126
"sihirli formül"....
uzun oldu biraz çünkü galatasaray'ın taraftara açılması konusunun arka planın maddi temelleri, epey de tarihi var.....
bugün yaşanan sıkışmışlık, 1 yıldır denenmekte olan "yeni" sistemle aşılamaz.
110 yıllık futbol deneyimi, alışkanlığı ve kültürü olan, bundan bir başarı efsanesi yaratarak milyonları kendisine bağlamış bir kulübe yapılabilecek en büyük haksızlık herhalde şudur:
galatasaray'ın başarı kültürünün nerelerden kaynaklandığı bilgisine sahip olmayanların hakimiyeti...
galatasaray'ı galatasaray yapan, bugüne taşıyan sihirli formül'ü bilmemenin, uygulamamanın bedeli büyük olabilir..
sihirli formül ne midir?
kulüp ile taraftar arasında bir şekilde bir bağ kurulmasıdır.
1960'lardan beri galatasaray'da "kulüp ile taraftar" arasındaki "bağ" bir şekilde kuruluyordu..
yetersiz de olsa, taraftar böylece kulübe biraz daha yakınlaşıyor; desteğini artırıyor ve gerçekten güç haline gelebiliyordu...
bu eğilim 80'lerden sonra daha da güçlendi. 2000'lerde çığ oldu. galatasaray, sevenleri açısından herkesi geçip 1 numaraya yükseldi.
o iğrenç, yolları bile olmayan olimpiyat stadı'na tek bir hazırlık maçı akan yüzbinlerce insan, işte bu sihirli formülün gücüydü.
bu "bağ"ı, futbol ve futbolu yönetenler kurdu..
çimler florya'ya ilk ekildiğinde kargalar tohumları çalmasınlar diye nöbet bekleyen ali uras... televizyonun önünde coşkuyla bir taraftar ruhuyla "seni sevmeyen ölsün" diye bağıran ali tanrıyar.... trt'ye kafa tutan alp yalman... kolundaki saati gösteren adnan polat... kapalı'dan çıkıp gelen haldun üstünel... ülkede ilk kez artık büyümek için yeni stat yapmamız diyen faruk süren... parken'de son penaltıdan sonra yukarıya bakıp ağlayan fatih terim, herşeyi koordine eden ali dürüst.. gerektiğinde takımını bir final maçına çıkarmayan ünal aysal… hastaneden kaçan albayrak.... yurdeşen karahasan.. ergun gürsoy... ve burada ismen anamadığım onlarca galatasaraylı...
başarı, kulübü taraftara bir şekilde "bağlamayı" bilen, resmi değil ama duygusal da olsa bir aidiyet yaratan inandırıcı yaklaşımlarla oldu...
asla taraftar yalakalığından bahsetmiyorum; onların duygu yönetiminden bahsediyorum… potansiyeli ortaya çıkartıp itici enerji olarak kulübün emrine verdiren mekanizmanın altını çiziyorum…
işte son örnek... duygun yarsuvat seçildiğinde, kulüp daha kötü durumdaydı bence ama bu ekip prandelli ile bitme noktasına gelmiş takımı bu sihirli formülle toparladı, şampiyonluğa taşıdı.
“çıldırın çıldırın” şampiyonluğunu düşünün; tribündeki tezahüratı: “futbolcu, yönetim taraftar.. şampiyonsun galatasaray…”
işte bu sihirli formülün taraftar dilinde en güzel, en net özeti…
benim gördüğüm şu; bu isimler ve kurduğu ekipler bir şeyi başarıyorlardı: "kulüp ile taraftar" arasındaki bağı bir şekilde kuruyorlardı..
taraftar böylece kulübe biraz daha yakınlaşıyor; desteğini artırıyor ve gerçekten güç haline gelebiliyordu...
sanıyorum şimdi yaşadığımız en büyük problem bu. çünkü böyle bir "bilgi ve refleks" yok. mış gibi yaparak da olmuyor. bu iletişim çağında eğer samimi değilseniz, bunun geçerliliği en fazla 1 hafta sürüyor. çünkü her şey kayıt altında. sözler, kayıtlar, görüntüler, vaadler hemen ortaya çıkıyor. taraftarı kandırabilmek artık mümkün değil.
tam da abraham maslow'un dediği gibi oluyor: elde sadece bir çekiç olduğu için, her problem çivi olarak görülüyor. sat, at, kapat, kıs…
tezim şu: kentlere göçün yoğunlaştığı 1960'lerden itibaren yukarıda tanımladığım bu sihirli formül vardır ve çalışmaktadır.
galatasaray, bu formülü görecek kadar kültürlü, tecrübeli; uygulayabilecek kadar da öz güvenli olduğu için fersah fersah ilerlemiştir...
taraftarı dışlamayan, onun özdeşleşebileceği, inanacağı bir futbol ekibi olduğu zaman, o ekip taraftardan da aldığı destekle başarır. kulüpteki "liseli-lisesiz" ayrımı filan rafa kalkar.
şimdi ise yepyeni bir değişimin eşiğindeyiz. bunu yine ilk gören biz olmalıyız. devir gerçekten değişti. şehrin sokaklarında her gün dolaşan galatasaraylıları, kulüpten değil uzaklaştırmak, soğutmak; tam tersine daha da yakınlaştırmalıyız..
bu "bağ" önemlidir. bunu kulüp içinde birilerinin anlatması lazım. en zor, bizi belki de başarıdan yılarca uzak tutacak bir kararı bile taraftara anlatmak, inandırmak, ortak etmektir önemli olan.
gerçek beceri budur.
o zaman en acı zehiri de içer; ses çıkarmaz. ama kaale alınmamak, çocuk gibi kandırılmak, cenneti gösterip cehennemi saklamak...
olmaz, tutmaz.
değişimi ıskalarsak da, galatasaray'ı sadece küçültürüz...
uzun oldu biraz çünkü galatasaray'ın taraftara açılması konusunun arka planın maddi temelleri, epey de tarihi var.....
bugün yaşanan sıkışmışlık, 1 yıldır denenmekte olan "yeni" sistemle aşılamaz.
110 yıllık futbol deneyimi, alışkanlığı ve kültürü olan, bundan bir başarı efsanesi yaratarak milyonları kendisine bağlamış bir kulübe yapılabilecek en büyük haksızlık herhalde şudur:
galatasaray'ın başarı kültürünün nerelerden kaynaklandığı bilgisine sahip olmayanların hakimiyeti...
galatasaray'ı galatasaray yapan, bugüne taşıyan sihirli formül'ü bilmemenin, uygulamamanın bedeli büyük olabilir..
sihirli formül ne midir?
kulüp ile taraftar arasında bir şekilde bir bağ kurulmasıdır.
1960'lardan beri galatasaray'da "kulüp ile taraftar" arasındaki "bağ" bir şekilde kuruluyordu..
yetersiz de olsa, taraftar böylece kulübe biraz daha yakınlaşıyor; desteğini artırıyor ve gerçekten güç haline gelebiliyordu...
bu eğilim 80'lerden sonra daha da güçlendi. 2000'lerde çığ oldu. galatasaray, sevenleri açısından herkesi geçip 1 numaraya yükseldi.
o iğrenç, yolları bile olmayan olimpiyat stadı'na tek bir hazırlık maçı akan yüzbinlerce insan, işte bu sihirli formülün gücüydü.
bu "bağ"ı, futbol ve futbolu yönetenler kurdu..
çimler florya'ya ilk ekildiğinde kargalar tohumları çalmasınlar diye nöbet bekleyen ali uras... televizyonun önünde coşkuyla bir taraftar ruhuyla "seni sevmeyen ölsün" diye bağıran ali tanrıyar.... trt'ye kafa tutan alp yalman... kolundaki saati gösteren adnan polat... kapalı'dan çıkıp gelen haldun üstünel... ülkede ilk kez artık büyümek için yeni stat yapmamız diyen faruk süren... parken'de son penaltıdan sonra yukarıya bakıp ağlayan fatih terim, herşeyi koordine eden ali dürüst.. gerektiğinde takımını bir final maçına çıkarmayan ünal aysal… hastaneden kaçan albayrak.... yurdeşen karahasan.. ergun gürsoy... ve burada ismen anamadığım onlarca galatasaraylı...
başarı, kulübü taraftara bir şekilde "bağlamayı" bilen, resmi değil ama duygusal da olsa bir aidiyet yaratan inandırıcı yaklaşımlarla oldu...
asla taraftar yalakalığından bahsetmiyorum; onların duygu yönetiminden bahsediyorum… potansiyeli ortaya çıkartıp itici enerji olarak kulübün emrine verdiren mekanizmanın altını çiziyorum…
işte son örnek... duygun yarsuvat seçildiğinde, kulüp daha kötü durumdaydı bence ama bu ekip prandelli ile bitme noktasına gelmiş takımı bu sihirli formülle toparladı, şampiyonluğa taşıdı.
“çıldırın çıldırın” şampiyonluğunu düşünün; tribündeki tezahüratı: “futbolcu, yönetim taraftar.. şampiyonsun galatasaray…”
işte bu sihirli formülün taraftar dilinde en güzel, en net özeti…
benim gördüğüm şu; bu isimler ve kurduğu ekipler bir şeyi başarıyorlardı: "kulüp ile taraftar" arasındaki bağı bir şekilde kuruyorlardı..
taraftar böylece kulübe biraz daha yakınlaşıyor; desteğini artırıyor ve gerçekten güç haline gelebiliyordu...
sanıyorum şimdi yaşadığımız en büyük problem bu. çünkü böyle bir "bilgi ve refleks" yok. mış gibi yaparak da olmuyor. bu iletişim çağında eğer samimi değilseniz, bunun geçerliliği en fazla 1 hafta sürüyor. çünkü her şey kayıt altında. sözler, kayıtlar, görüntüler, vaadler hemen ortaya çıkıyor. taraftarı kandırabilmek artık mümkün değil.
tam da abraham maslow'un dediği gibi oluyor: elde sadece bir çekiç olduğu için, her problem çivi olarak görülüyor. sat, at, kapat, kıs…
tezim şu: kentlere göçün yoğunlaştığı 1960'lerden itibaren yukarıda tanımladığım bu sihirli formül vardır ve çalışmaktadır.
galatasaray, bu formülü görecek kadar kültürlü, tecrübeli; uygulayabilecek kadar da öz güvenli olduğu için fersah fersah ilerlemiştir...
taraftarı dışlamayan, onun özdeşleşebileceği, inanacağı bir futbol ekibi olduğu zaman, o ekip taraftardan da aldığı destekle başarır. kulüpteki "liseli-lisesiz" ayrımı filan rafa kalkar.
şimdi ise yepyeni bir değişimin eşiğindeyiz. bunu yine ilk gören biz olmalıyız. devir gerçekten değişti. şehrin sokaklarında her gün dolaşan galatasaraylıları, kulüpten değil uzaklaştırmak, soğutmak; tam tersine daha da yakınlaştırmalıyız..
bu "bağ" önemlidir. bunu kulüp içinde birilerinin anlatması lazım. en zor, bizi belki de başarıdan yılarca uzak tutacak bir kararı bile taraftara anlatmak, inandırmak, ortak etmektir önemli olan.
gerçek beceri budur.
o zaman en acı zehiri de içer; ses çıkarmaz. ama kaale alınmamak, çocuk gibi kandırılmak, cenneti gösterip cehennemi saklamak...
olmaz, tutmaz.
değişimi ıskalarsak da, galatasaray'ı sadece küçültürüz...