145
latovlevici, yasin, sinan gibi zihinsel olarak futbol sporundan nasiplenmemiş eşhasın, hayatın ve futbolun azıcık adaleti varsa bir daha asla galatasaray futbol takımında ilk 11'de yer almaması gerektiğini gösteren maç. (ilk 11 diyorum çünkü sakatlık, kadro sığlığı vs. nedenlerle sonradan oyuna girme ihtimalleri mevcut)
bu saydığım üç isim, futbolun a priori bir takım sporu olduğunun farkında değiller. bunlar futbolu, topa ayakla vurmaktan ibaret sanmakta, çocukluklukta bu oyunla ilk tanıştıkları andaki zihinsel algının ötesine geçememekteler. bunu her seferinde tekrar tekrar anlamak için hayatlarımızdan dünkü gibi 90 dakikalık dilimler çalınmasına müsade ediyoruz. hırsızlıktır bu. stada gelen, televizyonun karşısına geçenlerin akıl ve ruh sağlığı tehdit ediliyor bu zevat sahada oldukça. çünkü takım arkadaşları da bunların cehaletinden ötürü mesleklerini icra edemiyorlar; verdikleri pas geri gelmiyor, boşa kaçmaları enerji kaybından öteye geçemiyor. takımı, maçı, futbolu, hayatı kısırlaştırıyorlar sahada bulundukları sürece. top ayaklarına geldiği anda dünya kararıyor, hem kendileri hem de izleyenler için. akıl, fikir de kayboluyor ve futbolu güzelleştiren ne varsa karanlık dehlizlere kaçıyor.
bunların yanında yetenekleri kısıtlı ama doğruları yapmaya çalışan ahmet, tolga; formsuz muslera, mariano, feghouli falan sempatik gözüküyor. maç bi' şekilde galibiyetle bitiyor ama suratım artık nasılsa hanım "n'oldu, yenildiniz galiba" diye soruyor. "yendik," diyorum ama daha fazlasını açıklayamam ona. küçük yasin'in dortmund sokaklarında top oynayan çocukları görünce "ne var lan, ben de yaparım, alt tarafı ayağınla topa vuracan" diye düşünüp aralarına dalışını falan gözümde canlandırdığımı ve geçen 20 yıl boyunca bu mantaliteden bir üst kademeye neden çıkamadığını anlatamam ona. veya bunun beni niye sinirlendirdiğini. sabah kalkıp işe gidecek kadar anca kalmış yaşam enerjisini de böyle harcayamam.
bu saydığım üç isim, futbolun a priori bir takım sporu olduğunun farkında değiller. bunlar futbolu, topa ayakla vurmaktan ibaret sanmakta, çocukluklukta bu oyunla ilk tanıştıkları andaki zihinsel algının ötesine geçememekteler. bunu her seferinde tekrar tekrar anlamak için hayatlarımızdan dünkü gibi 90 dakikalık dilimler çalınmasına müsade ediyoruz. hırsızlıktır bu. stada gelen, televizyonun karşısına geçenlerin akıl ve ruh sağlığı tehdit ediliyor bu zevat sahada oldukça. çünkü takım arkadaşları da bunların cehaletinden ötürü mesleklerini icra edemiyorlar; verdikleri pas geri gelmiyor, boşa kaçmaları enerji kaybından öteye geçemiyor. takımı, maçı, futbolu, hayatı kısırlaştırıyorlar sahada bulundukları sürece. top ayaklarına geldiği anda dünya kararıyor, hem kendileri hem de izleyenler için. akıl, fikir de kayboluyor ve futbolu güzelleştiren ne varsa karanlık dehlizlere kaçıyor.
bunların yanında yetenekleri kısıtlı ama doğruları yapmaya çalışan ahmet, tolga; formsuz muslera, mariano, feghouli falan sempatik gözüküyor. maç bi' şekilde galibiyetle bitiyor ama suratım artık nasılsa hanım "n'oldu, yenildiniz galiba" diye soruyor. "yendik," diyorum ama daha fazlasını açıklayamam ona. küçük yasin'in dortmund sokaklarında top oynayan çocukları görünce "ne var lan, ben de yaparım, alt tarafı ayağınla topa vuracan" diye düşünüp aralarına dalışını falan gözümde canlandırdığımı ve geçen 20 yıl boyunca bu mantaliteden bir üst kademeye neden çıkamadığını anlatamam ona. veya bunun beni niye sinirlendirdiğini. sabah kalkıp işe gidecek kadar anca kalmış yaşam enerjisini de böyle harcayamam.