17
yeni tip türkiye zenginlerinin "büyük hesap ödemeyi elitlik sanma" yanılgısını müthiş bir şekilde lehine çeviren nusret gökçe'nin artık dünya çapında üne kavuşmuş olan markası. et konusunda otorite olamadığım için o konularda yorumlamam mümkün olmasa da özellikle benim gibi prime time uleması birinin referans alabileceği vedat milor ile yaptığı röportajlarda fazlasıyla hakim göründüğünü söylemek mümkün.
et konusundaki müthiş bilgisinin, hala daha sabaha karşı çiftlik ve mezbaha gezecek kadar özveriyle çalışmasının yanında asıl fark yaratan ve saygıyı hak eden kısmı ise kendini geliştirmekten vazgeçmemesi. erzurumlu bir maden işçisinin 5 çocuğundan biri olarak dünyaya geldiği artık bir sır değil. 6. sınıfta okulu bırakıp çocuk yaşta kasap çırağı olarak çalışmaya başlıyor. başlarda ne yaptığından ne kadar emin olduğu tartışılır olsa da aslında müthiş bir tempo ile çalışırken bir yandan da kendine yatırım yapıyor hep. datça'dan istanbul'a gidiyor bostancı kasaplar çarşısına. 10 küsur yılın ardından amerika'ya ve arjantin'e kadar gidiyor, japonya kobe hariç dünya'da et denince ilk akla gelen diğer iki lokasyona...
çocukluktan beri işin mutfağında olmuş, yetmemiş büyük bir cesaretle onca yıllık birikimini tüketme pahasına dünyanın öbür ucuna gitmiş. "okumuş" bir insanın korkudan adım atmaya çekineceği bir yolda koşarak gitmiş aslında. her ne kadar bizde klasik türk mantığı ve "uyanıklığı" ile bedavaya yapılması gerektiğine inandığımız bir angarya olarak bakılsa da garsonluk işine ve sunum olayına dünyanın bakış açısını muhtemelen o dönemde keşfetti. hem bilgi hem de maddi birikiminin yeterli seviyeye geldiğine inandığı noktada da ülkesine dönüp restoranını açtı.
bununla da yetinmedi. istanbul gibi bir metropolde, her türlü dünya mutfağı konusunda çok çok iyi mekanların olduğu bir şehirde önce adını şehir efsanesi gibi duyurmayı başardı. ünlülerin mekanına gelip gitmeye başlamasıyla yavaş yavaş şehir efsanesinden öteye gitti, sonrası zaten bilindik hikaye...
bütün bu sürece bakıldığı zaman kendini geliştirmekten hiç vazgeçmeyen bir adamın hikayesiyle karşı karşıya geliyorsun...
11-12 yaşında okulu bırakıp çalışmaya başlıyorsun. bir çocuğun arkadaşları okula gidip öğleden sonra oynarken çalışmasının ne demek olduğunu bizim gibi "temiz çocuk"ların anlaması mümkün değil. hele bir de ağır şartların olduğu bir iş ortamında en küçük olarak bulunmanın ekstradan ne kadar yıpratıcı olduğunu tam anlamıyla hayal etmek bile güç...
bir şekilde çalışmaya devam etmiş, kendini adamış, hayatından ödünler vermiş. tabi bir yandan et işinde ustalaşırken bir yandan da haliyle maddi birikimini oluşturmaya başlamış. 20-25 yaş arası gibi insanın %90 ihtimalle hayatına şekil verebileceği dönemde elinde hem maddi hem de bilgi birikimi varmış. yine o bilindik yoldan gitmemiş, risk alıp amerika kıtasının yolunu tutmuş. daha iyisini hatta en iyisini kovalamış.
geri dönüşte ilk restoranını açmış. türkiye'deki ilk steakhouse'lardan değil elbette. ama müthiş bilgi birikimini yansıtıyor. ticaretteki temelindeki bir gerçek yaşanıyor, iyi mal kendini bir şekilde tanıtmayı başarıyor. tabi yavaş yavaş duyuldukça dükkana gelen giden artıyor. bizim popüler plaza dili edebiyatıyla konuşursak networklerini kurmaya başlıyor. yıldızı parlayan sosyal medyanın da sonuna kadar farkında bu sıralarda. modern reklam ve pazarlama tekniklerini dibine kadar kullanıyor...
tabi ticaretin doğasında olan bir diğer olay, sermaye yapabilmek için kar marjını arttırması gerekiyor. türkiye'nin en zayıf olduğu alanlardan birine yöneliyor; sunum. bu konuya yatırım yapıyor, ücretlendirmeyi ona göre yapıyor falan o sürecin sonunda da salt bae bir marka olarak dünyaya yayılıyor. burda tabi fiyatlara abanabilme imkanı veren iki şey var. biri gerçekten sattığı malın kaliteli oluşu, ikinci de yazının başında yer alan bizim milletin zenginlerine özgü bir davranış bozukluğu. bu konuda da hem kendini geliştirmiş hem de hedef kitlesini çözebilmiş bir adam çıkıyor karşımıza.
gelinen noktada artık markasını oluşturmuş, pazarlama yapmak için teklif veren değil teklif alan konumunda. bu noktadan sonra önü çok çok açık. her ne kadar yanlış anlaşılsa da türkiye'nin en değerli markalarından biri...
sıradan ve özellikle lanse edilmeye çalışıldığı tipte bir insan gibi davransaydı 6. sınıfta okulu bıraktıktan sonra 1-2 sene içinde kasap çıraklığından sıkılıp başka işlere yönelirdi. hadi o cendereyi atlatsa 10-12 sene kasaplar çarşısında çalıştıktan sonra bir markete girer kasap reyonunda çalışırdı, en iyi ihtimalle kendine ait bir kasap dükkanı falan olurdu. karısı ve 4 çocuğu ile kendi dünyasında yaşayıp giderdi...
et konusundaki müthiş bilgisinin, hala daha sabaha karşı çiftlik ve mezbaha gezecek kadar özveriyle çalışmasının yanında asıl fark yaratan ve saygıyı hak eden kısmı ise kendini geliştirmekten vazgeçmemesi. erzurumlu bir maden işçisinin 5 çocuğundan biri olarak dünyaya geldiği artık bir sır değil. 6. sınıfta okulu bırakıp çocuk yaşta kasap çırağı olarak çalışmaya başlıyor. başlarda ne yaptığından ne kadar emin olduğu tartışılır olsa da aslında müthiş bir tempo ile çalışırken bir yandan da kendine yatırım yapıyor hep. datça'dan istanbul'a gidiyor bostancı kasaplar çarşısına. 10 küsur yılın ardından amerika'ya ve arjantin'e kadar gidiyor, japonya kobe hariç dünya'da et denince ilk akla gelen diğer iki lokasyona...
çocukluktan beri işin mutfağında olmuş, yetmemiş büyük bir cesaretle onca yıllık birikimini tüketme pahasına dünyanın öbür ucuna gitmiş. "okumuş" bir insanın korkudan adım atmaya çekineceği bir yolda koşarak gitmiş aslında. her ne kadar bizde klasik türk mantığı ve "uyanıklığı" ile bedavaya yapılması gerektiğine inandığımız bir angarya olarak bakılsa da garsonluk işine ve sunum olayına dünyanın bakış açısını muhtemelen o dönemde keşfetti. hem bilgi hem de maddi birikiminin yeterli seviyeye geldiğine inandığı noktada da ülkesine dönüp restoranını açtı.
bununla da yetinmedi. istanbul gibi bir metropolde, her türlü dünya mutfağı konusunda çok çok iyi mekanların olduğu bir şehirde önce adını şehir efsanesi gibi duyurmayı başardı. ünlülerin mekanına gelip gitmeye başlamasıyla yavaş yavaş şehir efsanesinden öteye gitti, sonrası zaten bilindik hikaye...
bütün bu sürece bakıldığı zaman kendini geliştirmekten hiç vazgeçmeyen bir adamın hikayesiyle karşı karşıya geliyorsun...
11-12 yaşında okulu bırakıp çalışmaya başlıyorsun. bir çocuğun arkadaşları okula gidip öğleden sonra oynarken çalışmasının ne demek olduğunu bizim gibi "temiz çocuk"ların anlaması mümkün değil. hele bir de ağır şartların olduğu bir iş ortamında en küçük olarak bulunmanın ekstradan ne kadar yıpratıcı olduğunu tam anlamıyla hayal etmek bile güç...
bir şekilde çalışmaya devam etmiş, kendini adamış, hayatından ödünler vermiş. tabi bir yandan et işinde ustalaşırken bir yandan da haliyle maddi birikimini oluşturmaya başlamış. 20-25 yaş arası gibi insanın %90 ihtimalle hayatına şekil verebileceği dönemde elinde hem maddi hem de bilgi birikimi varmış. yine o bilindik yoldan gitmemiş, risk alıp amerika kıtasının yolunu tutmuş. daha iyisini hatta en iyisini kovalamış.
geri dönüşte ilk restoranını açmış. türkiye'deki ilk steakhouse'lardan değil elbette. ama müthiş bilgi birikimini yansıtıyor. ticaretteki temelindeki bir gerçek yaşanıyor, iyi mal kendini bir şekilde tanıtmayı başarıyor. tabi yavaş yavaş duyuldukça dükkana gelen giden artıyor. bizim popüler plaza dili edebiyatıyla konuşursak networklerini kurmaya başlıyor. yıldızı parlayan sosyal medyanın da sonuna kadar farkında bu sıralarda. modern reklam ve pazarlama tekniklerini dibine kadar kullanıyor...
tabi ticaretin doğasında olan bir diğer olay, sermaye yapabilmek için kar marjını arttırması gerekiyor. türkiye'nin en zayıf olduğu alanlardan birine yöneliyor; sunum. bu konuya yatırım yapıyor, ücretlendirmeyi ona göre yapıyor falan o sürecin sonunda da salt bae bir marka olarak dünyaya yayılıyor. burda tabi fiyatlara abanabilme imkanı veren iki şey var. biri gerçekten sattığı malın kaliteli oluşu, ikinci de yazının başında yer alan bizim milletin zenginlerine özgü bir davranış bozukluğu. bu konuda da hem kendini geliştirmiş hem de hedef kitlesini çözebilmiş bir adam çıkıyor karşımıza.
gelinen noktada artık markasını oluşturmuş, pazarlama yapmak için teklif veren değil teklif alan konumunda. bu noktadan sonra önü çok çok açık. her ne kadar yanlış anlaşılsa da türkiye'nin en değerli markalarından biri...
sıradan ve özellikle lanse edilmeye çalışıldığı tipte bir insan gibi davransaydı 6. sınıfta okulu bıraktıktan sonra 1-2 sene içinde kasap çıraklığından sıkılıp başka işlere yönelirdi. hadi o cendereyi atlatsa 10-12 sene kasaplar çarşısında çalıştıktan sonra bir markete girer kasap reyonunda çalışırdı, en iyi ihtimalle kendine ait bir kasap dükkanı falan olurdu. karısı ve 4 çocuğu ile kendi dünyasında yaşayıp giderdi...