5328
çek cumhuriyeti'nin prag şehirine çalışmaya gidişim, onu takiben perşembe gününden itibaren işten izin alarak polonya'nın eski başkent'i olan krakow'u gezmek isteyişim, bunu takiben biletlerin alınması, polonya'ya gitmek için otobüsle ostrava'daki tren istasyonuna gidilmesiyle bir sonraki trenin ertesi gün oluşunu öğrenmem ve bunun ardından da milan baros'un banik ostrava takımında oynadığını şehir adından hatırlamam, alelacele erken saatten de faydalanarak antrenmanın nerede yapıldığını, bulup bulamayacağımı çevre iş yerlerinden araştırmam, antrenman sahasının yürüyerek 1 saat mesafede olduğunu ama antrenman olup olmadığından emin olmayarak yola çıkışım, sahaya vardığımda antrenmanın 3 saat sonra olduğunu ama seyirci alınmadığının bana söylenmesi... ama mutlu biten bir günün ana temasını oluşturan güzel insan. hiç bilmediğim, daha önce bulunmadığım ve tekrar bulunmayacağım bir şehir için bana "oha, baros'un yaşadığı kutsal topraklardayım lan" tepkisini verdirmiş, fenerebahçe'ye son dakikada kaçırdığı golü hala unutamadığım ve yüreğimde yara oluşturmuş eski galatasaray forveti...
daha iğrenç bir dille anlatamazdım biliyorum ama normal anlatılmayacak kadar ilginç bir gün oldu benim için, o sebeple böyle yazdım.
girişte çok dil döktüm, giriş olduğunu varsaydığım yerdeki görevli pek mutlu ve ingilizce konuşabilen birisi değildi, çok dil döktüm fakat pek oralı olmadı, "no permission"dan öte pek bi cevap aldığımı hatırlamıyorum. bunu takiben en azından girişi bulmak için yine çevrede bir kaç gördüğüm kişiye sordum, genelde buralardan içeri girildiğini söylediler ve ben de enteresan bir sandviç alarak beklemeye başladım. sanırım o görevli abimiz gece nöbetçisi gibi bir şeydi, zira ostrava'ya varışım zaten havanın yeni yeni aydınlanmasına tekabül ediyordu zaten. velhasıl bir saat kadar sonra sanıyorum, görevli değişti. yeni gelen bayan daha bir sıcak kanlıydı fakat o bu sefer düzgün bir ingilizce ile beni alamayacağını söyledi. ben de kendisinden futbolcular buradan giriyorsa milan baros'a yaklaşabilme şansım olur mu veya kendisi ondna rica edebilir mi diye söyledim, "o bizim için herhangi bir futbolcu değil bir devrin başlangıcıydı, sadece onu görmeye geldim" gibi bir abartı söylemle sanırsam hanım ablamızın kalbini çalabildim :)
bir kaç futbolcu olduğunu sandığım tip geldi içeri girdi, bir kısmı dışarıya park etti bir kısmı arabayla içeri girdi, kim dışarıya kim içeriye park ediyor anlamadım açıkçası. hanım ablaya "geldi mi" diye bir kaç kez sordum, "henüz değil" cevabı aldım bir kaç kez. ben ayakta dolaşırken hanım ablamız beni çağırıp binanın içerisinde lobimsi bir yere oturttu, "bekle" dedi sırıtan bir ağızla, ben de ağzı yarılan bir gülüşle "harbi mi lan" minvalinde "really?" reaksiyonu verdim. bir kaç dakika sonra çek golcü, milan baros'un yüzüne bakarken buldum kendimi. "i am galatasaray fan, i am just here to see you" gibi kelimelerden oluşan, bir kaç katı uzunlukta hatırlayamadığm saçma cümleler kurdum. o da hoşgeldin dediğini sandığım şeyler söyledi, öyle mal mal yüzüne bakakaldım adamın. bu adamı ali sami yen'de ve arena'da 5 yıllık tribün maceramda onlarca kez izledim, ama o an en paha biçilmeziydi dostlar.
adamın işi vardır, er ya da geç gidecek diye telaşlanmaktan anın tadını falan da çıkaramadım, dediğim gibi mal mal bi kaç cümle kurdum. kurabildiğim tek mantıklı ve dokunaklı cümle "seninle aynı tarafta savaşmak onur vericiydi" tadında olan "it was a pleasure to fight with you for the same side" gibi bir şeyler söyledim, yarım ağızla falan sırıttı, welcome dedi, tokalaştık ve milan baros dediğimiz adam uzaklaştı.
sonra da aynı yolu tam kapasiteyle sırıtarak geri yürüdüm, kuramadığım cümleleri tekrar ettim falan... böyle heyecanlandığım ve sebepsiz mutlu olduğum zaman çok azdır.
nerede olursak olalım, kim olursak olalım, yüzümüzü ne zaman, nasıl güldüreceğini bilemezsiniz galatasarayın, sağol varol...
daha iğrenç bir dille anlatamazdım biliyorum ama normal anlatılmayacak kadar ilginç bir gün oldu benim için, o sebeple böyle yazdım.
girişte çok dil döktüm, giriş olduğunu varsaydığım yerdeki görevli pek mutlu ve ingilizce konuşabilen birisi değildi, çok dil döktüm fakat pek oralı olmadı, "no permission"dan öte pek bi cevap aldığımı hatırlamıyorum. bunu takiben en azından girişi bulmak için yine çevrede bir kaç gördüğüm kişiye sordum, genelde buralardan içeri girildiğini söylediler ve ben de enteresan bir sandviç alarak beklemeye başladım. sanırım o görevli abimiz gece nöbetçisi gibi bir şeydi, zira ostrava'ya varışım zaten havanın yeni yeni aydınlanmasına tekabül ediyordu zaten. velhasıl bir saat kadar sonra sanıyorum, görevli değişti. yeni gelen bayan daha bir sıcak kanlıydı fakat o bu sefer düzgün bir ingilizce ile beni alamayacağını söyledi. ben de kendisinden futbolcular buradan giriyorsa milan baros'a yaklaşabilme şansım olur mu veya kendisi ondna rica edebilir mi diye söyledim, "o bizim için herhangi bir futbolcu değil bir devrin başlangıcıydı, sadece onu görmeye geldim" gibi bir abartı söylemle sanırsam hanım ablamızın kalbini çalabildim :)
bir kaç futbolcu olduğunu sandığım tip geldi içeri girdi, bir kısmı dışarıya park etti bir kısmı arabayla içeri girdi, kim dışarıya kim içeriye park ediyor anlamadım açıkçası. hanım ablaya "geldi mi" diye bir kaç kez sordum, "henüz değil" cevabı aldım bir kaç kez. ben ayakta dolaşırken hanım ablamız beni çağırıp binanın içerisinde lobimsi bir yere oturttu, "bekle" dedi sırıtan bir ağızla, ben de ağzı yarılan bir gülüşle "harbi mi lan" minvalinde "really?" reaksiyonu verdim. bir kaç dakika sonra çek golcü, milan baros'un yüzüne bakarken buldum kendimi. "i am galatasaray fan, i am just here to see you" gibi kelimelerden oluşan, bir kaç katı uzunlukta hatırlayamadığm saçma cümleler kurdum. o da hoşgeldin dediğini sandığım şeyler söyledi, öyle mal mal yüzüne bakakaldım adamın. bu adamı ali sami yen'de ve arena'da 5 yıllık tribün maceramda onlarca kez izledim, ama o an en paha biçilmeziydi dostlar.
adamın işi vardır, er ya da geç gidecek diye telaşlanmaktan anın tadını falan da çıkaramadım, dediğim gibi mal mal bi kaç cümle kurdum. kurabildiğim tek mantıklı ve dokunaklı cümle "seninle aynı tarafta savaşmak onur vericiydi" tadında olan "it was a pleasure to fight with you for the same side" gibi bir şeyler söyledim, yarım ağızla falan sırıttı, welcome dedi, tokalaştık ve milan baros dediğimiz adam uzaklaştı.
sonra da aynı yolu tam kapasiteyle sırıtarak geri yürüdüm, kuramadığım cümleleri tekrar ettim falan... böyle heyecanlandığım ve sebepsiz mutlu olduğum zaman çok azdır.
nerede olursak olalım, kim olursak olalım, yüzümüzü ne zaman, nasıl güldüreceğini bilemezsiniz galatasarayın, sağol varol...