116
--- alıntı ---
babam gidiyoruz dediğinde 13 yaşındaydım.
evim diye bildiğim toprakları bırakıp, türkiye’ye doğru yola çıktık. “türkçe bilmiyorum ki, okula nasıl gideceğim” diye düşünüyordum. babamın çok fazla parası da yoktu. okula gitmek yerine bir fabrikaya girdim. artık işçiydim.
yıllar geçti. ayten’i tanıdım. hala işçiydim, hayat hala zordu. evlendik ve üç çocuğumuz oldu. çocukların hepsi güzel olur da, nedense en küçük olan hep daha farklı bir yere konur ya, işte bizim ufaklık da bir başkaydı. daha annesinin karnındayken bile rahat durmuyordu. benim diyen forvet öyle tekme yememiştir, ayten’in yediği kadar. yani 9 ay boyunca bir hakem olsa yanımızda, her gün çift sarıdan kırmızıyı yerdi. “bak hanım, senin oğlun bu gidişle futbolcu olur” demiştim.
ayten’i doğum için ssk’ya götürdüm. bembeyaz tenli, renkli gözlü, 4 kilodan ağır bir bebek olarak dünyaya geldi. ayten de yediği tüm tekmeleri unuttu gitti.
okul çağı gelince, okula gönderdik ama aklı fikri topta. ben de gençken futbol oynadım ama bu bir başka. gözü futbol topundan başka hiçbir şey görmüyor. mahalle arasında futbol oynuyor, gürültüden dolayı komşulardan hep şikayet alıyoruz. mahallenin gençlerinin oluşturduğu bir futbol takımı varmış. gitmiş o kulübe girmiş. akşam eve geliyorum, oğlan kanter içinde, su gibi olmuş, sobanın yanında ısınıyor. annesi tuvalette çamurlu ayakkabılarını yıkıyor. diğer çocuklarıma bakıyorum, hep ders çalışıyorlar. bu daha kitaplarının kapağını açmamış. kitaplar kullanılmadığı için öylesine yeni gibi duruyor ki, her senenin sonunda o kitapları satıp, kendisine harçlık yapıyor.
10 yaşına gelince tutturdu beni seçmelere götürün diye. ayten ona zaten hiç kıyamaz. o ne isterse yapar. ertesi gün dolmuşa binip, şehrin süper ligde oynayan takımının seçmelerine gittiler. annesi anlattı, binlerce çocuk varmış. onların arasından bizimkini seçmişler.
-ismail görmeliydin halini. dolmuşa bindik eve geri dönüyoruz, sevinçten yerinde duramıyordu. “anneciğim sana söz veriyorum. seni saraylarda yaşatacağım” dedi bana.
-altyapıda para da vermiyorlar. nasıl göndereceğiz, forması, eşofmanı, dolmuş parası.
-ses etme ismail. allah büyük, yaparız birşeyler.
benden gizli gizli annesiyle gidip, taksitle krampon almışlar. ev ile antrenman yapılan yer arası 10 km mesafe var. hergün yürüyerek gidiyor. soğukta elleri, yüzü morarmış biçimde geri geliyor. çocuk sıcak bir banyo yapacak, tüp bitecek diye şofbeni bile açmıyorlar. diğer taraftan, ebru ile engin’in dershanelerine para yetiştirmeye çalışıyoruz. ayten her akşam, onun kıyafetlerini yıkayıp, sobanın yanında kurutuyor ki, sabaha hazır olsun. bu çile 5 sene boyunca sürdü.
erkek lisesi’ne giderken bir gün tarih öğretmeni annesini çağırdı. “hanımefendi, bu çocuğun kafası boş, bundan birşey olmaz” dedi. hepimiz biliyorduk onun futboldan başka hiçbir şeye ilgisinin olmadığını. zaten o yılın sonunda ilk profesyonel imzasını da attı. 100 milyon lira verdiler. 10 lirasını cebine koymuş, 90 lirasını annesine vermiş. ayten de gitmiş, 90 lirayla oğlu güçlensin, toplara daha iyi vursun diye et almış, muz almış. nerede pahalı şey var, gidip almış, gelmiş mübarek.
bir süre sonra ankara’dan transfer teklifi geldi. annesi ağladı etti ama kendisiyle aynı kulüpteki iki arkadaşıyla birlikte ankara’ya gittiler. daha 16 yaşındaydı. iki arkadaşı yapamamışlar dönmüşler. bizimki her akşam yorganın altına girip, anneciğim, babacığım diye ağlıyormuş. annesiyle telefonda konuşmuş. annesi “istersen dön yavrum” demiş. “sizin için kalıyorum. para kazanmam, sizi rahat yaşatmam lazım” diye cevap vermiş.
o sene 2 milyar para kazandı. hepsini bize gönderdi. tıpkı öldüğü güne kadar yaptığı gibi. ve bugün, sahip olduğumuz herşeyi ona borçluyuz. en son aldığı arabayı bile annesinin üzerine yapmış. evladın hayırlısını yetiştirmişiz.
o gidiyorum dediğinde 26 yaşındaydı. onu transferin son günü, cennete transfer ettik.
umarım oralarda bir yerlerde, taksitle krampon satılıyordur.
-ediz bahtiyaroğlu'nun babası ismail bahtiyaroğlu
https://www.youtube.com/watch?v=JHNgAwewo60
--- alıntı ---
babam gidiyoruz dediğinde 13 yaşındaydım.
evim diye bildiğim toprakları bırakıp, türkiye’ye doğru yola çıktık. “türkçe bilmiyorum ki, okula nasıl gideceğim” diye düşünüyordum. babamın çok fazla parası da yoktu. okula gitmek yerine bir fabrikaya girdim. artık işçiydim.
yıllar geçti. ayten’i tanıdım. hala işçiydim, hayat hala zordu. evlendik ve üç çocuğumuz oldu. çocukların hepsi güzel olur da, nedense en küçük olan hep daha farklı bir yere konur ya, işte bizim ufaklık da bir başkaydı. daha annesinin karnındayken bile rahat durmuyordu. benim diyen forvet öyle tekme yememiştir, ayten’in yediği kadar. yani 9 ay boyunca bir hakem olsa yanımızda, her gün çift sarıdan kırmızıyı yerdi. “bak hanım, senin oğlun bu gidişle futbolcu olur” demiştim.
ayten’i doğum için ssk’ya götürdüm. bembeyaz tenli, renkli gözlü, 4 kilodan ağır bir bebek olarak dünyaya geldi. ayten de yediği tüm tekmeleri unuttu gitti.
okul çağı gelince, okula gönderdik ama aklı fikri topta. ben de gençken futbol oynadım ama bu bir başka. gözü futbol topundan başka hiçbir şey görmüyor. mahalle arasında futbol oynuyor, gürültüden dolayı komşulardan hep şikayet alıyoruz. mahallenin gençlerinin oluşturduğu bir futbol takımı varmış. gitmiş o kulübe girmiş. akşam eve geliyorum, oğlan kanter içinde, su gibi olmuş, sobanın yanında ısınıyor. annesi tuvalette çamurlu ayakkabılarını yıkıyor. diğer çocuklarıma bakıyorum, hep ders çalışıyorlar. bu daha kitaplarının kapağını açmamış. kitaplar kullanılmadığı için öylesine yeni gibi duruyor ki, her senenin sonunda o kitapları satıp, kendisine harçlık yapıyor.
10 yaşına gelince tutturdu beni seçmelere götürün diye. ayten ona zaten hiç kıyamaz. o ne isterse yapar. ertesi gün dolmuşa binip, şehrin süper ligde oynayan takımının seçmelerine gittiler. annesi anlattı, binlerce çocuk varmış. onların arasından bizimkini seçmişler.
-ismail görmeliydin halini. dolmuşa bindik eve geri dönüyoruz, sevinçten yerinde duramıyordu. “anneciğim sana söz veriyorum. seni saraylarda yaşatacağım” dedi bana.
-altyapıda para da vermiyorlar. nasıl göndereceğiz, forması, eşofmanı, dolmuş parası.
-ses etme ismail. allah büyük, yaparız birşeyler.
benden gizli gizli annesiyle gidip, taksitle krampon almışlar. ev ile antrenman yapılan yer arası 10 km mesafe var. hergün yürüyerek gidiyor. soğukta elleri, yüzü morarmış biçimde geri geliyor. çocuk sıcak bir banyo yapacak, tüp bitecek diye şofbeni bile açmıyorlar. diğer taraftan, ebru ile engin’in dershanelerine para yetiştirmeye çalışıyoruz. ayten her akşam, onun kıyafetlerini yıkayıp, sobanın yanında kurutuyor ki, sabaha hazır olsun. bu çile 5 sene boyunca sürdü.
erkek lisesi’ne giderken bir gün tarih öğretmeni annesini çağırdı. “hanımefendi, bu çocuğun kafası boş, bundan birşey olmaz” dedi. hepimiz biliyorduk onun futboldan başka hiçbir şeye ilgisinin olmadığını. zaten o yılın sonunda ilk profesyonel imzasını da attı. 100 milyon lira verdiler. 10 lirasını cebine koymuş, 90 lirasını annesine vermiş. ayten de gitmiş, 90 lirayla oğlu güçlensin, toplara daha iyi vursun diye et almış, muz almış. nerede pahalı şey var, gidip almış, gelmiş mübarek.
bir süre sonra ankara’dan transfer teklifi geldi. annesi ağladı etti ama kendisiyle aynı kulüpteki iki arkadaşıyla birlikte ankara’ya gittiler. daha 16 yaşındaydı. iki arkadaşı yapamamışlar dönmüşler. bizimki her akşam yorganın altına girip, anneciğim, babacığım diye ağlıyormuş. annesiyle telefonda konuşmuş. annesi “istersen dön yavrum” demiş. “sizin için kalıyorum. para kazanmam, sizi rahat yaşatmam lazım” diye cevap vermiş.
o sene 2 milyar para kazandı. hepsini bize gönderdi. tıpkı öldüğü güne kadar yaptığı gibi. ve bugün, sahip olduğumuz herşeyi ona borçluyuz. en son aldığı arabayı bile annesinin üzerine yapmış. evladın hayırlısını yetiştirmişiz.
o gidiyorum dediğinde 26 yaşındaydı. onu transferin son günü, cennete transfer ettik.
umarım oralarda bir yerlerde, taksitle krampon satılıyordur.
-ediz bahtiyaroğlu'nun babası ismail bahtiyaroğlu
https://www.youtube.com/watch?v=JHNgAwewo60
--- alıntı ---