77
2 eylül 2016'da şunu (bkz: #2018726) yazıp da 17 eylül 2016'da eren'in çaykur rizespor'a attığı rövaşata golünü izlemek nedir ya? nazire mi yapıyorsun arkadaş?
"ben de rövaşata atabiliyorum"un havasında değilim sakın yanlış anlaşılmasın, ne kadar sevdiğimi belirtmek için yazdım bunları.
efenim, tanımsal olarak bakacak olursak, futbolun bilinen en zor ve akrobatik hareketlerinden biri olup, belki de en tehlikelisidir.
ben de halı sahada bıkmadan usanmadan dener, ayrı bir keyif alırım bu aksiyondan, çünkü futbola çok güzellik kattığına inanmaktayım.
golle sonuçlandıramasanız bile izleyenlerde ya da sahada bulunanlarda büyük bir adrenalin patlaması ve coşku yaratır rövaşata. ilk keşfeden babamızın ellerinden öperek kendisine hayranlığımı iletiyorum.
neden?
çünkü cidden çok zor bir hareket. her şey bir yana kolunuzu, omzunuzu, belinizi, boynunuzu çok rahat kırabilirsiniz yanlış bir hareketle ki benzer bir örneği 2 hafta önce yaşayıp sol dirseğimi çatlatmayı başardım... - ha beceremediğimden değil, çok geç karar verdim hareketi yapmaya ve elim yere dik geldi...
yapıyorum...
ama sorsan "nasıl yapıyorsun?" diye... tutup da "şöyle abi" diye anlatamam... anlatamam çünkü misal maç içinde değilsem kafamda canlandırdığımda "yok ya cesaret edemem" diyorum hala. belki 100 kere 200 kere atmışımdır. ancak maç içinde değilken kafamda canlandırdığımda korkutucu gelir hep...
maç içindeyse içgüdüsel bir cesaret ve vücut koordinasyonu geliyor kendiliğinden. hani derler ya "araba kullanmak, bisiklet sürmek belli bir yerden sonra beynin değil reflekslerin eseridir" diye...
aynen öyle işte... rövaşatayı atmanın yöntemini kavradıysanız bir kere, devamında beyin değil refleksler alıyor kontrolü, topa nasıl çıkacağınızı, yere nasıl düşeceğinizi siz değil bedeniniz kontrol ediyor.
öğrenme hikayemi de anlatayım da nostalji olsun:
- lise 1'inci sınıftayım. amatör olarak oynadığım çorum gençlerbirliği takımında "liderimiz" olarak gördüğümüz muazzam bir yetenek var... ahmet bakar.
şanstır ki adam aynı zamanda oturduğumuz lojmanlarda üst kat komşumuz, aile dostumuz.
maçlara beraber gidiyoruz, apartmanın önünde beraber takılıyoruz. apartmanın önü asfaltlanmış basket sahası şeklinde. aramızda yaptığımız maçlarda adam beton, asfalt demeden rövaşatayla gol atıyor. ama öyle böyle atmıyor, bildiğin fotoğraf çektirir gibi yükseliyor, ayakları makaslıyor ve çakıyor tüm estetiğiyle.
adama öyle imreniyorum ki... "betonda rövaşata atan adam" o benim için... "abi nasıl yapıyorsun allahın adını verdim öğret" diyorum. "izleyerek öğreneceksin, öyle anlatamam, bir yerini sakatlarsın annen bana kızar" falan diyor... nasıl imreniyorum ama...
derken...
lojmanda küçük yaşta çocuklar da top oynuyor. biz okuldan geldiğimizde onlar orada civilleşiyor oluyorlar. ben o dönem nike free-style olayına takığım. şık hareketler, topu ayakta durdurup çevirmeler falan. beni o hareketleri yapmaya çalışırken izleyen ali diye bir ufaklık var. ortaokula yeni başlamış falan yaşta yani, sen de 11 ben diyeyim 12 yaşında...
ali beni yanına çağırıyor, "abi sana bişey göstericem" diyor... tabi bende bir merak, gün boyu beni izliyor ya, herhalde topu ayağında çevirmeyi becerdi diyorum...
ali topu alıyor, havaya doğru atıyor, sonra bir rövaşata... aman allahım... başımdan aşağıya kaynar sular boşalıyor.
bizim küçük ali, hava yaptığım ali, hareketleri gösterdiğim ali, benim imrenerek "nasıl yapılıyor?" diye deli danalara döndüğüm rövaşatayı asfalt zeminde tek seferde, hatasız bir şekilde atıyor...
kuduruyorum...
bağlamalı, deyişli gecelerimiz oluyor lojman önünde. ahmet abimin sesi de güzel. ben çalıyorum, o söylüyor. ama ali'nin rövaşata attığı gece ben kudurmuşum. ahmet abimin kafasının etini yiyorum. "abi kurbanın olayım öğret şunu" diye, adamı hayatından bezdiriyorum.
en son "gel tamam sen anlayana kadar göstericem" diyor... "anlayana kadar"... anlamazsam aptalım yani? aşkolsun ahmet abi...
adam erinmeden, üşenmeden 15-20 defa atıyor. her attığında gözümde tsubasa canlanıyor ama...
sonra diyor ki; "anladın mı lan? al hadi dene..."
deniyorum... olmuyor... soğan çuvalı gibi yığılıyorum. zamanlama berbat... bir daha, bir daha, bir daha... cık... olmuyor.
sonra...
okuldan geldikten sonra daha üstümü başımı çıkarmadan ali'yi bizim eve gönderiyorum, ayakkabılarımı alıp geliyor, üstümde okul kıyafetiyle rövaşata denemelerine başlıyorum. o arada tabi artık ahmet abinin ana avrat sövmemesi için ali'ye yaptırıyorum hareketi... o atıyor, ben deniyorum, o atıyor ben deniyorum...
yalan olmasın, 5-6 tane gömleğin dirseğini kanlara boyayıp yırtıp parçalamışımdır o dönem... umurumda değil ama atacam rövaşatayı...
ali diyor ki: "abi, çok yükselmeye çalışıyorsun ondan olmuyor, topa yükselmeye çalışma, sırtını yere düşmeye odaklan, topa zaten vurursun..."
ulan baştan söylesene? işim gücüm topa doğru zamanda vurmaya çalışmak olduğundan yere nasıl düşeceğimi hiç hesaplamıyormuşum meğerse...
bir sonraki denemede sırtımı yere atacak şekilde, elimi kullanmadan deniyorum ve????
ilk tam rövaşatamı, elimi kullanmadan, ancak sırtımın üzerine acıtmayacak biçimde düşerek başarıyorum.
allahım nasıl bir mutluluk... olsa şampanya patlatacağım...
canımı acıtmadan yere düşmeyi öğrenince bir cesaret geliyor...
bu sefer elimle düşmeyi deniyorum... belimi yere yakın tutunca elimle vücudumu yavaşlatmak kolaylaşmaya başlıyor...
ve bir gün...
ahmet abi lojmanın banklarında oturuyor. tıpkı zamanında ali'nin bana yaptığı gibi çağırıyorum ahmet abi'yi:
-"abi sana bişey göstericem" diyorum... "ne gösterecen lan?" diyor...
topu havaya doğru atıyorum, artık refleksleştirdiğim biçimde belimi yere salarken elimi de doğru açıyla aşağıya götürüp topa var gücümle vuruyorum.
çok yükseğe gidiyor top. öbür apartmanın oraya gidiyor. gol mol olmaz yani... ama fotoğrafımı çeken olsa "tam rövaşata"...
ayaklarım makas olmuş.
destek ayağımı salarak şut ayağıma güç verebilmişim.
bisiklet gibi yaparak topu ayağıma oturtmuşum.
başarmışım anlayacağınız...
dediğim gibi 100'ün üstünde sefer halı sahada yapmışımdır bu hareketi...
allahı var gol olan vuruş sayım 8-10'u geçmez...
ama misal çok çataldan çıkmışlığı vardır.
benim için futbola dair en güzel enstantanelerimdir rövaşatalar... gol olmasa da, arkadaşlarım ara sıra kızıp "e oğlum yeter ota boka rövaşata deniyorsun" deseler de bağımlılık olmuştur. gol olmayacağını bile bile attıklarım da vardır...
rövaşata candır... aynı zamanda heyecandır.
"ben de rövaşata atabiliyorum"un havasında değilim sakın yanlış anlaşılmasın, ne kadar sevdiğimi belirtmek için yazdım bunları.
efenim, tanımsal olarak bakacak olursak, futbolun bilinen en zor ve akrobatik hareketlerinden biri olup, belki de en tehlikelisidir.
ben de halı sahada bıkmadan usanmadan dener, ayrı bir keyif alırım bu aksiyondan, çünkü futbola çok güzellik kattığına inanmaktayım.
golle sonuçlandıramasanız bile izleyenlerde ya da sahada bulunanlarda büyük bir adrenalin patlaması ve coşku yaratır rövaşata. ilk keşfeden babamızın ellerinden öperek kendisine hayranlığımı iletiyorum.
neden?
çünkü cidden çok zor bir hareket. her şey bir yana kolunuzu, omzunuzu, belinizi, boynunuzu çok rahat kırabilirsiniz yanlış bir hareketle ki benzer bir örneği 2 hafta önce yaşayıp sol dirseğimi çatlatmayı başardım... - ha beceremediğimden değil, çok geç karar verdim hareketi yapmaya ve elim yere dik geldi...
yapıyorum...
ama sorsan "nasıl yapıyorsun?" diye... tutup da "şöyle abi" diye anlatamam... anlatamam çünkü misal maç içinde değilsem kafamda canlandırdığımda "yok ya cesaret edemem" diyorum hala. belki 100 kere 200 kere atmışımdır. ancak maç içinde değilken kafamda canlandırdığımda korkutucu gelir hep...
maç içindeyse içgüdüsel bir cesaret ve vücut koordinasyonu geliyor kendiliğinden. hani derler ya "araba kullanmak, bisiklet sürmek belli bir yerden sonra beynin değil reflekslerin eseridir" diye...
aynen öyle işte... rövaşatayı atmanın yöntemini kavradıysanız bir kere, devamında beyin değil refleksler alıyor kontrolü, topa nasıl çıkacağınızı, yere nasıl düşeceğinizi siz değil bedeniniz kontrol ediyor.
öğrenme hikayemi de anlatayım da nostalji olsun:
- lise 1'inci sınıftayım. amatör olarak oynadığım çorum gençlerbirliği takımında "liderimiz" olarak gördüğümüz muazzam bir yetenek var... ahmet bakar.
şanstır ki adam aynı zamanda oturduğumuz lojmanlarda üst kat komşumuz, aile dostumuz.
maçlara beraber gidiyoruz, apartmanın önünde beraber takılıyoruz. apartmanın önü asfaltlanmış basket sahası şeklinde. aramızda yaptığımız maçlarda adam beton, asfalt demeden rövaşatayla gol atıyor. ama öyle böyle atmıyor, bildiğin fotoğraf çektirir gibi yükseliyor, ayakları makaslıyor ve çakıyor tüm estetiğiyle.
adama öyle imreniyorum ki... "betonda rövaşata atan adam" o benim için... "abi nasıl yapıyorsun allahın adını verdim öğret" diyorum. "izleyerek öğreneceksin, öyle anlatamam, bir yerini sakatlarsın annen bana kızar" falan diyor... nasıl imreniyorum ama...
derken...
lojmanda küçük yaşta çocuklar da top oynuyor. biz okuldan geldiğimizde onlar orada civilleşiyor oluyorlar. ben o dönem nike free-style olayına takığım. şık hareketler, topu ayakta durdurup çevirmeler falan. beni o hareketleri yapmaya çalışırken izleyen ali diye bir ufaklık var. ortaokula yeni başlamış falan yaşta yani, sen de 11 ben diyeyim 12 yaşında...
ali beni yanına çağırıyor, "abi sana bişey göstericem" diyor... tabi bende bir merak, gün boyu beni izliyor ya, herhalde topu ayağında çevirmeyi becerdi diyorum...
ali topu alıyor, havaya doğru atıyor, sonra bir rövaşata... aman allahım... başımdan aşağıya kaynar sular boşalıyor.
bizim küçük ali, hava yaptığım ali, hareketleri gösterdiğim ali, benim imrenerek "nasıl yapılıyor?" diye deli danalara döndüğüm rövaşatayı asfalt zeminde tek seferde, hatasız bir şekilde atıyor...
kuduruyorum...
bağlamalı, deyişli gecelerimiz oluyor lojman önünde. ahmet abimin sesi de güzel. ben çalıyorum, o söylüyor. ama ali'nin rövaşata attığı gece ben kudurmuşum. ahmet abimin kafasının etini yiyorum. "abi kurbanın olayım öğret şunu" diye, adamı hayatından bezdiriyorum.
en son "gel tamam sen anlayana kadar göstericem" diyor... "anlayana kadar"... anlamazsam aptalım yani? aşkolsun ahmet abi...
adam erinmeden, üşenmeden 15-20 defa atıyor. her attığında gözümde tsubasa canlanıyor ama...
sonra diyor ki; "anladın mı lan? al hadi dene..."
deniyorum... olmuyor... soğan çuvalı gibi yığılıyorum. zamanlama berbat... bir daha, bir daha, bir daha... cık... olmuyor.
sonra...
okuldan geldikten sonra daha üstümü başımı çıkarmadan ali'yi bizim eve gönderiyorum, ayakkabılarımı alıp geliyor, üstümde okul kıyafetiyle rövaşata denemelerine başlıyorum. o arada tabi artık ahmet abinin ana avrat sövmemesi için ali'ye yaptırıyorum hareketi... o atıyor, ben deniyorum, o atıyor ben deniyorum...
yalan olmasın, 5-6 tane gömleğin dirseğini kanlara boyayıp yırtıp parçalamışımdır o dönem... umurumda değil ama atacam rövaşatayı...
ali diyor ki: "abi, çok yükselmeye çalışıyorsun ondan olmuyor, topa yükselmeye çalışma, sırtını yere düşmeye odaklan, topa zaten vurursun..."
ulan baştan söylesene? işim gücüm topa doğru zamanda vurmaya çalışmak olduğundan yere nasıl düşeceğimi hiç hesaplamıyormuşum meğerse...
bir sonraki denemede sırtımı yere atacak şekilde, elimi kullanmadan deniyorum ve????
ilk tam rövaşatamı, elimi kullanmadan, ancak sırtımın üzerine acıtmayacak biçimde düşerek başarıyorum.
allahım nasıl bir mutluluk... olsa şampanya patlatacağım...
canımı acıtmadan yere düşmeyi öğrenince bir cesaret geliyor...
bu sefer elimle düşmeyi deniyorum... belimi yere yakın tutunca elimle vücudumu yavaşlatmak kolaylaşmaya başlıyor...
ve bir gün...
ahmet abi lojmanın banklarında oturuyor. tıpkı zamanında ali'nin bana yaptığı gibi çağırıyorum ahmet abi'yi:
-"abi sana bişey göstericem" diyorum... "ne gösterecen lan?" diyor...
topu havaya doğru atıyorum, artık refleksleştirdiğim biçimde belimi yere salarken elimi de doğru açıyla aşağıya götürüp topa var gücümle vuruyorum.
çok yükseğe gidiyor top. öbür apartmanın oraya gidiyor. gol mol olmaz yani... ama fotoğrafımı çeken olsa "tam rövaşata"...
ayaklarım makas olmuş.
destek ayağımı salarak şut ayağıma güç verebilmişim.
bisiklet gibi yaparak topu ayağıma oturtmuşum.
başarmışım anlayacağınız...
dediğim gibi 100'ün üstünde sefer halı sahada yapmışımdır bu hareketi...
allahı var gol olan vuruş sayım 8-10'u geçmez...
ama misal çok çataldan çıkmışlığı vardır.
benim için futbola dair en güzel enstantanelerimdir rövaşatalar... gol olmasa da, arkadaşlarım ara sıra kızıp "e oğlum yeter ota boka rövaşata deniyorsun" deseler de bağımlılık olmuştur. gol olmayacağını bile bile attıklarım da vardır...
rövaşata candır... aynı zamanda heyecandır.