1
üstat ferhan şensoy'un, çocukluğunda samsun çarşamba'dan ayrılıp istanbul'a gidişi, galatasaray lisesi, akabinde strasbourg fransa ve kanada ağırlıklı anılarını, kendine has diliyle, müthiş bir mizah anlayışıyla anlattığı, 2001 basımlı muhteşem kitabı.
galatasaray lisesi'nin kuruluş hikayesini şu şekilde anlatmış kitabında;
--- alıntı ---
gök gürledi. beyaz saçlı, uzun beyaz sakallı adam okuduğu kitaptan başını kaldırdı, klübenin penceresinden dışarı baktı, tel çerçeveli gözlüğünü çıkardı, katlayıp okuduğu sayfaya koydu, kapattı kitabı, usul usul kalktı sedirden. ocağa iki odun daha attı. ayaz esiyordu, fırtına patlamak üzereydi. pastırma yazını beklerken paldır küldür gelmişti istanbul'a kış. klübenin gıcırdayan kapısını açtı, sarı ve kırmızı gül saksılarından bir ikisini içeri aldı. öbürlerini, saçağın altına doğru çekti. yeni fidelerdi bunlar, narindiler, korunmaları gerekiyordu. bahçedeki eski fidelere bir şey olmazdı, onları budamıştı zaten, ilkbaharda azacaklardı. buz kesiyordu hava. ölecek bütün yeni fideler, diye düşündü yaşlı adam. saçağın altındaki odunları klübenin içine taşımaya başladı.
birden karardı gökyüzü, bardaktan boşandı yağmur. ocağa yeni odunlar attı, gene gelip sedire oturdu, kitabını açtı, gözlüğünü taktı, kaldığı yerden okumaya koyuldu. gök gürültülerine nal sesleri, at kişnemeleri karıştı, pencereden baktı, orman tarafından bes tane atlı geliyordu. gene gözlüğü arasına koyup kapattı kitabı, kalktı, gidip kapıyı açtı. en önde gelen atlı, yanaşıp seslendi.
-selamün aleyküm ihtiyar!
-aleyküm selam evlat.
-ava çıkmış idük, fırtına hasıl oldu, hanende bir nebze soluk alabilir müyüz?
buyur etti beş adamı klübesine. giyim kuşamlarından zengin oldukları belliydi. içlerinde ağaları olduğu hissedilen, ela gözlü, sağ yanağında bir ben olan, kumral, ince uzun parmaklı, samur kürklü adam soru yağmuruna tuttu ihtiyarı. duvardaki sazından, okuduğu kitaba kadar herşeyi sorup, terekte dizili kitapları bir bir inceledi. ayrıntılı sorular sordu. sonunda yaşlı adam bunaldı:
-zaptiye misün be kafir? sormaduğun bir anamın adı kaldı!
dedi. meraklı sorularıyla onu bunaltan adam gülümsedi:
-hoşsohbet zat imişsün, adını bağışlar mısun?
-gül baba derler namıma. burda sarı ve kırmızı güller yetiştirür, tophane'den gelen meraklı gençlere saz çalmayı öğretirüm.
-makbul adamsın gül baba, hoşlaştum senden. bu ıssız ormanda vaktün neye göre ayarlarsun? namazın neye göre kılarsun?
-gökyüzüne bakarum, anlarum ben zamanı... kasvet bulut günlerde bellü olmaz vakit, öyle günler namaz kılmam, saz çalarum.
-bir camii istemez mü yani bu yerlere?
-isterdü amma, camiiden önce başka şeyler gereklü.
-bre camiiden önce gelen ne ola?
diye kaldırdı kaşını meraklı soruların sahibi adam.
-camii insana allah'ı öğretmez, insanı bilen bilür allah'ı, bunu öğretmek gerek insanoğluna.
bir an duraladı samur kürklü adam, ince uzun parmaklarıyla kır sakalını sıvazladı. adamlarına baktı. adamları ona baktılar.
-bize bu fırtınada kapınu açtun, sana bir ihsan eylemek isterüm gül baba, dile benden ne dilersün?
- sağluğun dilerüm beyim, ne dileyeyüm?
-yok yok. bir dileğün vardur elbet, söyle, edelüm.
-belli ki zengünsün beyim, velakin benim dileğümü hakikat eylemeye senin de gücün yetmez.
-benim zengünlüğüm sen ne bilürsün?
-senin zengünlüğün bilmem amma, benim dileğümü bir tek sultan hakikat eyleyebilür.
-belki sultanım ben!
deyince samur kürklü adam, birden kalakaldı ihtiyar. ürkerek baktı adamın ela gözünün içine ve o an padişahla karşı karşıya olduğunu anladı. hemen atılıp elini öptü, tanıyamadığı için af diledi.
-kusurun yok affolunacak, söyle nedir dileğün?
dedi sultan 2. beyazıt han.
-dilim varmaz sultanım.
diyerek boynunu büktü gül baba.
-bir konak mı isterdün eyyamın geçürecek? sarayda mı yaşamayı isterdün? sancak mı isterdün? vezirlük mü? üç tuğ mu? söyle! hakikat eyleyeyim rüyanı.
diye kükredi sultan 2. beyazıt han.
-sultanım, sancakta, vezirlikte gözüm yoktur. o işleri beceremem. konak, saray gerekmez bana. klübemden, güllerimden ayrılamam. buraya camii yerine bir mektep, bir ilim irfan yuvasu inşa edesün. buradan alimler yetüşsün. devlet uğruna pek hayurlu bir iş olur.
-sen meğer pek mühim bir zat imüşsün gül baba! seni karşıma çıkaran fırtınaya hamdolsun! fikrül mektep pek münasip. osmanlı'nın mülkü çoğaldıkça güçleşiyor idaresi! bize mektepler, mekteplüler gerek.
diye gül baba'nın sırtını sıvazlayarak adamlarına döndü padişah:
-tez irade çıkar! mimar hayrettin ve kemalettin efendiler, burada iki ahşap mektep binasının inşasına başlayalar!
buyurdu.
çabuk tamamlandı inşaat, mektebin ilk öğretmeni gül baba, ilk öğrencileri padişahın çocuğu sultanlar oldu. bu sultanlar okuluna "mekteb-i sultani" denildi. yüzlerce çocuğu vardı padişahın, büyükler küçüklerin ağbileriydi, bu yüzden büyük sultan küçük sultana bir tokat çaktığında küçük ona:
-ne vuruyorsun lan?
diyemedi. vuran öz ağbisiydi.
--- alıntı ---
galatasaray lisesi'nin kuruluş hikayesini şu şekilde anlatmış kitabında;
--- alıntı ---
gök gürledi. beyaz saçlı, uzun beyaz sakallı adam okuduğu kitaptan başını kaldırdı, klübenin penceresinden dışarı baktı, tel çerçeveli gözlüğünü çıkardı, katlayıp okuduğu sayfaya koydu, kapattı kitabı, usul usul kalktı sedirden. ocağa iki odun daha attı. ayaz esiyordu, fırtına patlamak üzereydi. pastırma yazını beklerken paldır küldür gelmişti istanbul'a kış. klübenin gıcırdayan kapısını açtı, sarı ve kırmızı gül saksılarından bir ikisini içeri aldı. öbürlerini, saçağın altına doğru çekti. yeni fidelerdi bunlar, narindiler, korunmaları gerekiyordu. bahçedeki eski fidelere bir şey olmazdı, onları budamıştı zaten, ilkbaharda azacaklardı. buz kesiyordu hava. ölecek bütün yeni fideler, diye düşündü yaşlı adam. saçağın altındaki odunları klübenin içine taşımaya başladı.
birden karardı gökyüzü, bardaktan boşandı yağmur. ocağa yeni odunlar attı, gene gelip sedire oturdu, kitabını açtı, gözlüğünü taktı, kaldığı yerden okumaya koyuldu. gök gürültülerine nal sesleri, at kişnemeleri karıştı, pencereden baktı, orman tarafından bes tane atlı geliyordu. gene gözlüğü arasına koyup kapattı kitabı, kalktı, gidip kapıyı açtı. en önde gelen atlı, yanaşıp seslendi.
-selamün aleyküm ihtiyar!
-aleyküm selam evlat.
-ava çıkmış idük, fırtına hasıl oldu, hanende bir nebze soluk alabilir müyüz?
buyur etti beş adamı klübesine. giyim kuşamlarından zengin oldukları belliydi. içlerinde ağaları olduğu hissedilen, ela gözlü, sağ yanağında bir ben olan, kumral, ince uzun parmaklı, samur kürklü adam soru yağmuruna tuttu ihtiyarı. duvardaki sazından, okuduğu kitaba kadar herşeyi sorup, terekte dizili kitapları bir bir inceledi. ayrıntılı sorular sordu. sonunda yaşlı adam bunaldı:
-zaptiye misün be kafir? sormaduğun bir anamın adı kaldı!
dedi. meraklı sorularıyla onu bunaltan adam gülümsedi:
-hoşsohbet zat imişsün, adını bağışlar mısun?
-gül baba derler namıma. burda sarı ve kırmızı güller yetiştirür, tophane'den gelen meraklı gençlere saz çalmayı öğretirüm.
-makbul adamsın gül baba, hoşlaştum senden. bu ıssız ormanda vaktün neye göre ayarlarsun? namazın neye göre kılarsun?
-gökyüzüne bakarum, anlarum ben zamanı... kasvet bulut günlerde bellü olmaz vakit, öyle günler namaz kılmam, saz çalarum.
-bir camii istemez mü yani bu yerlere?
-isterdü amma, camiiden önce başka şeyler gereklü.
-bre camiiden önce gelen ne ola?
diye kaldırdı kaşını meraklı soruların sahibi adam.
-camii insana allah'ı öğretmez, insanı bilen bilür allah'ı, bunu öğretmek gerek insanoğluna.
bir an duraladı samur kürklü adam, ince uzun parmaklarıyla kır sakalını sıvazladı. adamlarına baktı. adamları ona baktılar.
-bize bu fırtınada kapınu açtun, sana bir ihsan eylemek isterüm gül baba, dile benden ne dilersün?
- sağluğun dilerüm beyim, ne dileyeyüm?
-yok yok. bir dileğün vardur elbet, söyle, edelüm.
-belli ki zengünsün beyim, velakin benim dileğümü hakikat eylemeye senin de gücün yetmez.
-benim zengünlüğüm sen ne bilürsün?
-senin zengünlüğün bilmem amma, benim dileğümü bir tek sultan hakikat eyleyebilür.
-belki sultanım ben!
deyince samur kürklü adam, birden kalakaldı ihtiyar. ürkerek baktı adamın ela gözünün içine ve o an padişahla karşı karşıya olduğunu anladı. hemen atılıp elini öptü, tanıyamadığı için af diledi.
-kusurun yok affolunacak, söyle nedir dileğün?
dedi sultan 2. beyazıt han.
-dilim varmaz sultanım.
diyerek boynunu büktü gül baba.
-bir konak mı isterdün eyyamın geçürecek? sarayda mı yaşamayı isterdün? sancak mı isterdün? vezirlük mü? üç tuğ mu? söyle! hakikat eyleyeyim rüyanı.
diye kükredi sultan 2. beyazıt han.
-sultanım, sancakta, vezirlikte gözüm yoktur. o işleri beceremem. konak, saray gerekmez bana. klübemden, güllerimden ayrılamam. buraya camii yerine bir mektep, bir ilim irfan yuvasu inşa edesün. buradan alimler yetüşsün. devlet uğruna pek hayurlu bir iş olur.
-sen meğer pek mühim bir zat imüşsün gül baba! seni karşıma çıkaran fırtınaya hamdolsun! fikrül mektep pek münasip. osmanlı'nın mülkü çoğaldıkça güçleşiyor idaresi! bize mektepler, mekteplüler gerek.
diye gül baba'nın sırtını sıvazlayarak adamlarına döndü padişah:
-tez irade çıkar! mimar hayrettin ve kemalettin efendiler, burada iki ahşap mektep binasının inşasına başlayalar!
buyurdu.
çabuk tamamlandı inşaat, mektebin ilk öğretmeni gül baba, ilk öğrencileri padişahın çocuğu sultanlar oldu. bu sultanlar okuluna "mekteb-i sultani" denildi. yüzlerce çocuğu vardı padişahın, büyükler küçüklerin ağbileriydi, bu yüzden büyük sultan küçük sultana bir tokat çaktığında küçük ona:
-ne vuruyorsun lan?
diyemedi. vuran öz ağbisiydi.
--- alıntı ---