9
"aman galatasaray elimizden gidiyor" telaşına düşen, kısaca "derin galatasaray" olarak tabir edilen pilavcı tayfanın eseri olan kayıplardır. 1996'da efes pilsen'in kazandığı kupa türk sporu için bir milattı. uefa kupası ise bunun bir tesadüf olmadığının, bu ülkedeki takımların ve spor insanlarının da başarabileceğini tekrardan ispat eden bir olaydı. 17 mayıs'ta fenerbahçe 4, beşiktaş 5 yıldır şampiyon olamamıştı. son 8 senede 6 şampiyonluk vardı. amatör şubelerde sadece galatasaray vardı. fenerbahçe aziz yıldırım'ın "bu takımda benhurlar oynuyordu" dediği bir enkaz halindeydi, beşiktaş ise ortalama bir anadolu takımından halliceydi.
öyle bir zamanda kazanılan uefa kupası sonrası ileriye doğru atılacak tek bir adım galatasaray ile diğerleri arasındaki makası belki de kolay kolay kapanmayacak hale getirebilirdi. rakiplerin gerçekleşmesi için dua ettiği şeyi galatasarayın dedeleri(!) kendi elleriyle yaptı, galatasaray'ı paçalarından aşağıya doğru çekmeye başladı. galatasaraylılar(!), galatasaray'ın büyümesinden ziyade ellerinde bir oyuncak olarak kalmasını tercih ettiler. üstelik bunu çoğu zaman öylesine etik dışı şekillerde yaptılar, öyle kahpece işler çevirdiler ki insanlar isyan edecek güç bile bulamadı.
bugün galatasray'ın yaşadığı ve yaşayacağı idare sorunlar bir kenara, kronik maddi problemlerinin temeli de bu zihniyet ve onun temsilcilerinin eseridir. bütün bu kafatascılığın, gericiliğin, tutuculuğun, at kafalılığın içinde -branş farketmeksizin- bırakın kupayı şampiyonluğu, maç kazanmak bile büyük bir başarıdır. bunlara(!) rağmen galatasaray'ın türkiye'nin en çok uluslararası kupa kazanan kulübü olması aslında akıl almaz bir olay.
hagi zamanında ne güzel demişti "fenerbahçe'yi 5-1 yenip kupayı kazandık. maçtan sonra tanımadığım birkaç adam gelip soyunma odasından kupayı aldılar. onlar cemiyette eğlenmeye gitti, ben de eve gidip uyudum" diye. ya da kendi iç hesaplaşmaları uğruna galatasaray'ın adını lekelemekten bile çekinmeyen, takım avrupa kupası finaline giderken "şubeyi küçülteceğiz" diye istanbul'dan beyanat veren, verilmemiş sözleri verilmiş gibi gösterip kamuoyu önünde zor düşüren hatta başarısızlıklarına kalkan yapan bir zihniyetin amatör şube takımına hangi aklı başında insan sponsor olur ki? bunlar sadece çok basit iki örnek.
17 mayıs 2000'de sadece bir kupa kazanmadık, türk sporuna bir çağ atlattık. ama o korku(!) ile belki de dünya kulübü olma şansını teptik. belki de diyorum çünkü kaybımız aslında hiçbir zaman tam hesaplanamayacak türden. hep geriye geriye gittik 17 senede. bu spastik sisteme rağmen kader bize bir kere daha ileri basma şansı verdi; onu da ziyan etmekten çekinmedik...
bu arada hakikaten başlıkta imla hatası var :)
edit: bu arada imla hatası düzeltildi...
öyle bir zamanda kazanılan uefa kupası sonrası ileriye doğru atılacak tek bir adım galatasaray ile diğerleri arasındaki makası belki de kolay kolay kapanmayacak hale getirebilirdi. rakiplerin gerçekleşmesi için dua ettiği şeyi galatasarayın dedeleri(!) kendi elleriyle yaptı, galatasaray'ı paçalarından aşağıya doğru çekmeye başladı. galatasaraylılar(!), galatasaray'ın büyümesinden ziyade ellerinde bir oyuncak olarak kalmasını tercih ettiler. üstelik bunu çoğu zaman öylesine etik dışı şekillerde yaptılar, öyle kahpece işler çevirdiler ki insanlar isyan edecek güç bile bulamadı.
bugün galatasray'ın yaşadığı ve yaşayacağı idare sorunlar bir kenara, kronik maddi problemlerinin temeli de bu zihniyet ve onun temsilcilerinin eseridir. bütün bu kafatascılığın, gericiliğin, tutuculuğun, at kafalılığın içinde -branş farketmeksizin- bırakın kupayı şampiyonluğu, maç kazanmak bile büyük bir başarıdır. bunlara(!) rağmen galatasaray'ın türkiye'nin en çok uluslararası kupa kazanan kulübü olması aslında akıl almaz bir olay.
hagi zamanında ne güzel demişti "fenerbahçe'yi 5-1 yenip kupayı kazandık. maçtan sonra tanımadığım birkaç adam gelip soyunma odasından kupayı aldılar. onlar cemiyette eğlenmeye gitti, ben de eve gidip uyudum" diye. ya da kendi iç hesaplaşmaları uğruna galatasaray'ın adını lekelemekten bile çekinmeyen, takım avrupa kupası finaline giderken "şubeyi küçülteceğiz" diye istanbul'dan beyanat veren, verilmemiş sözleri verilmiş gibi gösterip kamuoyu önünde zor düşüren hatta başarısızlıklarına kalkan yapan bir zihniyetin amatör şube takımına hangi aklı başında insan sponsor olur ki? bunlar sadece çok basit iki örnek.
17 mayıs 2000'de sadece bir kupa kazanmadık, türk sporuna bir çağ atlattık. ama o korku(!) ile belki de dünya kulübü olma şansını teptik. belki de diyorum çünkü kaybımız aslında hiçbir zaman tam hesaplanamayacak türden. hep geriye geriye gittik 17 senede. bu spastik sisteme rağmen kader bize bir kere daha ileri basma şansı verdi; onu da ziyan etmekten çekinmedik...
bu arada hakikaten başlıkta imla hatası var :)
edit: bu arada imla hatası düzeltildi...