2
zeki müren'li, müzeyyen senar'lı hatta dede efendi'li duygusal bir akşamda aniden kulaklarımda çınladığı için 8 yıl sonra ebedi uykusundan uyandırmaya karar verdiğim başlık. galatasaray ve gol müziği denen şey yan yana gelince tahmin ediyorum ki hepimizin kafasının içinde i will survive çalmaya başlıyor. hatta bu sesin damarlarımıza zerk ettiği nostaljiyle birlikte gözlerimizi kapayınca köşe gönderinin orda gol sevinci yaşayan ümit karan'ın ardından koşan necati'yi, şimdilerin devrik kralı hakan'ı, o güzel günlerin hatrına hafızalarımızda kendine yer bulabilen marek heinz'ı görüyor; yedek kulübesinden gol sevincine katılan fosforlu yeşil yelekli hasan kabze'yi anımsıyoruz. ali sami yen stadı göz kapaklarımızın altında tatlı bir rüya gibi beliriyor, eric gerets hocamız yumruğunu havaya sallıyor, özhan canaydın başkan şeref tribününde mağrur bir edayla tebrikleri kabul ediyor.
600 kilometre ötede tüm bunlar olurken ben de babamla 55 ekran vestelimizin önünde çak yapıyorum. bu çak artık monotonlaşmış, ama sevincini yitirmemiş bir ritüel gibi gerçekleşiyor. o gün sami yen'deki konuğumuza attığımız 4. gol de olsa ikimiz de önce "gol bee" diye haykırıp ayağa kalkıyor ve iki elimizi iki galatasaraylı olarak saraçoğlu'nun ortasına bayrağı diken ulubatlı sounnes gibi bir muzaffer edasıyla birbirine çarpıyor ve gülümseyen yüzlerle koltuklarımıza geri dönüyoruz.
bizim eve lig tv'nin girmesi babamın işleri düzeltmesinin göstergesiydi, yani lig tv demek sadece galatasaray ve futbol değil bizim ekonomik durumumuzun "iyice" olması demekti aynı zamanda. 2005 yılı bu anlamda benim için ayrıca önem taşır, çünkü 55 ekran vestel televizyonumuz vasıtasıyla galatasaray evimize ilk kez girmiştir. halen televizyon denen aygıtın nasıl olup da milyon kilometre ötedeki hadiseyi olduğu gibi bizim eve taşıdığını bilemeyen ve büyülenmiş gibi kapalı ekranı seyredip insan denen canlının muktedirliğine hayran kalan bir insan olarak galatasaray'la her hafta haşır neşir olma ayrıcalığını ilk kez tatığım seneyi elbette hayatımdaki dönüm noktaları arasına alacağım.
2005-2006 sezonu bu sözlükteki kıymetli dinozor abiler ve ablalarım için pek tabi o kadar nostalji değildir, ama benim körpecik hafızam için antik dönemlere tekabül ediyor. dürüst olmak gerekirse 12-13 yaşlarında galatasaraylı oldum diyebilirim. bu gol müziği meselesine dönecek olursak, o günlerden aklımda en net kalan, en çok hatırayı beraberinde sürükleyen şey hep bir ağızdan gooool diye bağıran sami yen'de ercan taner'in sesine karışarak yankılanan i will survive'dır. aile, ilk gençlik, mutluluk, coşku, tutku, hırs, inanç... hepsi tek bir melodiye gömülüp bir plağa nakşedilmiş de yıllar sonra kulaklarımda çınlayarak beni geçmişe götürüyormuş sanki. her evin bir kokusu olur ya hani, hiç unutmazsın ve başka hiçbir kokuya benzemez. benim için sami yen'in kokusu bu sestir.
600 kilometre ötede tüm bunlar olurken ben de babamla 55 ekran vestelimizin önünde çak yapıyorum. bu çak artık monotonlaşmış, ama sevincini yitirmemiş bir ritüel gibi gerçekleşiyor. o gün sami yen'deki konuğumuza attığımız 4. gol de olsa ikimiz de önce "gol bee" diye haykırıp ayağa kalkıyor ve iki elimizi iki galatasaraylı olarak saraçoğlu'nun ortasına bayrağı diken ulubatlı sounnes gibi bir muzaffer edasıyla birbirine çarpıyor ve gülümseyen yüzlerle koltuklarımıza geri dönüyoruz.
bizim eve lig tv'nin girmesi babamın işleri düzeltmesinin göstergesiydi, yani lig tv demek sadece galatasaray ve futbol değil bizim ekonomik durumumuzun "iyice" olması demekti aynı zamanda. 2005 yılı bu anlamda benim için ayrıca önem taşır, çünkü 55 ekran vestel televizyonumuz vasıtasıyla galatasaray evimize ilk kez girmiştir. halen televizyon denen aygıtın nasıl olup da milyon kilometre ötedeki hadiseyi olduğu gibi bizim eve taşıdığını bilemeyen ve büyülenmiş gibi kapalı ekranı seyredip insan denen canlının muktedirliğine hayran kalan bir insan olarak galatasaray'la her hafta haşır neşir olma ayrıcalığını ilk kez tatığım seneyi elbette hayatımdaki dönüm noktaları arasına alacağım.
2005-2006 sezonu bu sözlükteki kıymetli dinozor abiler ve ablalarım için pek tabi o kadar nostalji değildir, ama benim körpecik hafızam için antik dönemlere tekabül ediyor. dürüst olmak gerekirse 12-13 yaşlarında galatasaraylı oldum diyebilirim. bu gol müziği meselesine dönecek olursak, o günlerden aklımda en net kalan, en çok hatırayı beraberinde sürükleyen şey hep bir ağızdan gooool diye bağıran sami yen'de ercan taner'in sesine karışarak yankılanan i will survive'dır. aile, ilk gençlik, mutluluk, coşku, tutku, hırs, inanç... hepsi tek bir melodiye gömülüp bir plağa nakşedilmiş de yıllar sonra kulaklarımda çınlayarak beni geçmişe götürüyormuş sanki. her evin bir kokusu olur ya hani, hiç unutmazsın ve başka hiçbir kokuya benzemez. benim için sami yen'in kokusu bu sestir.