15
son dakika "itelenen" bir beton dökümünün başındayken arabanın radyosunda başlayıp eve dönünce televizyonda yüz yüze gelinen sevinç görüntüleri ile sona eren maç. kah bir dağ başında, kah bir demirci atölyesinde, kah bir yol kenarında arabanın içinde falan binbir şekilde takip etmişliğim var bu takımı. kesinlikle en zoru radyodan dinlemek, hele bir de aleyhte taraflı yorumlarla dinlemek ondan daha zor sanırım.
en zoru da belki böyle maçlardan sonra yazmak. mantıklı düşünebilmek, teşhis yapabilmek. koca bir sezonda öyle şeyler görüyor, okuyor, istatistik ekranında bakıyor ya da duyuyorsunuz ki ne kızabiliyor, ne öfkelenebiliyor ne de saydırabiliyorsunuz. galatasaray bir his takımıdır demiş ya zamanında bir büyüğümüz, biraz hislenip hüzünlenmekten başka birşey gelmiyor elden.
sezon başında "inşallah küme düşmez" dedirten takımın avrupa kupası yarı final maçıydı bu. eda'nın, irem'in bir dönem çok ciddi süreler aldığı; sezon ortası gelen 35 yaş üstü transferlerimiz olmasa yaş ortalması 20-21 olan takımın. euroleague finaline hazırlanırken televizyonlara çıkan yöneticilerimizin "küçülteceğiz" dediği, tarihinin gördüğü en büyük teknik adamlardan birini kaçırtacak kadar yalnız bıraktıran yöneticilerin sallamadığı takımın. bir avuç deli dışında kimsenin umrunda olmayan bir takımın.
tofaş'ın kuş serisi arabalarından biri ile güçlü bir spor otomobili yarıştırmak gibiydi aslında bu seri. yürek "kazanırız be" diye sayıklarken beyinin siktir çektiği, avrupa basketbolunun starları ile belli bir eşiği aşamamış gençlerin kıyasıya kapıştığı, 4 star uzuna karşı 5 kısanın yürek koyduğu bir mücadele. sezon başından beri kimi zaman gece başımı yastığa koyduğumda, kimi zaman mesailer uzadıkça uzadığında, kimi zaman yorgun düşüp pes ettiğimde gözümün önünde canlanan bir rüyaydı 12 nisan gecesi abdi ipekçi'de kupanın kaldırılışını canlı görmek. olmadı, buraya kadarmış...
hepinizin yüreğine, ayaklarına, ellerine, ciğerine sağlık...
en zoru da belki böyle maçlardan sonra yazmak. mantıklı düşünebilmek, teşhis yapabilmek. koca bir sezonda öyle şeyler görüyor, okuyor, istatistik ekranında bakıyor ya da duyuyorsunuz ki ne kızabiliyor, ne öfkelenebiliyor ne de saydırabiliyorsunuz. galatasaray bir his takımıdır demiş ya zamanında bir büyüğümüz, biraz hislenip hüzünlenmekten başka birşey gelmiyor elden.
sezon başında "inşallah küme düşmez" dedirten takımın avrupa kupası yarı final maçıydı bu. eda'nın, irem'in bir dönem çok ciddi süreler aldığı; sezon ortası gelen 35 yaş üstü transferlerimiz olmasa yaş ortalması 20-21 olan takımın. euroleague finaline hazırlanırken televizyonlara çıkan yöneticilerimizin "küçülteceğiz" dediği, tarihinin gördüğü en büyük teknik adamlardan birini kaçırtacak kadar yalnız bıraktıran yöneticilerin sallamadığı takımın. bir avuç deli dışında kimsenin umrunda olmayan bir takımın.
tofaş'ın kuş serisi arabalarından biri ile güçlü bir spor otomobili yarıştırmak gibiydi aslında bu seri. yürek "kazanırız be" diye sayıklarken beyinin siktir çektiği, avrupa basketbolunun starları ile belli bir eşiği aşamamış gençlerin kıyasıya kapıştığı, 4 star uzuna karşı 5 kısanın yürek koyduğu bir mücadele. sezon başından beri kimi zaman gece başımı yastığa koyduğumda, kimi zaman mesailer uzadıkça uzadığında, kimi zaman yorgun düşüp pes ettiğimde gözümün önünde canlanan bir rüyaydı 12 nisan gecesi abdi ipekçi'de kupanın kaldırılışını canlı görmek. olmadı, buraya kadarmış...
hepinizin yüreğine, ayaklarına, ellerine, ciğerine sağlık...