fenerbahçe mağlubiyeti görmüşken görüp görebildiğimiz handikaplı fener galibiyeti sayısı bir elin parmaklarını geçmez. ikinin üzerinde farkı maç içinde dahi görebildiğimiz fener maçları ise sadece bunlar. o bakımdan özellikle küçük melo'nun attığı golün kendisi haricinde böyle de tarihi bir önemi vardır.
2010-2011 sezonu galatasaray tarihinin en kötü sezonlarından biri, üç puanlı sistemde ise açık ara farkla en kötü sezonudur. olimpiyat stadında geçen o berbat sezondan bile 8 puan daha az toplayabilmiştir galatasaray. mabedi terk edip arena'ya taşınmanın üzerine bu berbat sezon performansı sonrası galatasaray'daki havayı tersine döndüren iki gelişme yaşandı. ilki adnan polat'ın ibra edilmemesi sonrası yaşanan seçim sürecinde yıllardır beklenen ünal aysal'ın başkan olması, ikincisi de galatasaray futbolunun başına 7 yıllık aradan sonra yine fatih terim'in gelmesi idi.
bu iki değişiklik bile başlı başına galatasaraylılar için bir temiz sayfa açma heyecanı yaratacakken üzerine bir de 3 temmuz 2011 sabahı patlayan şike soruşturması ile sezon başlamadan bambaşka bir atmosfere büründü türk futbolu. tarlalar ekildi mi, buğdaylar başak verdi mi, şike parası almak caiz mi falan derken fikstür biraz ötelendi. üzerine bir de fenerbahçe'ye o günlerde verilmesi muhtemel puan silme cezasını tolere etmek için uydurulan süper final de eklenince iyice şişen fikstürden dolayı epey bir dönem haftada çift maç oynanmıştı ligimizde. tabi federasyon ile uefa'nın hesapları birbirine karışınca ve uefa fenerbahçe yerine trabzonspor'u şampiyonlar ligine çağırınca özellikle trabzonspor epey zor durumda kalmıştı.
hatta bu maçın olduğu gün tff tarafından ilk çekilen fikstürde 15. haftaya denk gelen 11 aralık 2011 trabzonspor galatasaray maçı vardı. ama aynı günde trabzonspor'un şampiyonlar ligi son hafta maçında lille deplasmanına çıkacaktı. trabzonspor'un yaşadığı mağduriyeti önlemek için fikstür ötelenirken bu sefer de trabzonspor'un şampiyonlar liginde üst tura çıkma ihtimali bulunan lille deplasmanı galatasaray-fenerbahçe derbisi ile aynı güne denk gelmiş oldu. her boka dahil olmayan çalışan marjinal trabzonspor taraftarı avrupa kupalarında ülke puanı falan konusu açıldığında ara ara hatırlatır bu fikstür cilvesini, biz gruplardan çıkmaya çalışırken derbi oynatanlar şimdi ülke puanı duyarı yapıyor diye... trabzonspor derbinin gölgesinde lille deplasmanında berabere kalarak fırsat tepmiş, sonra bizimle oynayıp sahasında üçlük olmuş, hafta arası da ertelenen maçta ankaragücü ile oynamıştı.
sezona muslera, riera, eboue, melo, selçuk ve elmander gibi cidden kaliteli ve marka isimleri transfer ederek başlamıştık. altısı da ilk 11'e girmişti doğal olarak. 4-4-2'yi oturtma çabalarıyla geçen ilk 13 haftada 2 mağlubiyet 4 beraberliğimiz vardı. ilk hafta o zamanki ibb deplasmanında 2-0 kaybetmiştik, golde topu elinden kaçıran muslera için "al sana muslera" tweeti atan volkan babacan sezon sonunda muslera'dan penaltı golü yiyerek ağzının payını alacaktı...
ertesi hafta arena'da samsunspor'u arena'da mağlup etmiştik. karabük deplasmanında beraberlik, eskişehir maçında tatsız bir galibiyet, zaten kötü günler geçiren ankaragücü deplasmanındaki galibiyet derken bir türlü istikrar yakalayamıyorduk. 5 haftada 3 galibiyet 1 beraberlik 1 mağlubiyetle 13 puanlı lider fenerbahçe'nin arkasında 10 puanla dizilen 4 takımdan biriydik. milli ara sonrası sami yen'de yağmur altında oynanan ve sarı forma ile çıktığımız meşhur bursaspor maçını son dakika golüyle kazandıktan sonra önce antalya deplasmanında 0-0 berabere kalmış, akabinde gaziantepspor'a sabri'nin hakeme armasını gösterip kart gördüğü 4-2'lik olaylı antep maçı gelmişti.
bu maçın ertesinde kayseri deplasmanında 2-0 kazansak da milli maç öncesinde ve sonrasındaki iki maçta gol atamadan 0-0'la geçmiştik. liderler puan farkı açılmasa da takım kamuoyunda "gayretli ama..." hissiyatından öteye gidemiyordu. yine 9 kişi bitirdiğimiz maçta sivasspor'u sami yen'de 2-1 mağlup etmiş, ankara'da gençlerbirliği'ni yanılmıyorsam eboue'nin tek golüyle geçmiştik.
13 haftanın sonunda fenerbahçe 28, biz 25 puandaydık. 43 ay ve tam 8 derbidir kazanamıyorduk. takımın yenilenen kadrosu, kaliteli takviyelerine ve çabasına rağmen bir türlü basıp geçen bir oyun oynayamıyorduk. diğer tarafta fenerbahçe ise 3 temmuz'un şaşkınlığı ve etkilerine rağmen bir şekilde yoluna devam etmeye çalışıyordu. aykut kocaman ve alex de souza'nın arası henüz açılmamıştı. takımı vasat futbolcu çöplüğüne döndürecek olan önüne gelen orta saha oyuncusunu transfer etme yaklaşımı henüz verimliliğini koruyordu ve kalede volkan demirel vardı...
fenerbahçe taraftarı takımlarının her derbide olduğu gibi bir şekilde kazanıp farkı 6'ya çıkacağı inancındaydı. aykut kocaman ve öğrencileri beraberlik için gelmişti. galatasaray taraftarı ise liderlikten ziyade artık bir derbi galibiyeti görmek istiyordu.
ancak fatih terim ve öğrencilerinin de bir planı vardı...
şike süreci sonrası apar topar alınan bir kararla derbi maçlarda deplasman seyircisinin yer alması yasaklanmıştı. ek olarak 8 maça çıkan derbi hasreti sonrası herşeye rağmen fenerbahçe favori gibiydi, maç bir çarşamba gecesiydi ve üstelik fikstür birkaç kere değişmişti. üstelik passolig de henüz devreye girmemişti. tüm bunlar bir araya gelince de ortaya canavar gibi ve aç bir tribün çıkmıştı. daha maç öncesi yayınındaki görüntü ve seslerden bile tribünün agresifliği ve isteği hissediliyordu. üzerine o dönemki küme düşürme beklentisine cuk oturan by by birdie it's time to go koreografisi de yapılınca maça adeta 1-0 önde başlamıştık.
fenerbahçe'nin artık klasikleşmiş bir kadrosu vardı. kalede volkan, sağda gökhan solda caner, ortada ziegler ve yobo. en önde bienvenue, arkada 10 numara alex. orta sahada emre belözoğlu ve saz arkadaşları. zaten orta sahaya gerekli gereksiz adam doldurma hevesleri yıllar içinde büyük bir kadro çöküntüsüne yol açacaktı; o apayrı bir yazı konusu...
galatasaray'da ise tüm muhtemel 11 tahminlerini parçalayan iki tercih vardı. semih kaya ve emre çolak. kalede muslera, önünde büyük şef ujfalusi ve yanında tekmeye kafayı sokan semih kaya ki o gün başlayan ortaklık zaten kendi tarihini yazacaktı.
(bkz: semih kaya tomas ujfalusi ikilisi)
sağ kanatta artık klasikleşen eboue, sol kanatta ise riera yerine hakan balta'yı koymuştu hoca. göbekte o sezon için ligin en adam yiyen orta sahası felipe melo ve en teknik orta sahası selçuk inan vardı. sağ kanatta forvet de oynayabilen colin kazım'ı, sol kanatta ise o günlerin deli fişeği emre çolak'ı tercih etmişti fatih hoca. önde ise bugün hala anılan johan elmander - milan baros ikilisi vardı. top santraya koyulmadan önce semih ve emre kapalı kutu, colin kazım da soru işareti olsa da gerisi taş gibi kadroydu aslında.
taraftarda hem bu takımın gayret ve iyi niyetinin artık iyi futbol doğurması gerektiğine olan inanç, hem de bir derbi galibiyetinin artık zamanının geldiğine dair garip bir hissiyat vardı. tüm bu pozitif enerjinin ışığında maça istekli başladı takım. zaten o yıllarda, özellikle kadıköy deplasmanlarında hep bir istekli başlama ritüelimiz vardı. ilk 5-10 dakika çok iyi oynar, saç baş yolduracak goller kaçırır, sonra olmadık bir topta golü yerdik.
ve durdurup suyunu içtikten sonra geri salona dönüp başlattığın film kaldığı yerden devam ediyormuş gibi, o kahır dolu bildik senaryonun içine düşerdik her seferinde. maç bitimi, sonrası, takip eden günleri hep ayrı bir eziyet olurdu.
o gün de tipik bir derbi başlangıcı yaptık. maç başlar başlamaz fenerbahçe kalesine yıktık oyunu. alıştığımız gibi ahlar vahlar içinde golü bir türlü bulamıyorduk ancak alışılmışın dışında dakikalar geçtikçe baskı ve pozisyonlarımız azalmak yerine çoğalıyordu. elmander, baros, hatta emre çolak hatta selçuk'la ardı ardına pozisyonlar kaçıyordu. ancak öylesine dominant ve aç bir oyun oynuyorduk ki kaleye girmeyen top kısa bir süre sonra yeniden galatasaray atağı haline dönüyordu. fenerbahçe maçtaki ilk ve ilk yarı için tek atağını yirmili dakikalarda gerçekleştirmişti. o pozisyonda da alex bir anda boş kalmış ancak ofsayt bayrağına takılmıştı.
"atmazsak yine atamayana atacaklar" demeye başladığımız dakikalardan birinde, topun orta sahaya kadar geri döndüğü bir pozisyonda yine 4-5 kişiyle birden hücuma kalktık. göbekte ulu johan 20-25 metre kadar top sürüp ikinci bölgeyi katederken sağında bindirmekte olan eboue'yi gördü. takımın orta saha ve hücum hattı kendi arasında bir yarış halindeyken eboue tam ceza sahasına girerken topu soluna çekti. önündeki joseph yobo bir anda kadrajdan çıktı. yobonereyegidiyor olarak literatüre giren pozisyonun sonunda eboue hafiften de kaydığı pozisyonda ayağını uzatarak topu ayının altından filelere yollamış, gol sevincini de köşe bayrağının önünde kazım ile dans ederek yaşamıştı.
33. dakikada gelen bu golün ardından fenerbahçe reaksiyon vermeye çalışsa da galatasray'ın durmaya niyeti yoktu. devrenin sonları yaklaşırken sol kanattan ileriye biraz da başıboş şekilde ileri giden topu elmander 30 metre kadar kovalayıp fenerbahçe ceza sahasının hemen köşesinde bilica ile ikili mücadeleye girmişti. literatüre ananı sikeyim bilica ya olarak geçen o kayıp topu kaybetme olayından sonra elmander bir anda fenerbahçe ceza sahasında ve gayet de önü açık şekilde topla kalıverdi. şutu atana kadar 4-5 kere temkinli adımlarla topu dürttü. her dürtüşünde de kafasını kaldırdı. ilk seferde hakeme baktı, sonra önüne baktı, içeriye baktı, tekrar içeriye baktı... artık önü kapanmak üzereyken sağlam bir şut çıkardı. ilk yarıda defalarca olduğu gibi yine volkan'a nişanlamıştı topu aslında. ancak elmander'in her kafasını kaldırışında ileri çıkıp çıkmamak ikilemini yaşayan volkan biraz da konsantrasyon dağınıklığı yaşayarak topu tam tutamadı. altından kaçan top sağına doğru tıngır mıngır ilerleyip filelerle buluştu. ya da biraz götten sallama mistik hikayeleştirirsek olayı galatasaray'ın pozitif enerjisi topu kaleye soktu....
golün kendisi kadar melih gümüşbıçak'ın elmander elmander açı dar elmander iki oluyor anlatımı ve elmander'in kollarını iki yana açıp reklam panolarının önünde yüzünde ekran panolarının ışığıyla koşuşu da hafızalardadır. oynadığımız ve zevkten dört köşe eden futbolun yanına fenerbahçe'ye karşı 2-0 öne geçmek gibi pek yaşayamadığımız bir olay eklenince hepimizin ruhu aslında elmander gibi biryerlerde kollarını açmış biryerlere koşuyordu...
ikinci yarının başında fenerbahçe'nin bizim kale önünde yarattığı bir karambol vardı. alex'in taşıdığı top ceza sahasındaki kalabalığın arasında dolaştıktan sonra stoch'un önünde kalmış, onun da ceza sahası çizgisinden çektiği şut tam doksana çarpıp havalanmış ve üst ağlara inerek biraz tedirginlik yaratmıştı. hemen ardından birkaç pozisyon denemesi daha oldu fenerbahçe'nin. detay hatırlamasam da penaltı bekledikleri bir pozisyon ve alex'in yine ofsaytta kaldığı başka bir pozisyon yakalamayı başardılar. bu birkaç dakika süren mahmurluğu atlatıp yeniden oyunu fenerbahçe yarı sahasına doğru yığdık sonrasında.
yine tam "bir gol yersek sıkıntıya gireriz" dedirten bu dakikalada maç başından beri yaptığımız gibi 4-5 oyuncunun birden kendi kulvarında sprint attığı bir atakta kazım'ı ceza sahasında topla buluşturmuştuk. deli oğlanın, baros ortada bomboşken, çaprazdan çıkardığı bazukayı volkan kornere çelerken bir golün daha kaçtığını düşünen bizler saç baş yoluyorduk.
tabi bilemedik yine erken davrandığımızı...
selçuk topu bizim atak yönümüze göre sağ köşeye bıraktı, içeri bir baktı ve korneri kullandı. top çizgiden uzaklaşan bir kavis çizerek tam altıpas diye tabir edilen bölgeye doğru indi. top usul usul elmander'in üstünden geçerken ekran başında izleyenler ilk anda topun fenerbahçe defansında kalacağını düşünürken bir anda melo'ya çarpan top fenerbahçe kalesine girdi. yarattığı etkiyi şöyle özetleyebilirim. maçı bir "ultraslan uni" mekanında beraber izlediğimiz ve her zaman "cool" takılan arkadaşım o golden sonra sırtıma atlamıştı. melo meşhur pitbull sevincini yaparken sevinçten kuduruyorduk ama asıl kudurma golün tekrarı yayınlandıktan sonra olmuştu.
zira golü küçük melo atmıştı :)
maçın kalan kısmında fenerbahçe ara ara pozisyonlar buldu. biz de o sezon hemen her maçta yaptığımız gibi 4 kişi 5 kişiyle kaleye sprint atmalı ataklarımıza devam ettik. maç tam 3-0 bitti derken alex her derbide attığı boş kaleye ayak koyduğu gollerinden birini attı ve maçın skoru 3-1 olarak şekillenmiş oldu.
maçtan sonra takım tribünleri tek tek gezip çimlerin üzerinde kayarak selamlamıştı. sebo reis sahaya girmiş ve üçlü çektirmişti boşalmamış olan tribünlere.
fenerbahçe ile puan puana gelip liderliğe çıkmıştık. bu maçtan önceki 2 maçı kazanarak bir seriye başlamıştık. derbi galibiyetiyle üç maça çıkan seri 9 galibiyete kadar uzandı. bursa deplasmanında alınacak mağlubiyete kadarsa 10 galibiyet 1 beraberlik müthiş bir seri çıkarmıştık. buna rağmen puan farkı 2-5 arasında gidip gelmişti. akabinde 2 maçta kaybedilen 5 puan sonrası yakalanan 6 maçlık ikinci bir galibiyet serisiyle puan farkını 9'a çıkarıp kadıköy'e gitmiş ve baros'un direğe takılan topuyla galibiyeti kaçırmamız rağmen normal sezonu 3 hafta kala lider bitirmeyi garantilemiştik.
semih kaya ve emre çolak adeta yeni transfer edasıyla kazanmıştık bu maç ile birlikte. ek olarak takımın kendine güveni gelmiş, oyun düzeni oturmuştu. sonraki 6 maçta 19 gol atmıştık. üçüncü fatih terim döneminin olumlu anlamda kırılma noktası bu maç olmuştu...
tabi hepsinden de güzeli. 20 yıla yakın taraftar ömrümde en böyle doya doya mutlu eden fenerbahçe galibiyetidir. o bakımdan da böyle uzun yazılar çıkaracak kadar hafızamda ve hatırımda yer etmiştir...