31688
çocukluğum lagos’ta geçti. onitsha’da doğduktan sonra okula lagos’ta gitmeye başlamıştım, o yıllara ait güzel anılarımı bu kentte yaşadım, arkadaşlıklarımı orada edindim. okuldan sonra, hafta sonlarında arkadaşlarımla futbol oynamak en büyük zevkimizdi. küçüktük, hayatla ilgili endişemiz yoktu. yaşadığımız her andan, futbol oynamadığımız her günden keyif alıyorduk. tek amacımız, sokakta oynayarak futbolun tadını çıkarmaya çalışmaktı. 2010 yılında aspire akademisi, nijerya’ya geldi. aslında her yıl düzenli olarak, potansiyel sahibi çocukları bünyelerine katmak amacıyla afrika ülkelerini dolaşırlardı. bu, bizim gibi çocuklar için de fırsattı. program şu şekildeydi; nijerya’da tüm ülke genelinden 50 futbolcu seçilecek, üç gün boyunca lagos’ta kampa girilecekti. daha sonra da bu 50 çocuk arasından üçü, akademi bünyesine katılacaktı. ben de seçmelerde yer aldım; o zamanlar da yetenekli bir çocuktum ama sadece yetenekli olmanız, akademi’ye seçilmek için yeterli değildi. şanslı da olmanız lazımdı. ben şanslıydım, seçildim. tabii ki tüm ailem, arkadaşlarım çok mutlu oldu.
henüz 12-13 yaşında onlarca çocuk, nijerya ulusal stadyum’da oynuyorduk. bu tarif edilmesi pek kolay bir duygu değil; çünkü herkesin hayali ortaktı. kesinlikle futbolcu olmak istiyorduk, herkes aynı hayalin peşinden koşuyordu. diğer yandan herkesin bu hayali gerçekleştirmesinin mümkün olmadığı da açıktı. aslında orada iki ayrı grup vardı, nijerya’da ekonomik anlamda durumu biraz daha iyi olan ailelerin çocukları, bazı şeylere erken ulaştıklarından bir şeyleri başardıklarını düşünerek bu kararlılıktan biraz daha uzaklardı. ama benim gibi çocuklar, bu oyunun peşinden gitmek için daha büyük bir kararlılığa sahipti. çok çabalamamız, durmadan çalışmamız gerektiğini biliyorduk. stadyum her zaman kalabalık sayılırdı; çünkü hafta sonu herkesin en büyük keyfi, stadyuma gelerek futbol oynamak veya futbol oynayan çocukları izlemekti. akademi temsilcilerinin o gün orada olduğunu bilmiyordum; ama onlar, bizim grubumuzun antrenmanını izledikten sonra antrenörümüzle bir maç organize etme konusunda anlaşmışlardı. aspire akademisi’ne karşı bizim takım. maç yapıldı, ben de bir gol attım ve beni seçtiler.
çocukluğum özellikle ekonomik anlamda sıkıntılarla geçti. ama şanslıydım çünkü ailem beni futbol oynamam konusunda sürekli olarak destekledi. ekonomi, afrika’nın geneli için çok büyük bir problem. okuldan gelirsiniz, futbol oynamak için antrenmana gitmek istersiniz; ama o antrenmanı yapacak yeterli ekipmana sahip değilsinizdir ya da gideceğiniz idman sahası için yeterli paranız yoktur. o zaman anlayış da farklıydı. futbol, şimdi aileler için bir umut. ama geçmişte aileler çocuklarının daha çok okula gitmelerini ve avukat ya da doktor olmalarını istiyordu. benim en büyük şansım ailemin tüm zor koşullar altında beni futbol oynamam için desteklemesiydi. annem sürekli olarak beni destekledi. buraya gelmemdeki gizli kahramanın o olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. çünkü babam, meşgul bir insandı. bizler için uğraşıyor, daha rahat bir yaşama sahip olmamız adına yoğun bir şekilde çalışıyordu tabii ki. ama annem en başından beri benim arkamda durdu; her antrenmanımda, her maçımda yanımda oldu ve şunu söyleyebilirim ki, benim futbolcu olmamı sağladı.
akademi’de beş yıl geçirdim, bu süre içinde benim için her şey eğitim ve futboldu. akademi’nin düzenlediği turlar çerçevesinde barcelona, real madrid, paris saint-germain ve birçok büyük kulübün altyapı düzeyindeki takımlarına karşı oynama fırsatı bulduk. yeni kültürler gördük, arkadaşlar edindik, avrupa’daki futbol hakkında fikir sahibi olduk. akademi, ayrıca büyük kulüpleri katar’a davet ederek tecrübe kazanmamız adına turnuvalar organize ediyordu. akademi’nin temel amacı, bize 18 yaşına kadar olabildiğince forma şansı verip, maç tecrübesi katarak her birimizi belçika’daki eupen takımına hazırlamaktı. ilk rota orasıydı; çünkü akademi, eupen kulübünün sahibiydi. aslında hepimizin, aynı anda eupen’de oynayamayacağımızın farkındaydık; çünkü akademi’de her yaş kategorisinde 17 oyuncu ve üç kaleci bulunuyordu. ve her sene 1994 doğumlular, 1995 doğumlular, 1996 doğumlular derken sıra benim de yer aldığım 1997 doğumlulara gelecekti. bizim yaş grubumuzda da 17 oyuncu ve iki kaleci vardı. o sınıftan benimle birlikte arkadaşım eric [ocansey, ganalı forvet, hâlâ eupen’de oynuyor], eupen’e gitti. tabii bu bizim için çok büyük bir adımdı.
eupen, o zaman ikinci ligde oynuyordu ve belçika’ya gittikten sonra yaklaşık altı ay forma şansı bulamadım. önümde jeffren suarez ve luis garcia gibi tecrübeli, ispanyol oyuncular vardı. ama çalışmaya devam etmem gerektiğini biliyordum. ocak 2016’da antrenörümüz yanıma geldi ve bana şans vereceğini söyledi. bizler de adım adım çalışarak takımın birinci lige çıkmasını sağladık. tabii bu herkes için mutluluk vericiydi. çünkü her şey yolunda gitmişti. fakat ikinci ligden birinci lige yükselmenin adaptasyon anlamında sancılı bir süreç yaşatacağının da bilincindeydik. bir gün antrenörümüz bana benim pozisyonumu değiştireceğini söyledi. ben akademi’de, ‘dokuz numara’ olarak oynamış, tüm eğitimimi o pozisyon üzerinden almıştım. ancak eupen, yeni bir forvet oyuncusu transfer etmeyi düşünüyordu. benden de sol kanatta yararlanmak istenildiği söylendi. başta zordu; daha önce sol açık olarak oynamıştım ama düzenli bir şekilde o bölgede performans vermek ile oyun içinde geçiş yapmak arasında büyük farklılıklar vardı. çok çalışarak, bana verilen eğitimi iyi gözlemleyerek, öğretilenleri uygulayarak, kaptan luis garcia’nın tavsiyeleri, teknik direktörün desteği ile o bölgeye alıştım. sol kanat olarak oynadığım dördüncü maçta ilk golümü attıktan sonrası da daha kolaydı.
uefa avrupa ligi için play-off oynama hakkı elde etmiştik. tabii ben de bu kadar genç bir oyuncu olarak 22 gol attığım için farklı hissediyordum; ama bunu tek başına başarmadığımı biliyordum. kaptanımız ve o zamanki teknik direktörümüz jordi condom bana çok büyük destek verdi. condom, beni sürekli kollayan bir ağabey gibiydi. her hafta beni odasına çağırır ve yapmam gerekenleri bir baba sıcaklığı ile anlatırdı. bir gol kaçırdıysam o pozisyonda ne yapmam gerektiği konusunda bana tavsiyelerde bulunurdu. eğer bana sesini yükseltir ve konuyu daha farklı bir tonda anlatsa dahi, bunu benim iyiliğim için istediğini bilirdim. o sezon, 2016-2017 sezonu, gent’e karşı attığım gol benim için çok anlamlıydı. şubat ayıydı (11 şubat 2017), maçın son anlarına yaklaşılmıştı. bizim adımıza var olma maçıydı; çünkü kaybetmemiz hâlinde düşme tehlikesi yaşayacaktık. kazanmamız gerekiyordu. maçın tek golünü, 90+6. dakikada ben attım. inanılmaz bir duyguydu. maçın bitiminin ardından sevinç ve gözyaşları aynı anda yaşanır olmuştu. o golün benim hayatımdaki yeri hâlâ farklıdır.
belçika’dayken galatasaray bildiğim bir kulüptü. zaman zaman galatasaray’ın oynadığı büyük maçları izlediğim de olmuştu. eupen’de türk arkadaşlarım da vardı. galatasaray taraftarının ne kadar muhteşem olduğunu biliyordum gelmeden önce de. hatta bir gün belçika’da bir kebapçıya gitmiştim, çok gençtim. orada bir adam bana, “senin gelecekte, benim takımım galatasaray’da oynamanı çok isterim” demişti. o bu dileğini, “inşallah” diyerek söylediğinden benim de ona cevabım aynı şekilde olmuştu. galatasaray’a geldikten sonra bana mesaj atarak başarılar diledi. ben de çok mutlu oldum, o günü hatırlayarak. umarım belçika’ya gittiğimde onu tekrar görür ve kendisiyle sohbet ederim.
ben uzun bir rehabilitasyon döneminden çıkmıştım. menajerim, mental anlamda da kendime geldiğimi görmüştü. bana türkiye’den teklif olduğunu söyledi, yeniden sahalara dönmek için hazır olup olmadığımı sordu. ben de ona hazır olduğumu söyledim. teklifin galatasaray’dan olduğunu ifade etti ve bu teklifin benim için güzel bir adım, sıçrama tahtası olabileceğini söyledi. benim düşündüğüm ilk şey taraftarlar ve teknik direktör oldu. fatih terim gibi tecrübeli, genç oyunculara önem veren ve kendisinden çok şey öğrenebileceğim bir teknik direktörle çalışmanın önemli olacağını düşündüm. ayrıca tercih ettiği futbol stili ve oyun anlayışı da benim tarzıma uygundu. fatih terim, buradaki herkes için bir baba gibi. tüm bu etkenleri düşünerek bundesliga ve avrupa’nın diğer büyük liglerinden teklifler olmasına rağmen galatasaray’ı seçtim.
fatih terim buradaki herkes için bir baba figürü. buraya ilk geldiğim anda antrenmanı durdurdu ve beni işaret edip herkesle tanıştırdı. tüm takım arkadaşlarım da beni alkışlarla karşılayarak bana çok sıcak bir anlayış içerisinde bulundular. geldiğim andan itibaren sanki daha önce buradaymışım gibi hissettim. adaptasyon sorununu aşmak ve buraya alışmak bu sayede benim için çok kolay oldu.
oyun tarzımız tam da benim oynamak istediğim, kendimi en faydalı hissettiğim tarz. çünkü anderlecht’te zaman zaman üçlü savunmanın önünde sol kanadın tamamını koruyan bir bek gibi oynuyordum. hem atak yapıyordum hem de geriye dönmek zorunda kalıyordum. benim için zordu. ama burada fatih terim benden oyunumu oynamamı, bire birlerimi kullanmamı, inisiyatif almamı istiyor. bana güven veriyor, bu bütün oyuncuların istediği ve hissettiği bir şey. teknik direktörünüzün size inanması, güvenmesi; sizin de onun için bir şeyler yapabileceğinizi hissetmeniz çok önemli. sadece o değil takım arkadaşlarım olmadan da bunları yapamam. herkes bana yardım ediyor.
fizik olarak geldiğimde de çok kötü değildim. evde çalışıyordum, bazı maçlar yapma fırsatım olmuştu; ama yüzde yüz de değildim doğrusu. buraya geldim ve adım adım ilerliyorum. fatih terim de bana zaten hep yavaş yavaş ve adım adım ilerlememi, acele etmememi söylüyor.
formamın arkasında henry yazmasını tercih ettim; çünkü dediğiniz gibi benim idolüm o. thierry henry’yi nijerya’dayken dahi zaman bulduğumda şehre inip, televizyondan izlemeye çalışırdım. belçika’da maçlara sürekli onun videolarını izleyerek çıkardım. o benim için bir rol model. hâlâ telefonumda onu videoları var. belçika’da lig organizasyonu, beni [thierry henry, belçika milli takımı yardımcı antrenörü] kendisiyle buluşturmak istedi; ancak uygun bir takvim bulamadık. umarım bir gün onunla tanışıp, sohbet ederim. ve evet, burada da formamın arkasında “henry” yazacak.
henry onyekuru
henüz 12-13 yaşında onlarca çocuk, nijerya ulusal stadyum’da oynuyorduk. bu tarif edilmesi pek kolay bir duygu değil; çünkü herkesin hayali ortaktı. kesinlikle futbolcu olmak istiyorduk, herkes aynı hayalin peşinden koşuyordu. diğer yandan herkesin bu hayali gerçekleştirmesinin mümkün olmadığı da açıktı. aslında orada iki ayrı grup vardı, nijerya’da ekonomik anlamda durumu biraz daha iyi olan ailelerin çocukları, bazı şeylere erken ulaştıklarından bir şeyleri başardıklarını düşünerek bu kararlılıktan biraz daha uzaklardı. ama benim gibi çocuklar, bu oyunun peşinden gitmek için daha büyük bir kararlılığa sahipti. çok çabalamamız, durmadan çalışmamız gerektiğini biliyorduk. stadyum her zaman kalabalık sayılırdı; çünkü hafta sonu herkesin en büyük keyfi, stadyuma gelerek futbol oynamak veya futbol oynayan çocukları izlemekti. akademi temsilcilerinin o gün orada olduğunu bilmiyordum; ama onlar, bizim grubumuzun antrenmanını izledikten sonra antrenörümüzle bir maç organize etme konusunda anlaşmışlardı. aspire akademisi’ne karşı bizim takım. maç yapıldı, ben de bir gol attım ve beni seçtiler.
çocukluğum özellikle ekonomik anlamda sıkıntılarla geçti. ama şanslıydım çünkü ailem beni futbol oynamam konusunda sürekli olarak destekledi. ekonomi, afrika’nın geneli için çok büyük bir problem. okuldan gelirsiniz, futbol oynamak için antrenmana gitmek istersiniz; ama o antrenmanı yapacak yeterli ekipmana sahip değilsinizdir ya da gideceğiniz idman sahası için yeterli paranız yoktur. o zaman anlayış da farklıydı. futbol, şimdi aileler için bir umut. ama geçmişte aileler çocuklarının daha çok okula gitmelerini ve avukat ya da doktor olmalarını istiyordu. benim en büyük şansım ailemin tüm zor koşullar altında beni futbol oynamam için desteklemesiydi. annem sürekli olarak beni destekledi. buraya gelmemdeki gizli kahramanın o olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. çünkü babam, meşgul bir insandı. bizler için uğraşıyor, daha rahat bir yaşama sahip olmamız adına yoğun bir şekilde çalışıyordu tabii ki. ama annem en başından beri benim arkamda durdu; her antrenmanımda, her maçımda yanımda oldu ve şunu söyleyebilirim ki, benim futbolcu olmamı sağladı.
akademi’de beş yıl geçirdim, bu süre içinde benim için her şey eğitim ve futboldu. akademi’nin düzenlediği turlar çerçevesinde barcelona, real madrid, paris saint-germain ve birçok büyük kulübün altyapı düzeyindeki takımlarına karşı oynama fırsatı bulduk. yeni kültürler gördük, arkadaşlar edindik, avrupa’daki futbol hakkında fikir sahibi olduk. akademi, ayrıca büyük kulüpleri katar’a davet ederek tecrübe kazanmamız adına turnuvalar organize ediyordu. akademi’nin temel amacı, bize 18 yaşına kadar olabildiğince forma şansı verip, maç tecrübesi katarak her birimizi belçika’daki eupen takımına hazırlamaktı. ilk rota orasıydı; çünkü akademi, eupen kulübünün sahibiydi. aslında hepimizin, aynı anda eupen’de oynayamayacağımızın farkındaydık; çünkü akademi’de her yaş kategorisinde 17 oyuncu ve üç kaleci bulunuyordu. ve her sene 1994 doğumlular, 1995 doğumlular, 1996 doğumlular derken sıra benim de yer aldığım 1997 doğumlulara gelecekti. bizim yaş grubumuzda da 17 oyuncu ve iki kaleci vardı. o sınıftan benimle birlikte arkadaşım eric [ocansey, ganalı forvet, hâlâ eupen’de oynuyor], eupen’e gitti. tabii bu bizim için çok büyük bir adımdı.
eupen, o zaman ikinci ligde oynuyordu ve belçika’ya gittikten sonra yaklaşık altı ay forma şansı bulamadım. önümde jeffren suarez ve luis garcia gibi tecrübeli, ispanyol oyuncular vardı. ama çalışmaya devam etmem gerektiğini biliyordum. ocak 2016’da antrenörümüz yanıma geldi ve bana şans vereceğini söyledi. bizler de adım adım çalışarak takımın birinci lige çıkmasını sağladık. tabii bu herkes için mutluluk vericiydi. çünkü her şey yolunda gitmişti. fakat ikinci ligden birinci lige yükselmenin adaptasyon anlamında sancılı bir süreç yaşatacağının da bilincindeydik. bir gün antrenörümüz bana benim pozisyonumu değiştireceğini söyledi. ben akademi’de, ‘dokuz numara’ olarak oynamış, tüm eğitimimi o pozisyon üzerinden almıştım. ancak eupen, yeni bir forvet oyuncusu transfer etmeyi düşünüyordu. benden de sol kanatta yararlanmak istenildiği söylendi. başta zordu; daha önce sol açık olarak oynamıştım ama düzenli bir şekilde o bölgede performans vermek ile oyun içinde geçiş yapmak arasında büyük farklılıklar vardı. çok çalışarak, bana verilen eğitimi iyi gözlemleyerek, öğretilenleri uygulayarak, kaptan luis garcia’nın tavsiyeleri, teknik direktörün desteği ile o bölgeye alıştım. sol kanat olarak oynadığım dördüncü maçta ilk golümü attıktan sonrası da daha kolaydı.
uefa avrupa ligi için play-off oynama hakkı elde etmiştik. tabii ben de bu kadar genç bir oyuncu olarak 22 gol attığım için farklı hissediyordum; ama bunu tek başına başarmadığımı biliyordum. kaptanımız ve o zamanki teknik direktörümüz jordi condom bana çok büyük destek verdi. condom, beni sürekli kollayan bir ağabey gibiydi. her hafta beni odasına çağırır ve yapmam gerekenleri bir baba sıcaklığı ile anlatırdı. bir gol kaçırdıysam o pozisyonda ne yapmam gerektiği konusunda bana tavsiyelerde bulunurdu. eğer bana sesini yükseltir ve konuyu daha farklı bir tonda anlatsa dahi, bunu benim iyiliğim için istediğini bilirdim. o sezon, 2016-2017 sezonu, gent’e karşı attığım gol benim için çok anlamlıydı. şubat ayıydı (11 şubat 2017), maçın son anlarına yaklaşılmıştı. bizim adımıza var olma maçıydı; çünkü kaybetmemiz hâlinde düşme tehlikesi yaşayacaktık. kazanmamız gerekiyordu. maçın tek golünü, 90+6. dakikada ben attım. inanılmaz bir duyguydu. maçın bitiminin ardından sevinç ve gözyaşları aynı anda yaşanır olmuştu. o golün benim hayatımdaki yeri hâlâ farklıdır.
belçika’dayken galatasaray bildiğim bir kulüptü. zaman zaman galatasaray’ın oynadığı büyük maçları izlediğim de olmuştu. eupen’de türk arkadaşlarım da vardı. galatasaray taraftarının ne kadar muhteşem olduğunu biliyordum gelmeden önce de. hatta bir gün belçika’da bir kebapçıya gitmiştim, çok gençtim. orada bir adam bana, “senin gelecekte, benim takımım galatasaray’da oynamanı çok isterim” demişti. o bu dileğini, “inşallah” diyerek söylediğinden benim de ona cevabım aynı şekilde olmuştu. galatasaray’a geldikten sonra bana mesaj atarak başarılar diledi. ben de çok mutlu oldum, o günü hatırlayarak. umarım belçika’ya gittiğimde onu tekrar görür ve kendisiyle sohbet ederim.
ben uzun bir rehabilitasyon döneminden çıkmıştım. menajerim, mental anlamda da kendime geldiğimi görmüştü. bana türkiye’den teklif olduğunu söyledi, yeniden sahalara dönmek için hazır olup olmadığımı sordu. ben de ona hazır olduğumu söyledim. teklifin galatasaray’dan olduğunu ifade etti ve bu teklifin benim için güzel bir adım, sıçrama tahtası olabileceğini söyledi. benim düşündüğüm ilk şey taraftarlar ve teknik direktör oldu. fatih terim gibi tecrübeli, genç oyunculara önem veren ve kendisinden çok şey öğrenebileceğim bir teknik direktörle çalışmanın önemli olacağını düşündüm. ayrıca tercih ettiği futbol stili ve oyun anlayışı da benim tarzıma uygundu. fatih terim, buradaki herkes için bir baba gibi. tüm bu etkenleri düşünerek bundesliga ve avrupa’nın diğer büyük liglerinden teklifler olmasına rağmen galatasaray’ı seçtim.
fatih terim buradaki herkes için bir baba figürü. buraya ilk geldiğim anda antrenmanı durdurdu ve beni işaret edip herkesle tanıştırdı. tüm takım arkadaşlarım da beni alkışlarla karşılayarak bana çok sıcak bir anlayış içerisinde bulundular. geldiğim andan itibaren sanki daha önce buradaymışım gibi hissettim. adaptasyon sorununu aşmak ve buraya alışmak bu sayede benim için çok kolay oldu.
oyun tarzımız tam da benim oynamak istediğim, kendimi en faydalı hissettiğim tarz. çünkü anderlecht’te zaman zaman üçlü savunmanın önünde sol kanadın tamamını koruyan bir bek gibi oynuyordum. hem atak yapıyordum hem de geriye dönmek zorunda kalıyordum. benim için zordu. ama burada fatih terim benden oyunumu oynamamı, bire birlerimi kullanmamı, inisiyatif almamı istiyor. bana güven veriyor, bu bütün oyuncuların istediği ve hissettiği bir şey. teknik direktörünüzün size inanması, güvenmesi; sizin de onun için bir şeyler yapabileceğinizi hissetmeniz çok önemli. sadece o değil takım arkadaşlarım olmadan da bunları yapamam. herkes bana yardım ediyor.
fizik olarak geldiğimde de çok kötü değildim. evde çalışıyordum, bazı maçlar yapma fırsatım olmuştu; ama yüzde yüz de değildim doğrusu. buraya geldim ve adım adım ilerliyorum. fatih terim de bana zaten hep yavaş yavaş ve adım adım ilerlememi, acele etmememi söylüyor.
formamın arkasında henry yazmasını tercih ettim; çünkü dediğiniz gibi benim idolüm o. thierry henry’yi nijerya’dayken dahi zaman bulduğumda şehre inip, televizyondan izlemeye çalışırdım. belçika’da maçlara sürekli onun videolarını izleyerek çıkardım. o benim için bir rol model. hâlâ telefonumda onu videoları var. belçika’da lig organizasyonu, beni [thierry henry, belçika milli takımı yardımcı antrenörü] kendisiyle buluşturmak istedi; ancak uygun bir takvim bulamadık. umarım bir gün onunla tanışıp, sohbet ederim. ve evet, burada da formamın arkasında “henry” yazacak.
henry onyekuru