19
--- alıntı ---
her seferinde doğruyu söylemiş olsaydık, gerçek hayattan kimseyle hiçbir ilişki kuramazdık. (sf. 8)
saplantılı insanlar kendi tutkularıyla aralarına mesafe koyamazlar. (sf. 9)
acı çekerek eğlenme benim için yeni bir şeydi ve galiba ben de yıllardır böyle bir şeyi bekliyordum.
bu fikrin hayatımı biçimlendiren bir fikir olduğunu söylemek herhalde fazla abes kaçmaz. hayatım boyunca sevdiğim şeyleri -elbette futbol, ama aynı zamanda kitaplar ve plak koleksiyonum- çok ciddiye almakla suçlanmışımdır. üstelik bu doğrudur dakötü bir plak dinlediğim zaman veya benim için çok önemli bir kitabı o kadar önemsemeyen biriyle karşılaştığım zaman sinirlenirim. (sf. 19 - 20)
eleştirel yeti korkunç bir şeydir. 11 yaşındayken, benim için kötü film diye bir şey yoktu, seyretme istediğim film vardı; kötü yiyecek diye bir şey yoktu, yalnızca brüksel lahanası ve ıspanak vardı; kötü kitap diye bir şey yoktu, okuduğum bütün kitaplar harikaydı. sonra birden, bir sabah uyandım ve her şeyin değiştiğini gördüm. nasıl olur da kız kardeşim david cassidy'nin black sabbath ile aynı klasmanda olmadığını duymamış olabilirdi? nasıl olur da edebiyat öğretmenimiz the history of mr polly'nin (bay polly'nin geçmişi), agatha christie'nin on küçük zenci'sinden daha iyi olduğunu düşünebilirdi? o andan itibaren, bir şeyden keyif almak, nadiren yaşanan bir duygu haline geldi. (sf. 28)
elbette geçmişe özlem duyuyorum, bu geçmiş hiçbir zaman bize ait olmamış bir geçmiş olsa da: söylediğim gibi bazı şeyler daha iyi, bazı şeyler daha kötüydü ve bir insanın kendi gençliğini anlamayı öğrenmesinin tek yolu her iki yarıyı da olduğu gibi kabul etmektir. (sf. 30)
utanç hissettim, çünkü her ne kadar yerden bitme ve yaşça küçük olsam da, ben de bir erkektim ve erkeklerdeki, o aptalca ve ham, zayıflık olarak görülen hiçbir şeyi bir türlü sindiremeyen yan, bende de vardı. (sf. 40)
sonucunu değiştiremeyeceğim şeylere vaktimi ve duygularımı harcamanın, arzularını tümüyle sorgulamaksızın paylaştığım bir topluluğa ait olmanın değerini keşfettim. (sf. 69-70) (neden bir takım tutulur, neden fanatik olunur sorusunun en kısa ve güzel cevaplarından bence)
arsenal, manchester united ve diğerleri, insanların paul merson ile ryan gigs'i izlemek için para ödediği kanaatindeler; bu elbette doğru. ancak bu insanların büyük kısmı -yirmi sternlinlik koltuklarda oturanlar, kendilerine özel locada maç izleyenler- aynı zamanda, paul merson'u izleyen insanları izlemek(veya ona bağıran insanları dinlemek) için de para ödüyor. bütün stadyum özel localarla dolu olursa, kim loca için para öder ki? (sf. 77)
şayet erkekliğin kavgacı yanını tasvip eden ve hatta teşvik eden bir kızla karşılaşmış olsaydım, bu yanımdan kurtulma zahmetine girmezdim belki de. (şu anti-vietnam sloganını hatırlıyor musunuz? ''kadınlar 'hayır' diyen erkeğe 'evet' diyor!'' (sf. 81)
bir futbol taraftarı dışında kim bir düğünü hatırlamak için hafızasını yüzlerce kilometre uzaklıktaki çamurlu bir sahada debelendirir ki? saplantı zihinsel bir çeviklik gerektirir. (sf. 83)
artık bir entelektüeldim ve sunday times'da brain glanville bana, entelektüellerin futbolu ruhundan ötürü değil, bir sanat olarak izlemesi gerektiğini öğretmişti. (sf. 87)
bana ilgi duyduğunuz alanı ve sayısını söyleyin size kim olduğunuzu söyleyeyim. bazı erkekler diğerlerinden daha çok plağa sahip, bazıları futbol hakkında daha çok biliyor, diğer bazıları ise arabalar veya ragbiye ilgi duyuyordu. kişiliğimiz yoktu ama tutkularımız vardı. kolayca tahmin edilebilir, ilginç olmayan tutkular. kız arkadaşımınkiler gibi ne bizim kim olduğumuzu ele verecek; ne de yansıtabilecek tutkular. bu, erkeklerle kızlar arasındaki en anlaşılmaz farklardan biridir. (sf. 102)
yirmili yaşlar öncesi üniversite yıllarımı, tüm erkeklerin tıpkı musluk suyu gibi renksiz olduğu vakitleri hatırlayınca, insanın, her şeyin, şu erkeklerin olguları, plakları ve futbol programlarını, ilginç bir şeye sahip olmamayı telafi etmek için toplama alışkanlığı geliştirdiğine inanası geliyor; ama bu, sıradan bir gencin öteki sıradan gence kıyasla karşı cinse neden daha ilginç geldiğini açıklamıyor. (sf. 103)
hiçbir zaman onun yerini dolduramadık. ama farklı yeteneklere sahip başka insanlar bulduk; bunun bir kaybı telafi etmenin iyi bir biçimi olduğunu anlamak yıllarımı aldı. (sf. 123)
ben futbol maçlarına çok çeşitli sebeplerle gidiyorum; ancak bu sebepler arasında eğlenme amacı bulunmadığı kesin. stadyumda etrafımda telaşlı, üzgün yüzlere baktığımda diğer taraftarların da benim gibi hissettiğini görüyorum. takımına bağlı bir futbol taraftarı için eğlenceli futbolun varlığı, yağmur ormanlarında devrilen bir ağacın varlığı gibidir, böyle bir şeyin olduğunu tahmin ediyorsunuz, ama değerlendirebilecek pozisyonda değilsiniz. spor muhabirleri ve yazarları bizden çok daha fazlasını bilen amazon yerlileri gibiler, ancak başka bir yönden çok ama çok az şey biliyorlar. (sf. 134 - 135)
futbol taraftarının,mesela luton-milwall ayaklanması veya arsenal-west ham maçındaki bıçaklanma olayını televizyondan izleyip dehşete kapılması, ama bundan kendini sorumlu hissetmemesi mümkündür. suçlular bizim anlayabildiğimiz ya da kendimizi bir tuttuğumuz insanlar değildir hiçbir zaman. ancak görünürde zararsız, ama açıkça tehditkar olan davranışların, yıllardır çok küçük bir taraftar kitlesinin eğlenmek için yaptığı kışkırtıcı yuhalamalar, el işaretleri, kavga davetlerinin, ''bu tür futbol muhabbeti''nin sürmesinin açık ve kesin bir biçimde tehlikeli olduğu brüksel'de kanıtlanmıştır. kısacası heysel, birçoğumuzun ve bizzat benim de parçası olduğum bir kültürün doğal bir sonucuydu. liverpool taraftarlarına yahut luton'daki milwall taraftarlarına veya lig kupası'ndaki chelsea taraftarlarına bakıp''kim bu insanlar?'' diye soramazsınız, çünkü cevabı zaten biliyorsunuz. (sf. 155)
sel yayıncılık - 1. baskı - bağış erten çev.
--- alıntı ---
her seferinde doğruyu söylemiş olsaydık, gerçek hayattan kimseyle hiçbir ilişki kuramazdık. (sf. 8)
saplantılı insanlar kendi tutkularıyla aralarına mesafe koyamazlar. (sf. 9)
acı çekerek eğlenme benim için yeni bir şeydi ve galiba ben de yıllardır böyle bir şeyi bekliyordum.
bu fikrin hayatımı biçimlendiren bir fikir olduğunu söylemek herhalde fazla abes kaçmaz. hayatım boyunca sevdiğim şeyleri -elbette futbol, ama aynı zamanda kitaplar ve plak koleksiyonum- çok ciddiye almakla suçlanmışımdır. üstelik bu doğrudur dakötü bir plak dinlediğim zaman veya benim için çok önemli bir kitabı o kadar önemsemeyen biriyle karşılaştığım zaman sinirlenirim. (sf. 19 - 20)
eleştirel yeti korkunç bir şeydir. 11 yaşındayken, benim için kötü film diye bir şey yoktu, seyretme istediğim film vardı; kötü yiyecek diye bir şey yoktu, yalnızca brüksel lahanası ve ıspanak vardı; kötü kitap diye bir şey yoktu, okuduğum bütün kitaplar harikaydı. sonra birden, bir sabah uyandım ve her şeyin değiştiğini gördüm. nasıl olur da kız kardeşim david cassidy'nin black sabbath ile aynı klasmanda olmadığını duymamış olabilirdi? nasıl olur da edebiyat öğretmenimiz the history of mr polly'nin (bay polly'nin geçmişi), agatha christie'nin on küçük zenci'sinden daha iyi olduğunu düşünebilirdi? o andan itibaren, bir şeyden keyif almak, nadiren yaşanan bir duygu haline geldi. (sf. 28)
elbette geçmişe özlem duyuyorum, bu geçmiş hiçbir zaman bize ait olmamış bir geçmiş olsa da: söylediğim gibi bazı şeyler daha iyi, bazı şeyler daha kötüydü ve bir insanın kendi gençliğini anlamayı öğrenmesinin tek yolu her iki yarıyı da olduğu gibi kabul etmektir. (sf. 30)
utanç hissettim, çünkü her ne kadar yerden bitme ve yaşça küçük olsam da, ben de bir erkektim ve erkeklerdeki, o aptalca ve ham, zayıflık olarak görülen hiçbir şeyi bir türlü sindiremeyen yan, bende de vardı. (sf. 40)
sonucunu değiştiremeyeceğim şeylere vaktimi ve duygularımı harcamanın, arzularını tümüyle sorgulamaksızın paylaştığım bir topluluğa ait olmanın değerini keşfettim. (sf. 69-70) (neden bir takım tutulur, neden fanatik olunur sorusunun en kısa ve güzel cevaplarından bence)
arsenal, manchester united ve diğerleri, insanların paul merson ile ryan gigs'i izlemek için para ödediği kanaatindeler; bu elbette doğru. ancak bu insanların büyük kısmı -yirmi sternlinlik koltuklarda oturanlar, kendilerine özel locada maç izleyenler- aynı zamanda, paul merson'u izleyen insanları izlemek(veya ona bağıran insanları dinlemek) için de para ödüyor. bütün stadyum özel localarla dolu olursa, kim loca için para öder ki? (sf. 77)
şayet erkekliğin kavgacı yanını tasvip eden ve hatta teşvik eden bir kızla karşılaşmış olsaydım, bu yanımdan kurtulma zahmetine girmezdim belki de. (şu anti-vietnam sloganını hatırlıyor musunuz? ''kadınlar 'hayır' diyen erkeğe 'evet' diyor!'' (sf. 81)
bir futbol taraftarı dışında kim bir düğünü hatırlamak için hafızasını yüzlerce kilometre uzaklıktaki çamurlu bir sahada debelendirir ki? saplantı zihinsel bir çeviklik gerektirir. (sf. 83)
artık bir entelektüeldim ve sunday times'da brain glanville bana, entelektüellerin futbolu ruhundan ötürü değil, bir sanat olarak izlemesi gerektiğini öğretmişti. (sf. 87)
bana ilgi duyduğunuz alanı ve sayısını söyleyin size kim olduğunuzu söyleyeyim. bazı erkekler diğerlerinden daha çok plağa sahip, bazıları futbol hakkında daha çok biliyor, diğer bazıları ise arabalar veya ragbiye ilgi duyuyordu. kişiliğimiz yoktu ama tutkularımız vardı. kolayca tahmin edilebilir, ilginç olmayan tutkular. kız arkadaşımınkiler gibi ne bizim kim olduğumuzu ele verecek; ne de yansıtabilecek tutkular. bu, erkeklerle kızlar arasındaki en anlaşılmaz farklardan biridir. (sf. 102)
yirmili yaşlar öncesi üniversite yıllarımı, tüm erkeklerin tıpkı musluk suyu gibi renksiz olduğu vakitleri hatırlayınca, insanın, her şeyin, şu erkeklerin olguları, plakları ve futbol programlarını, ilginç bir şeye sahip olmamayı telafi etmek için toplama alışkanlığı geliştirdiğine inanası geliyor; ama bu, sıradan bir gencin öteki sıradan gence kıyasla karşı cinse neden daha ilginç geldiğini açıklamıyor. (sf. 103)
hiçbir zaman onun yerini dolduramadık. ama farklı yeteneklere sahip başka insanlar bulduk; bunun bir kaybı telafi etmenin iyi bir biçimi olduğunu anlamak yıllarımı aldı. (sf. 123)
ben futbol maçlarına çok çeşitli sebeplerle gidiyorum; ancak bu sebepler arasında eğlenme amacı bulunmadığı kesin. stadyumda etrafımda telaşlı, üzgün yüzlere baktığımda diğer taraftarların da benim gibi hissettiğini görüyorum. takımına bağlı bir futbol taraftarı için eğlenceli futbolun varlığı, yağmur ormanlarında devrilen bir ağacın varlığı gibidir, böyle bir şeyin olduğunu tahmin ediyorsunuz, ama değerlendirebilecek pozisyonda değilsiniz. spor muhabirleri ve yazarları bizden çok daha fazlasını bilen amazon yerlileri gibiler, ancak başka bir yönden çok ama çok az şey biliyorlar. (sf. 134 - 135)
futbol taraftarının,mesela luton-milwall ayaklanması veya arsenal-west ham maçındaki bıçaklanma olayını televizyondan izleyip dehşete kapılması, ama bundan kendini sorumlu hissetmemesi mümkündür. suçlular bizim anlayabildiğimiz ya da kendimizi bir tuttuğumuz insanlar değildir hiçbir zaman. ancak görünürde zararsız, ama açıkça tehditkar olan davranışların, yıllardır çok küçük bir taraftar kitlesinin eğlenmek için yaptığı kışkırtıcı yuhalamalar, el işaretleri, kavga davetlerinin, ''bu tür futbol muhabbeti''nin sürmesinin açık ve kesin bir biçimde tehlikeli olduğu brüksel'de kanıtlanmıştır. kısacası heysel, birçoğumuzun ve bizzat benim de parçası olduğum bir kültürün doğal bir sonucuydu. liverpool taraftarlarına yahut luton'daki milwall taraftarlarına veya lig kupası'ndaki chelsea taraftarlarına bakıp''kim bu insanlar?'' diye soramazsınız, çünkü cevabı zaten biliyorsunuz. (sf. 155)
sel yayıncılık - 1. baskı - bağış erten çev.
--- alıntı ---