5596
tuttuğum, desteklediğim, renklerine bayıldığım ve tarihine hayranlık duyduğum takımım. bir çok branşta ilkleri ve enleri gerçekleştirmiş türkiye'nin en büyük spor camiası.
şu aralar o kadar büyük bir finansal krizle başbaşadır ki hepimiz eli kolu bağlı bir şekilde önümüzdeki sezon neler olup biteceğini merakla bekliyoruz. sorunu açık “doğru yönetilmemek” ama bunu düzeltecek iradesi var mı hep birlikte göreceğiz. aslında doğru yönetilmemek türkiye'nin 60 küsur senedir yaşadığı bir durum. doğruları bozup kendi yolu en doğru yolmuş gibi benimsemek, eleştirilere açık olmamak, koltukta kalmak için temel ilkelerden sapmak, “ben yaptım, oldu” deyip gösteriş yapmak bir yönetici klasiğidir bu topraklarda. bu bozukluklar 1959'da profesyonelleşen futbolumuzda da bir hayli mevcut. düzeltilememesini, öncelikle yavaş yavaş gelişen kulüplerin kibirli davranıp birbirilerine ve diğerlerine karşı oluşturduğu düşmanlıklarda, daha sonra düzeni kendi lehine olsun diye organize etmelerinde ve son olarak buna sessiz kalan çıkarcı düzenin yöneticilerinde görebilirsiniz. tüm halkaları birbirine bağladığınızda da en tepelere doğru çıkarsınız, yani politika üretenlere.
politika üreticilerinin kullandığı dil, yönetim biçimleri ve propagandaları bilinçli veya bilinçsiz (genelde bilinçli) kurumlar veya kişilerin bir yerde belleklerine işlenir. nitekim o propagandalar kurumlardan zihinlerinize hatta parmaklarınızın uçlarına kadar işlenmiş vaziyette. o dili (en azından ufak bir kırıntısını), bilincinizin bir yerlerinden çağırıp evinizdeki, cafelerdeki, pastanelerdeki, meyhanelerdeki, iş yerinizdeki tartışma ortamlarında kullanıyorsunuz. bu mekanlar da artık sosyal medya olarak evrildi. durum oldukça doğal çünkü çevreniz arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız, aileniz ile sınırlanmıyor artık. son zamanlarda ise üslup durumu biraz daha hardcore durumda zira kazananların dili karşıt görüşlere karşı oldukça aşağılayıcı, yardımcı olmak isteyenlere karşı ise “sus ne bilirsin sen!” tarzda. mesela ben, herhangi bir sözlükte günde 100 entry okuyorsam 95'inden, 60 tweet okuyorsam 50'sinden tiksiniyorum. çünkü genelde algoritma şu; bir şeyi beğenmiyorsan yakın zamandan kendine kötü-çirkin gelen bir şeyle eşleştir o şeye oradan giydir, altına gelen negatif yorumlara giydirmeye devam et sonra hepsini bir arada topla sana daha çirkin-kötü gelen bir şeyle birleştir ifşa et ve follower kazan. kazanamasan da tebrikler! hayatında ilk defa tanımadığın birileri tarafından ciddiye alındın! günde 20 tane daha bundan yapsan güzel pohpohlarsın kendini! tartmak, altını üstünü enini boyunu araştırmak, konu hakkında fikir edinmek yok. çünkü ben öyle düşünüyorum, bu doğru ve imkanı yok değişmez tek doğru bu. fikir beyan etmek güzel, özgürce bunu söylemek daha da güzel hatta ciddiye alındığını görmek harika olabilir ancak düşünceler bilgi edindikçe değişebilen, ispatlanabilen ya da yanlış çıkabilen şeylerdir. bu şekilde değişirsiniz ve bu şekilde gerçeğe yaklaşırsınız.
şimdi o follower kazanma durumunu kurumlar seviyesine çıkarın ve yöneticilerini düşünün. yaşamınız boyunca, sporu takip ettiğiniz zaman içerisindeki tüm o yöneticilerin kibirlerini, kullandıkları dilleri, düzene karşılarmış gibi durup aslında kendi propagandalarını yapmalarını, ben yaptımcı davranışlarını, başka fikirleri ezip geçmelerini... sadece kendi kitlelerini etkileyip çıkarı için koltuğa yapışmışken futbol için, spor için pek bir şey yapmadıklarını da aklınıza getirin. yeri geldiğinde haklılar mıydı? tabii haklılardı(!) zira bir camiayı korumaya çalışıyorlardı. ancak çalışırken de bir çok şeyi yıkmıyorlar mıydı? peki ya buna karşı çıkmayan, bu düzene karşı düzgün bir duruş ve çözüm önerileri getirmeyen, icraat yapmayan daha üst kurum yöneticileri? onların bunu benimsemesi de oldukça basit bir mantığa dayanıyor çünkü 3 > diğer tüm kulüpler... 3 kulübü mutlu ederlerse koltukta kalacaklarını düşünürler ama yine de kimse tarafından sevilmezler. pek tabii kapalı kapılar ardında daha da üst kurumların, makamların destekleri sayesinde yaşamlarını sürdürebilirler. sırf aynı dil aynı davranış biçimi sayesinde yapabilirler bunu.
kulübümüzü, biricik galatasarayımızı da bu düzenden fazla uzağa koymayın. o da bunun bir dişlisi o da 59'dan bu yana en büyük aktörü. ancak içsel olarak ele aldığımızda yönetim tarzıyla ufacık da olsa farklılıkları var. galatasaray'da kongre yapılır, seçenler yönetemeyenleri seçer, taraftara beklenti yaratılır bunun sonucunda ilerleyen dönemde de taraftar bu yönetemeyenleri yönetirler. yönetemeyenler de camiayı mı mutlu edeyim taraftarı mı diye çırpınır en sonunda çıktığımız yer yine büyük bir yönetimsizlik sorunu ve borç sarmalıdır. yani şöyle; hangimiz kısa zaman içerisinde sayın özhan canaydın'a, sayın adnan polat'a, sayın ünal aysal'a, sayın duygun yarsuvat'a hatta sayın dursun özbek'e methiyeler düzmedik? neden? ben söyleyeyim nedenini; fikirlerimizi kontrol etmeden, üzerlerinden geçmeden, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan fevri davranarak tepkilerimizi dile getirdik ve bu insanlar da bizim fevriliklerimize ya işin başında ya da bir süre sonra çanak tutmaya başladılar çünkü ya seçimi kazanamayacaklardı ya da koltukları sallantıya girecekti.
“sene sonunda nolursa olsun gönüllerdeki teknik direktörü getireceğim” deyip şampiyon takımın antrenörünü kovmak, acayip acayip menajerlere para yedirmek, kulübün hisselerini zararına satmak, “takım düzenini, sistemini baştan aşağıya değiştireceğiz eski barcelona hocasını bu yüzden getirdik” deyip yamuk yumuk bir takım kurup üstüne parasız kalıp en kritik oyuncunu satmak, istenilen takviyeleri yapmayıp takımı içerden fitilleyenleri bildiği halde susup antrenörünün altını oymalarını beklemek ve sonrasında antrenörüne teneke bağlayıp göndermek, bülent korkmaz, bülent ünder, gheorge hagigibi kulüp efsanelerini taraftara yuhalatmak, şike sürecindeki çıkışıyla taraftarını gaza getirip, şampiyonluklar ve şampiyonlar ligi çeyrek finaliyle “büyük başkan” olup, sürekli “hocamızın arkasındayız. biz istikrardan yanayız o yüzden planlamamızı buna göre kurduk” deyip son 13 senenin en komple galatasaray'ının antrenörünü antrenmanda kovmak, hücum futboluna göre dizayn edilmiş bir takımın başına savunma prensiplerine bağlı bir antrenör getirmek üstüne ona yalanlar söylemek, bazı menajerlere para yedirip 2. - 3. kümelerden adamlar getirmek “hoca istedi” deyip yalanlara yalanlar katlamak, italyan sistemine sağdık başka bir hocayla anlaşıp yaşlı takımın iskeletini değiştirmemek, beceremediğini görüp bırakmak, “boşa harcayacak bir kuruşumuz yok dikkatli olacağız uefa'dan ceza almayacağız” deyip, yaşlı takımı yine değiştirmemek, evlatçılık yapmak, hocanın arkasına sığınmak sonra onu göndermek, altyapı antrenörüne kalmak, bir maçta seni yendi diye garip bir adamı takımın başına getirmek. ha bir de uefa'dan men cezası almak, inanılmaz yaptırımlarla kulübü karşı karşıya bırakmak...
aslında bir üst paragrafı okurken sosyal medyada gazlara gelip, daha yukarıda yazdığım algoritmayı kullanıp kulübe karşı isteklerini fütursuzca, bilmeden düşünmeden yapan bizleri görüyorsunuz. sadece sosyal medya da değil, tribünlerde, florya'da, kulübün kurullarında hep bağrıldı bunlar. doğrudur, insanın düşünceleri değişir, protesto ise en doğal hakkımızdır ama dikkatli okursanız bu değişen düşünceler hep aynı sonuca çıkıyor: nolursa olsun başarı isteği. 2000 yılı sonrasında oluşan talep hep buydu. öncesinde atılan hamleleri hiç bilmeden sadece 17 mayıs 2000akşamı varmış gibi düşündük çoğumuz. haklıydık bir açıdan; yaşam şartları her gün kötüye giderken bir yerlerden arttırdığımız parayla maçlara gidiyorduk, lisanslı ürünler alıyorduk. bunun sonucunda görmek istediğimiz şey, sezon sonu kupa veya kupalar kaldıran bir takımdı. halbuki başarılardan önce çekilen cefaları ne kadar da çabuk unuttuk. kendi sahanda 1 numaralı rakibine karşı alınan 4-0'lık mağlubiyetten sonra antrenörüne sahip çıkıldığını, o kadronun en az 10 senedir belli seviyelerde birlikte oynadığını, 14 sene şampiyonluk göremediğimiz yılların sonunda 2 şampiyonluk bir de kupa 1'de yarı final oynatacak sistemi kazandıracak takımın ve antrenörünün tesislerde basılmasına rağmen yanında durulduğunu hafızlarımızdan sildik.
son yıllarda hayatımıza giren bir çok teknolojik yeniliklerdeki artan hızla hayatın da hızının arttığı bugünlerde her şeyi hemen önümüzde istiyoruz. başarıyı da böyle istiyoruz. çalışmadan çabalamadan ya da araştırmadan bilmeden, sistem kurmadan. sonra da hemen tüketiyoruz. o teknolojiyi kullanıp eski zamanları bir araştırmanızı tavsiye ederim. mesela 14 sene üst üste şampiyon olunamayan o yıllara bir göz atın. göreceğiniz şeyler, iskeleti yaşlanmış takımı bozmadan yapılan garip takviyeler, belirli bölgeleri güçlü belirli bölgeleri aşırı zayıf kalan bir takım ve bu takıma kumaşıyla alakasız antrenörlerin gelip gittiği, bunlar yerine efsanelere sığınılıp onların da istifa etmeleri sağlandığı ya da gönderildiği olacaktır. ne kadar da 2002-2011 ve 2013-2018 arasına benziyor. sonra da durup düşünüyorum hakikaten 2006, 2008ve 2015 şampiyonluklarında ne kadar da şanslıymışız diyorum. takımın alın terini hiçe saymak kesinlikle istemem ama bahsetmek istediğim, günlük başarılarla kendimizi avutuyor oluşumuz. belki de şampiyonluklar için uzun yıllar bekleyecekken yönetime rağmen birleşen oyuncular ve içeride fokurdayan takımın başına getirilen ağabey figürlü bir yönetici sayesinde alınan günlük başarılardan bahsediyoruz. bunların hiç devamı geldi mi? takip eden sezonlardaki avrupa ve lig sıralamalarına bakarsanız cevabı görürsünüz.
2018'e değinirsek de yine geçmişten gelen çarpıklıklar içerisinde alınmış bir şampiyonluk görürüz. yine hocanın ve takımın eforunu bir kenara atmadan tabii. şampiyonluktan mutlu oldum mu? tabii ki de evet. yalnız devamını görmemiz gerekiyor. kurulan kadro belli ki bir seneyi ve bir şampiyonayı kaldırabilecek düzeydeydi. bunun için ödenen bedeller (ve daha önceki günlük başarıların bedelleri) bugün yaptırımlar olarak geri döndü. satmadan oyuncu alamayan bir durumdayız artık. peki o zaman altyapıya dönsünler?! hani fatih terim'in yeniden yapılandırmaya çalıştığı altyapı... altyapıdan yetişen son 11 oyuncularımızın emre çolak ve semih kaya olduğunu, ilk 11'e monte edilmeleri üzerinden 7 sene geçtiğini de unutmayalım. eğer bir altyapı yeniden yapılandırılıyorsa demek ki bunca yıldır kalıcı bir adım atılmamış demektir. bilimsellikten uzak kalınmış, paslandırılmış ve köşeye atılmış demektir. açıkçası üst yapıda da son 25 yıldır kalli ve fatih terim'den başka altyapı diyen teknik adama da denk gelmedim. peki neden kendi değerlerimize dönmedik, neden altyapı ve tecrübeyi harmanlayan teknik adamlara, teknik heyetlere yönelmedik ya da bunları teşvik etmedik? ettiysek de derbi kazanamadı, içeride 5 yedi diye kovduk mu? içeriden çıkarabilecekken yurtiçi veya yurtdışından bize günlük başarı sağlasın diye futbolculuk kariyerleri düşüşte ya da düşüşe geçmekte olan, maksimum 2 sezon fayda alabileceğimiz sporcuları neden transfer ettik? 113 yıllık camianın amiral gemisi futbol nasıl üretememe seviyesine geldi?
cevabı ise şurada; yöneticiler ve taraftarlar o kadar kolay alıştı ki birilerini gönderip her şeyi dağıtmaya, artık twitter'da höt denilse ertesi gün açıklama geliyor. igor tudor'un şubat 2017 ve fatih terim'in aralık 2017'de takımın başına nasıl getirildiklerini hatırlayın. bunun ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz. pazar akşamından * beri bir önceki sezon takımı taşıyan adamı bir maçta gömenleri ve konsensusla gelmiş tek kurtarıcı olarak görünen antrenörün ipinin elinde olduğunu ima edenleri görürken ya da okurken bilgisayarımı camdan aşağıya atasım geliyor. yakın gelecekte kötü sonuçlar gelirse neler olabileceğini de az çok tahmin edebiliyorum.
peki bu ortamı sağlamış olan yönetemeyenlerin yönetmesine neden hala izin veriyoruz? çünkü galatasaray camia olarak kapalı bir kulüp ve üye olmak oldukça zor. içeride inanılmaz oyunlar dönerken (bilgin gökberk'in bizangs yazılarını okumanızı tavsiye ederim) birileri o oyunlardan sıyrılıp ya da o oyunlarla kulübe başkan olurken, kulübün sahibi taraftardır demek çok saçma. bizler kulübün sahibi falan değiliz. anca yöneticilerin koltukları sallantıya girerse, 2 mağlubiyette yaygara koparanların, sırf bir maç iyi oynamadığı diye futbolcu gömenlerin, follower kazanma algoritması kasanların parmaklarının ucundaki propaganda dili o zaman devreye girip yönetenlerin bunları bertaraf edememe kabiliyetsizlikleriyle birleşip bir şeyler yapılıyor. sürekli fanatizme cevap verilip bir düzen kurulamayıp ileride bayatlayacak günlük başarılar sağlanıyor. aklı, fikri ve vicdanı hür galatasaray taraftarı da ekran karşısında ya da tribünlerde her sezon ayrı bir şok yaşıyor. öte yandan içeride ise hesaplaşmalarla kulübün parası çarçur ediliyor. kesilen faturalar da birikip bugün kulübün borcu olarak uefa'nın elinde demokles'in kılıcı gibi duruyor.
bu düzen ne zamana kadar devam edeceğini bilemiyoruz. 60 sezon sonra geldiğimiz yerin çok büyük bir bataklık olduğu daha yeni anlaşıldı. bugünkü yöneticilerin dilinin biraz değişmesinin sebebi de bu bataklığın ortalarında kendilerini bulmalarıdır. aksiyon alabilecekler mi? doğruyu yapabilecekler mi? açıkçası bir an önce yapmaları lazım. galatasaray, follower kazanma algoritmasına göre tweet atanlar ve iç hesaplaşma ya da çıkar peşinde olan genel kurul üyeleri arasında sıkışıp kalmamalı. lise * çok büyük bir kurum ve müthiş bir gelenek. ne yazık ki artık bu camiayı taşıyamıyor. dünya'da spor muntazam derecede profesyonelleşti. dünya'daki büyük ve orta seviyedeki kulüpler şirket gibi yönetilirken uluslararası arenada çıtayı en yüksek seviyelere koymuş galatasaray'ın 25 milyonluk bir güçten yararlanamaması, tüzüğünü değiştirememesi, dönüşememesi, yenilenememesi ve yapı olarak profesyonelleşememesi büyük ayıptır. kulübün geleneklerine uygun şekilde taraftarın yönetimde söz sahibi olduğu tüm branşlarına eşit derecede önem veren, tesislerini, assetlerini çarçur etmeyen bir yapı kurmak artık yapılması gereken tek şeydir. bunlar yapıldıktan sonra da saha içinde 3 mağlubiyetten sonra ne istifa sesleri yükselir ne de kurulmaya çalışılan bir düzen fanatizm yüzünden al aşağı edilir. kurum kişilerle değil yapısıyla ayakta kalır. peki bu düzen bu topraklarda kurulur mu? her ne kadar pesimist olsam da konu galatasaray olunca neden yapılmasın diye düşünüyorum. izleyip göreceğiz.
şu aralar o kadar büyük bir finansal krizle başbaşadır ki hepimiz eli kolu bağlı bir şekilde önümüzdeki sezon neler olup biteceğini merakla bekliyoruz. sorunu açık “doğru yönetilmemek” ama bunu düzeltecek iradesi var mı hep birlikte göreceğiz. aslında doğru yönetilmemek türkiye'nin 60 küsur senedir yaşadığı bir durum. doğruları bozup kendi yolu en doğru yolmuş gibi benimsemek, eleştirilere açık olmamak, koltukta kalmak için temel ilkelerden sapmak, “ben yaptım, oldu” deyip gösteriş yapmak bir yönetici klasiğidir bu topraklarda. bu bozukluklar 1959'da profesyonelleşen futbolumuzda da bir hayli mevcut. düzeltilememesini, öncelikle yavaş yavaş gelişen kulüplerin kibirli davranıp birbirilerine ve diğerlerine karşı oluşturduğu düşmanlıklarda, daha sonra düzeni kendi lehine olsun diye organize etmelerinde ve son olarak buna sessiz kalan çıkarcı düzenin yöneticilerinde görebilirsiniz. tüm halkaları birbirine bağladığınızda da en tepelere doğru çıkarsınız, yani politika üretenlere.
politika üreticilerinin kullandığı dil, yönetim biçimleri ve propagandaları bilinçli veya bilinçsiz (genelde bilinçli) kurumlar veya kişilerin bir yerde belleklerine işlenir. nitekim o propagandalar kurumlardan zihinlerinize hatta parmaklarınızın uçlarına kadar işlenmiş vaziyette. o dili (en azından ufak bir kırıntısını), bilincinizin bir yerlerinden çağırıp evinizdeki, cafelerdeki, pastanelerdeki, meyhanelerdeki, iş yerinizdeki tartışma ortamlarında kullanıyorsunuz. bu mekanlar da artık sosyal medya olarak evrildi. durum oldukça doğal çünkü çevreniz arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız, aileniz ile sınırlanmıyor artık. son zamanlarda ise üslup durumu biraz daha hardcore durumda zira kazananların dili karşıt görüşlere karşı oldukça aşağılayıcı, yardımcı olmak isteyenlere karşı ise “sus ne bilirsin sen!” tarzda. mesela ben, herhangi bir sözlükte günde 100 entry okuyorsam 95'inden, 60 tweet okuyorsam 50'sinden tiksiniyorum. çünkü genelde algoritma şu; bir şeyi beğenmiyorsan yakın zamandan kendine kötü-çirkin gelen bir şeyle eşleştir o şeye oradan giydir, altına gelen negatif yorumlara giydirmeye devam et sonra hepsini bir arada topla sana daha çirkin-kötü gelen bir şeyle birleştir ifşa et ve follower kazan. kazanamasan da tebrikler! hayatında ilk defa tanımadığın birileri tarafından ciddiye alındın! günde 20 tane daha bundan yapsan güzel pohpohlarsın kendini! tartmak, altını üstünü enini boyunu araştırmak, konu hakkında fikir edinmek yok. çünkü ben öyle düşünüyorum, bu doğru ve imkanı yok değişmez tek doğru bu. fikir beyan etmek güzel, özgürce bunu söylemek daha da güzel hatta ciddiye alındığını görmek harika olabilir ancak düşünceler bilgi edindikçe değişebilen, ispatlanabilen ya da yanlış çıkabilen şeylerdir. bu şekilde değişirsiniz ve bu şekilde gerçeğe yaklaşırsınız.
şimdi o follower kazanma durumunu kurumlar seviyesine çıkarın ve yöneticilerini düşünün. yaşamınız boyunca, sporu takip ettiğiniz zaman içerisindeki tüm o yöneticilerin kibirlerini, kullandıkları dilleri, düzene karşılarmış gibi durup aslında kendi propagandalarını yapmalarını, ben yaptımcı davranışlarını, başka fikirleri ezip geçmelerini... sadece kendi kitlelerini etkileyip çıkarı için koltuğa yapışmışken futbol için, spor için pek bir şey yapmadıklarını da aklınıza getirin. yeri geldiğinde haklılar mıydı? tabii haklılardı(!) zira bir camiayı korumaya çalışıyorlardı. ancak çalışırken de bir çok şeyi yıkmıyorlar mıydı? peki ya buna karşı çıkmayan, bu düzene karşı düzgün bir duruş ve çözüm önerileri getirmeyen, icraat yapmayan daha üst kurum yöneticileri? onların bunu benimsemesi de oldukça basit bir mantığa dayanıyor çünkü 3 > diğer tüm kulüpler... 3 kulübü mutlu ederlerse koltukta kalacaklarını düşünürler ama yine de kimse tarafından sevilmezler. pek tabii kapalı kapılar ardında daha da üst kurumların, makamların destekleri sayesinde yaşamlarını sürdürebilirler. sırf aynı dil aynı davranış biçimi sayesinde yapabilirler bunu.
kulübümüzü, biricik galatasarayımızı da bu düzenden fazla uzağa koymayın. o da bunun bir dişlisi o da 59'dan bu yana en büyük aktörü. ancak içsel olarak ele aldığımızda yönetim tarzıyla ufacık da olsa farklılıkları var. galatasaray'da kongre yapılır, seçenler yönetemeyenleri seçer, taraftara beklenti yaratılır bunun sonucunda ilerleyen dönemde de taraftar bu yönetemeyenleri yönetirler. yönetemeyenler de camiayı mı mutlu edeyim taraftarı mı diye çırpınır en sonunda çıktığımız yer yine büyük bir yönetimsizlik sorunu ve borç sarmalıdır. yani şöyle; hangimiz kısa zaman içerisinde sayın özhan canaydın'a, sayın adnan polat'a, sayın ünal aysal'a, sayın duygun yarsuvat'a hatta sayın dursun özbek'e methiyeler düzmedik? neden? ben söyleyeyim nedenini; fikirlerimizi kontrol etmeden, üzerlerinden geçmeden, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan fevri davranarak tepkilerimizi dile getirdik ve bu insanlar da bizim fevriliklerimize ya işin başında ya da bir süre sonra çanak tutmaya başladılar çünkü ya seçimi kazanamayacaklardı ya da koltukları sallantıya girecekti.
“sene sonunda nolursa olsun gönüllerdeki teknik direktörü getireceğim” deyip şampiyon takımın antrenörünü kovmak, acayip acayip menajerlere para yedirmek, kulübün hisselerini zararına satmak, “takım düzenini, sistemini baştan aşağıya değiştireceğiz eski barcelona hocasını bu yüzden getirdik” deyip yamuk yumuk bir takım kurup üstüne parasız kalıp en kritik oyuncunu satmak, istenilen takviyeleri yapmayıp takımı içerden fitilleyenleri bildiği halde susup antrenörünün altını oymalarını beklemek ve sonrasında antrenörüne teneke bağlayıp göndermek, bülent korkmaz, bülent ünder, gheorge hagigibi kulüp efsanelerini taraftara yuhalatmak, şike sürecindeki çıkışıyla taraftarını gaza getirip, şampiyonluklar ve şampiyonlar ligi çeyrek finaliyle “büyük başkan” olup, sürekli “hocamızın arkasındayız. biz istikrardan yanayız o yüzden planlamamızı buna göre kurduk” deyip son 13 senenin en komple galatasaray'ının antrenörünü antrenmanda kovmak, hücum futboluna göre dizayn edilmiş bir takımın başına savunma prensiplerine bağlı bir antrenör getirmek üstüne ona yalanlar söylemek, bazı menajerlere para yedirip 2. - 3. kümelerden adamlar getirmek “hoca istedi” deyip yalanlara yalanlar katlamak, italyan sistemine sağdık başka bir hocayla anlaşıp yaşlı takımın iskeletini değiştirmemek, beceremediğini görüp bırakmak, “boşa harcayacak bir kuruşumuz yok dikkatli olacağız uefa'dan ceza almayacağız” deyip, yaşlı takımı yine değiştirmemek, evlatçılık yapmak, hocanın arkasına sığınmak sonra onu göndermek, altyapı antrenörüne kalmak, bir maçta seni yendi diye garip bir adamı takımın başına getirmek. ha bir de uefa'dan men cezası almak, inanılmaz yaptırımlarla kulübü karşı karşıya bırakmak...
aslında bir üst paragrafı okurken sosyal medyada gazlara gelip, daha yukarıda yazdığım algoritmayı kullanıp kulübe karşı isteklerini fütursuzca, bilmeden düşünmeden yapan bizleri görüyorsunuz. sadece sosyal medya da değil, tribünlerde, florya'da, kulübün kurullarında hep bağrıldı bunlar. doğrudur, insanın düşünceleri değişir, protesto ise en doğal hakkımızdır ama dikkatli okursanız bu değişen düşünceler hep aynı sonuca çıkıyor: nolursa olsun başarı isteği. 2000 yılı sonrasında oluşan talep hep buydu. öncesinde atılan hamleleri hiç bilmeden sadece 17 mayıs 2000akşamı varmış gibi düşündük çoğumuz. haklıydık bir açıdan; yaşam şartları her gün kötüye giderken bir yerlerden arttırdığımız parayla maçlara gidiyorduk, lisanslı ürünler alıyorduk. bunun sonucunda görmek istediğimiz şey, sezon sonu kupa veya kupalar kaldıran bir takımdı. halbuki başarılardan önce çekilen cefaları ne kadar da çabuk unuttuk. kendi sahanda 1 numaralı rakibine karşı alınan 4-0'lık mağlubiyetten sonra antrenörüne sahip çıkıldığını, o kadronun en az 10 senedir belli seviyelerde birlikte oynadığını, 14 sene şampiyonluk göremediğimiz yılların sonunda 2 şampiyonluk bir de kupa 1'de yarı final oynatacak sistemi kazandıracak takımın ve antrenörünün tesislerde basılmasına rağmen yanında durulduğunu hafızlarımızdan sildik.
son yıllarda hayatımıza giren bir çok teknolojik yeniliklerdeki artan hızla hayatın da hızının arttığı bugünlerde her şeyi hemen önümüzde istiyoruz. başarıyı da böyle istiyoruz. çalışmadan çabalamadan ya da araştırmadan bilmeden, sistem kurmadan. sonra da hemen tüketiyoruz. o teknolojiyi kullanıp eski zamanları bir araştırmanızı tavsiye ederim. mesela 14 sene üst üste şampiyon olunamayan o yıllara bir göz atın. göreceğiniz şeyler, iskeleti yaşlanmış takımı bozmadan yapılan garip takviyeler, belirli bölgeleri güçlü belirli bölgeleri aşırı zayıf kalan bir takım ve bu takıma kumaşıyla alakasız antrenörlerin gelip gittiği, bunlar yerine efsanelere sığınılıp onların da istifa etmeleri sağlandığı ya da gönderildiği olacaktır. ne kadar da 2002-2011 ve 2013-2018 arasına benziyor. sonra da durup düşünüyorum hakikaten 2006, 2008ve 2015 şampiyonluklarında ne kadar da şanslıymışız diyorum. takımın alın terini hiçe saymak kesinlikle istemem ama bahsetmek istediğim, günlük başarılarla kendimizi avutuyor oluşumuz. belki de şampiyonluklar için uzun yıllar bekleyecekken yönetime rağmen birleşen oyuncular ve içeride fokurdayan takımın başına getirilen ağabey figürlü bir yönetici sayesinde alınan günlük başarılardan bahsediyoruz. bunların hiç devamı geldi mi? takip eden sezonlardaki avrupa ve lig sıralamalarına bakarsanız cevabı görürsünüz.
2018'e değinirsek de yine geçmişten gelen çarpıklıklar içerisinde alınmış bir şampiyonluk görürüz. yine hocanın ve takımın eforunu bir kenara atmadan tabii. şampiyonluktan mutlu oldum mu? tabii ki de evet. yalnız devamını görmemiz gerekiyor. kurulan kadro belli ki bir seneyi ve bir şampiyonayı kaldırabilecek düzeydeydi. bunun için ödenen bedeller (ve daha önceki günlük başarıların bedelleri) bugün yaptırımlar olarak geri döndü. satmadan oyuncu alamayan bir durumdayız artık. peki o zaman altyapıya dönsünler?! hani fatih terim'in yeniden yapılandırmaya çalıştığı altyapı... altyapıdan yetişen son 11 oyuncularımızın emre çolak ve semih kaya olduğunu, ilk 11'e monte edilmeleri üzerinden 7 sene geçtiğini de unutmayalım. eğer bir altyapı yeniden yapılandırılıyorsa demek ki bunca yıldır kalıcı bir adım atılmamış demektir. bilimsellikten uzak kalınmış, paslandırılmış ve köşeye atılmış demektir. açıkçası üst yapıda da son 25 yıldır kalli ve fatih terim'den başka altyapı diyen teknik adama da denk gelmedim. peki neden kendi değerlerimize dönmedik, neden altyapı ve tecrübeyi harmanlayan teknik adamlara, teknik heyetlere yönelmedik ya da bunları teşvik etmedik? ettiysek de derbi kazanamadı, içeride 5 yedi diye kovduk mu? içeriden çıkarabilecekken yurtiçi veya yurtdışından bize günlük başarı sağlasın diye futbolculuk kariyerleri düşüşte ya da düşüşe geçmekte olan, maksimum 2 sezon fayda alabileceğimiz sporcuları neden transfer ettik? 113 yıllık camianın amiral gemisi futbol nasıl üretememe seviyesine geldi?
cevabı ise şurada; yöneticiler ve taraftarlar o kadar kolay alıştı ki birilerini gönderip her şeyi dağıtmaya, artık twitter'da höt denilse ertesi gün açıklama geliyor. igor tudor'un şubat 2017 ve fatih terim'in aralık 2017'de takımın başına nasıl getirildiklerini hatırlayın. bunun ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz. pazar akşamından * beri bir önceki sezon takımı taşıyan adamı bir maçta gömenleri ve konsensusla gelmiş tek kurtarıcı olarak görünen antrenörün ipinin elinde olduğunu ima edenleri görürken ya da okurken bilgisayarımı camdan aşağıya atasım geliyor. yakın gelecekte kötü sonuçlar gelirse neler olabileceğini de az çok tahmin edebiliyorum.
peki bu ortamı sağlamış olan yönetemeyenlerin yönetmesine neden hala izin veriyoruz? çünkü galatasaray camia olarak kapalı bir kulüp ve üye olmak oldukça zor. içeride inanılmaz oyunlar dönerken (bilgin gökberk'in bizangs yazılarını okumanızı tavsiye ederim) birileri o oyunlardan sıyrılıp ya da o oyunlarla kulübe başkan olurken, kulübün sahibi taraftardır demek çok saçma. bizler kulübün sahibi falan değiliz. anca yöneticilerin koltukları sallantıya girerse, 2 mağlubiyette yaygara koparanların, sırf bir maç iyi oynamadığı diye futbolcu gömenlerin, follower kazanma algoritması kasanların parmaklarının ucundaki propaganda dili o zaman devreye girip yönetenlerin bunları bertaraf edememe kabiliyetsizlikleriyle birleşip bir şeyler yapılıyor. sürekli fanatizme cevap verilip bir düzen kurulamayıp ileride bayatlayacak günlük başarılar sağlanıyor. aklı, fikri ve vicdanı hür galatasaray taraftarı da ekran karşısında ya da tribünlerde her sezon ayrı bir şok yaşıyor. öte yandan içeride ise hesaplaşmalarla kulübün parası çarçur ediliyor. kesilen faturalar da birikip bugün kulübün borcu olarak uefa'nın elinde demokles'in kılıcı gibi duruyor.
bu düzen ne zamana kadar devam edeceğini bilemiyoruz. 60 sezon sonra geldiğimiz yerin çok büyük bir bataklık olduğu daha yeni anlaşıldı. bugünkü yöneticilerin dilinin biraz değişmesinin sebebi de bu bataklığın ortalarında kendilerini bulmalarıdır. aksiyon alabilecekler mi? doğruyu yapabilecekler mi? açıkçası bir an önce yapmaları lazım. galatasaray, follower kazanma algoritmasına göre tweet atanlar ve iç hesaplaşma ya da çıkar peşinde olan genel kurul üyeleri arasında sıkışıp kalmamalı. lise * çok büyük bir kurum ve müthiş bir gelenek. ne yazık ki artık bu camiayı taşıyamıyor. dünya'da spor muntazam derecede profesyonelleşti. dünya'daki büyük ve orta seviyedeki kulüpler şirket gibi yönetilirken uluslararası arenada çıtayı en yüksek seviyelere koymuş galatasaray'ın 25 milyonluk bir güçten yararlanamaması, tüzüğünü değiştirememesi, dönüşememesi, yenilenememesi ve yapı olarak profesyonelleşememesi büyük ayıptır. kulübün geleneklerine uygun şekilde taraftarın yönetimde söz sahibi olduğu tüm branşlarına eşit derecede önem veren, tesislerini, assetlerini çarçur etmeyen bir yapı kurmak artık yapılması gereken tek şeydir. bunlar yapıldıktan sonra da saha içinde 3 mağlubiyetten sonra ne istifa sesleri yükselir ne de kurulmaya çalışılan bir düzen fanatizm yüzünden al aşağı edilir. kurum kişilerle değil yapısıyla ayakta kalır. peki bu düzen bu topraklarda kurulur mu? her ne kadar pesimist olsam da konu galatasaray olunca neden yapılmasın diye düşünüyorum. izleyip göreceğiz.