1931
hbb, kanal 6, tgrt gibi "efsanevi eski kanallar" kervanına katılacak olan spor kanalı. malesef artık ntvspor'suz hayata alışmayı öğrenmeliyiz. biliyorum zor olacak ama buna mecburuz anlıyo musunuz mecbur! (gözleri kapalı bir şekilde, yumruk yapıp duvara vurduğu elini ısırır ve daha sonra ağlayarak oradan uzaklaşır)
ben pek izlemiyodum gerçi bu kanalı, yayın akışını falan da bilmem ama ben vedalara dayanamıyorum, insan yine de üzülüyor. ntvspor denince aklıma altyazı olarak geçen canlı skorlar geliyor sadece. hani gol atan takımın sarı renkle yazıldığı.
ben normalde tv bile izlemem fakat kapanacağını öğrendiğimden beri içimde bi ntvspor aşkı peyda oldu. izlemesem bile tv'de açık kalsın istiyorum. geçen babam "şu kumandayı uzatsana haberler başlayacak" deyince "vicdansızlar! doymadınız değil mi diğer kanalları izlemekten! yakında kapanacak zaten! ne olurdu biraz daha izleseydiniz! namertler!" diye bağırasım geldi. surat yapıp attım kumandayı.
diğer eski kanalları da çok özlüyorum mesela. özellikle hbb'yi. o kanal yüzünden okumayı öğrenemiyodum lan az kalsın. ulan hoca okulda o harfleri bana "he" "be" "be" diye öğretiyor, "eyç bi bi" ne alaka amk!
hele tgrt'nin bende bir anısı var ki izin verirseniz sizinle paylaşmak isterim.
yıllardan çok eski bi tarih şimdi hatırlayamicam -ama ilkokula falan gidiyodum sanırım- o zamanlar ramazan ayı kışa denk geliyordu ve bi haftasonu ailecek eyüp'te oturan babanneme iftara gitmiştik. tabi baba tarafımdan herkes o akşam orda. halalar, amcalar, yengeler, kuzenler, herkes.. iftara da bi kaç saat var. bi tane de kafa dengi bi kuzenim var hep beraber takıldığımız. onunla bir araya geldiğimizde asla yerimizde durmayız. o akşam da tabi yine çıktık evden eyüp'te turluyoruz. avluda güvercinleri kovalıyoruz, türbelerin önünden geçiyoruz, pierre lotti tepesine çıkıp iniyoruz, mezarların arasında dolaşıyoruz falan. derken gözümüz bi kalabalığa takıldı. bi çadır kurulmuş büyük önünde de kameralar falan var. biz tabi kamerayı görünce direk koştuk ne oluyo acaba diye. boyumuz da cücük kadar zaten bi şey de göremiyoruz. olduğumuz yerde zıplayarak bi şeyler görmeye çalışırken bi adam kolumuzdan tuttu. "hadi siz de gelin çadıra" dedi. "ne var ki içerde" dedik. "saat veriyolar çocuklara" dedi. benim kuzenin de o yaşlarda beleş şeylere bi zaafı var. hatta onun saati falan da duyduğunu sanmıyorum. "veriyolar" lafını duyar duymaz koşmaya başladı. eminim yani adam "bok veriyolar" dese yine koşacaktı. neyse o koşmaya başlayınca ben de peşinden daldım çadıra. içeri bir girdik ki o nasıl güzel bir ortam. her yer ışıl ışıl, masal gibi. masalarda içecekler, meyveler, oyuncaklar, her masada bizim gibi çocuklar, kameralar falan. pamuk prensesin prensin düzenlediği baloya girdiği gibi girdim içeri. yüzümde tebessüm, küçük adımlarla sanki benim için ayrılan masaya gidip sandalyeye oturdum. yerimiz de öyle güzel ki en ön masa baya kalabalık, kameralar falan orayı çekiyor, elinde mikrofonlu bi adam var, tam arkalarında da biz. yani kamerada biz de çıkıyoruz. tabi o yaşlarda kameraya çıkmak meşhur olmak gibi bi derdimiz yok kafamızdaki tek soru "acaba saati ne zaman vercekler?".
neyse ön masada olaylar gelişirken biz de kuzenle masadaki yiyecek içeceklere dalmaya başladık ama öküz gibi yiyoruz. halbuki evden dışarı "biraz zaman geçirelim de hemen ezan okunsun" diye çıkmıştık. oruçluyuz yani. ama adamlar nasıl masa kurmuşlarsa allah'ı falan unuttuk bi an. tövbe tövbe. ben kabuğunu soyup hiç bölmeden ağzıma attığım mandalinayı yutmaya çalışırken bi an kafamı kaldırdım, ön masadaki mikrofonun kendisine uzatıldığı küçük bi kız çocuğunun ağlayarak konuştuğunu farkettim. içimden de "kıza verdikleri saati mi beğenmedi acaba" diye düşünüyorum kafa hâlâ saatte çünkü. ulan saati de napcaksam sanki aq o dönem zamanla ilgili tek münasebetim akşam ezanında eve gitmek. her neyse adamlar içeriye bi de yansıtma ekran kurmuşlar sonra onu farkettim. baktım kamera yakın plan kızı almış, kız ağlayarak bi şeyler anlatıyor, teşekkür falan ediyor. kızın hemen arkasında da kuzenle ben hayvan gibi meyve yiyoruz. ama tabi ben canlı yayında olduğumuzu, kanalın tgrt olduğunu hatta babannemdeki kalabalığın o an tgrt'yi izlediğini falan bilmiyorum. derken gözüm bi an ekranın altındaki yazıya kaydı. şimdi hayal meyal de olsa hatırlıyorum. çok tatlı bi renkle çok tatlı bi fontla kocaman kocaman yazmışlardı.
"kimsesiz çocuklar iftar çadırında."
mandalinanın suları burnumdan dışarı fışkırdı. küçücük yaşta tansiyonum düştü. ben bu yaşıma geldim hâlâ öyle bi şok, öyle bi "ananıskiyim lan noluyo" denecek bi durum yaşamadım. kafamın içi 3 gün boyunca "kimsesiz" "kimsesiz" "kimsesiz" diye zonkladı resmen. meğer bi program varmış bu kimsesiz çocuklarla ilgili. onlar için iftar çadırı kurmuşlar. kalabalık gözüksün diye de öyle yoldan geçen çocuklara da yok efendim "saat veriyolar", yok "oyuncak veriyolar" diye yem atıyolar. tabi biz kuzenle bu yemi yer miyiz?
amına bile koruz!
biraz daha az utansak o ağlayan kızın masasına oturacakmışız. ben tabi olayı uyanır uyanmaz kuzenin pipet sokmaya çalıştığı ayranı "amk sen hâlâ ayran mı düşünüyon" diyerek elimin tersiyle yere fırlattım. hemen koşarak çadırdan uzaklaştık. eve giderken yolda ezan okunuyordu. evdekilere geç kaldığımız için ne yalan bulsak diye de düşünüyoruz çünkü az önce 70 milyon beni canlı yayında mandalinayı tek parça yutmaya çalışırken görmedi zaten. nihayet eve vardığımızda ise bütün akrabalar bize tek tek sarıldı. tek tek öpüp kokladı herkes. birimizi kucaklayıp öpen yanındakine veriyordu. resmen şampiyonlar ligi kupası gibiydik. öyle rağbet görüyoruz. onlar tabi gerçeği biliyor da olsa bizi orada kimsesiz çocukların arasında görünce üzülmüşler. bu arada biz o zamanki kafayla her şeyi bildiklerini çakamadığımız için de hâlâ oruçlu taklidi yapıyoruz. ama görmeniz lazım böyle bir izzet-i ikram yok. sofrada önce bizim yemeklerimiz koyuluyor. hatta annem izlerken nasıl içlendiyse önüme 5 tane mandalina koydu. daha önce bi tanesini tek seferde yutmuşluğum vardı, acaba iki tanesini yutabilir miydim? derin düşünceler eşliğinde yemeğimi bitirdim ve o akşamı sonlandırdık. tgrt'nin ben de böyle bir anısı var işte.
aslında kapanmalı bence bazı kanallar.
ben pek izlemiyodum gerçi bu kanalı, yayın akışını falan da bilmem ama ben vedalara dayanamıyorum, insan yine de üzülüyor. ntvspor denince aklıma altyazı olarak geçen canlı skorlar geliyor sadece. hani gol atan takımın sarı renkle yazıldığı.
ben normalde tv bile izlemem fakat kapanacağını öğrendiğimden beri içimde bi ntvspor aşkı peyda oldu. izlemesem bile tv'de açık kalsın istiyorum. geçen babam "şu kumandayı uzatsana haberler başlayacak" deyince "vicdansızlar! doymadınız değil mi diğer kanalları izlemekten! yakında kapanacak zaten! ne olurdu biraz daha izleseydiniz! namertler!" diye bağırasım geldi. surat yapıp attım kumandayı.
diğer eski kanalları da çok özlüyorum mesela. özellikle hbb'yi. o kanal yüzünden okumayı öğrenemiyodum lan az kalsın. ulan hoca okulda o harfleri bana "he" "be" "be" diye öğretiyor, "eyç bi bi" ne alaka amk!
hele tgrt'nin bende bir anısı var ki izin verirseniz sizinle paylaşmak isterim.
yıllardan çok eski bi tarih şimdi hatırlayamicam -ama ilkokula falan gidiyodum sanırım- o zamanlar ramazan ayı kışa denk geliyordu ve bi haftasonu ailecek eyüp'te oturan babanneme iftara gitmiştik. tabi baba tarafımdan herkes o akşam orda. halalar, amcalar, yengeler, kuzenler, herkes.. iftara da bi kaç saat var. bi tane de kafa dengi bi kuzenim var hep beraber takıldığımız. onunla bir araya geldiğimizde asla yerimizde durmayız. o akşam da tabi yine çıktık evden eyüp'te turluyoruz. avluda güvercinleri kovalıyoruz, türbelerin önünden geçiyoruz, pierre lotti tepesine çıkıp iniyoruz, mezarların arasında dolaşıyoruz falan. derken gözümüz bi kalabalığa takıldı. bi çadır kurulmuş büyük önünde de kameralar falan var. biz tabi kamerayı görünce direk koştuk ne oluyo acaba diye. boyumuz da cücük kadar zaten bi şey de göremiyoruz. olduğumuz yerde zıplayarak bi şeyler görmeye çalışırken bi adam kolumuzdan tuttu. "hadi siz de gelin çadıra" dedi. "ne var ki içerde" dedik. "saat veriyolar çocuklara" dedi. benim kuzenin de o yaşlarda beleş şeylere bi zaafı var. hatta onun saati falan da duyduğunu sanmıyorum. "veriyolar" lafını duyar duymaz koşmaya başladı. eminim yani adam "bok veriyolar" dese yine koşacaktı. neyse o koşmaya başlayınca ben de peşinden daldım çadıra. içeri bir girdik ki o nasıl güzel bir ortam. her yer ışıl ışıl, masal gibi. masalarda içecekler, meyveler, oyuncaklar, her masada bizim gibi çocuklar, kameralar falan. pamuk prensesin prensin düzenlediği baloya girdiği gibi girdim içeri. yüzümde tebessüm, küçük adımlarla sanki benim için ayrılan masaya gidip sandalyeye oturdum. yerimiz de öyle güzel ki en ön masa baya kalabalık, kameralar falan orayı çekiyor, elinde mikrofonlu bi adam var, tam arkalarında da biz. yani kamerada biz de çıkıyoruz. tabi o yaşlarda kameraya çıkmak meşhur olmak gibi bi derdimiz yok kafamızdaki tek soru "acaba saati ne zaman vercekler?".
neyse ön masada olaylar gelişirken biz de kuzenle masadaki yiyecek içeceklere dalmaya başladık ama öküz gibi yiyoruz. halbuki evden dışarı "biraz zaman geçirelim de hemen ezan okunsun" diye çıkmıştık. oruçluyuz yani. ama adamlar nasıl masa kurmuşlarsa allah'ı falan unuttuk bi an. tövbe tövbe. ben kabuğunu soyup hiç bölmeden ağzıma attığım mandalinayı yutmaya çalışırken bi an kafamı kaldırdım, ön masadaki mikrofonun kendisine uzatıldığı küçük bi kız çocuğunun ağlayarak konuştuğunu farkettim. içimden de "kıza verdikleri saati mi beğenmedi acaba" diye düşünüyorum kafa hâlâ saatte çünkü. ulan saati de napcaksam sanki aq o dönem zamanla ilgili tek münasebetim akşam ezanında eve gitmek. her neyse adamlar içeriye bi de yansıtma ekran kurmuşlar sonra onu farkettim. baktım kamera yakın plan kızı almış, kız ağlayarak bi şeyler anlatıyor, teşekkür falan ediyor. kızın hemen arkasında da kuzenle ben hayvan gibi meyve yiyoruz. ama tabi ben canlı yayında olduğumuzu, kanalın tgrt olduğunu hatta babannemdeki kalabalığın o an tgrt'yi izlediğini falan bilmiyorum. derken gözüm bi an ekranın altındaki yazıya kaydı. şimdi hayal meyal de olsa hatırlıyorum. çok tatlı bi renkle çok tatlı bi fontla kocaman kocaman yazmışlardı.
"kimsesiz çocuklar iftar çadırında."
mandalinanın suları burnumdan dışarı fışkırdı. küçücük yaşta tansiyonum düştü. ben bu yaşıma geldim hâlâ öyle bi şok, öyle bi "ananıskiyim lan noluyo" denecek bi durum yaşamadım. kafamın içi 3 gün boyunca "kimsesiz" "kimsesiz" "kimsesiz" diye zonkladı resmen. meğer bi program varmış bu kimsesiz çocuklarla ilgili. onlar için iftar çadırı kurmuşlar. kalabalık gözüksün diye de öyle yoldan geçen çocuklara da yok efendim "saat veriyolar", yok "oyuncak veriyolar" diye yem atıyolar. tabi biz kuzenle bu yemi yer miyiz?
amına bile koruz!
biraz daha az utansak o ağlayan kızın masasına oturacakmışız. ben tabi olayı uyanır uyanmaz kuzenin pipet sokmaya çalıştığı ayranı "amk sen hâlâ ayran mı düşünüyon" diyerek elimin tersiyle yere fırlattım. hemen koşarak çadırdan uzaklaştık. eve giderken yolda ezan okunuyordu. evdekilere geç kaldığımız için ne yalan bulsak diye de düşünüyoruz çünkü az önce 70 milyon beni canlı yayında mandalinayı tek parça yutmaya çalışırken görmedi zaten. nihayet eve vardığımızda ise bütün akrabalar bize tek tek sarıldı. tek tek öpüp kokladı herkes. birimizi kucaklayıp öpen yanındakine veriyordu. resmen şampiyonlar ligi kupası gibiydik. öyle rağbet görüyoruz. onlar tabi gerçeği biliyor da olsa bizi orada kimsesiz çocukların arasında görünce üzülmüşler. bu arada biz o zamanki kafayla her şeyi bildiklerini çakamadığımız için de hâlâ oruçlu taklidi yapıyoruz. ama görmeniz lazım böyle bir izzet-i ikram yok. sofrada önce bizim yemeklerimiz koyuluyor. hatta annem izlerken nasıl içlendiyse önüme 5 tane mandalina koydu. daha önce bi tanesini tek seferde yutmuşluğum vardı, acaba iki tanesini yutabilir miydim? derin düşünceler eşliğinde yemeğimi bitirdim ve o akşamı sonlandırdık. tgrt'nin ben de böyle bir anısı var işte.
aslında kapanmalı bence bazı kanallar.