234
bu başlıkta olayları bütün sadeliği ve gerçekliği ile, asla kişiselleştirmeden ortaya koyduğuma inanıyorum.
aksi görüşlerden de aynı özveri ve titizliği beklemek en doğal hakkım; çünkü üşenmeksizin çalışarak bir tez ortaya koymaya gayret ettim. çünkü karşımdaki insanlar, bu satırlara değerli zamanlarını ayıran, aynı görüşlerde olayım veya olmayayım sizler, yani hitap ettiğim insanlar galatasaray'a gönül vermiş insanlarsınız.
ama madem kişiselleştiriyoruz; anlatayım.
passolig şerefsizliği çıktığından beri maçlara gitmeyen bir insanım. benim tercihim. kimse almasaydı bu boktan derhal kurtulabilirdik. benimsemediler arkadaşlar bu tercihi. saygı duymuyorum aslında ama bununla insanları yargılamanın da çok da doğru olmadığını düşünüyorum. sonuçta ortada bir sevda var ve onlar kendilerince doğruyu yaptıklarını düşünüyorlardı, benim gibi almayanlar, bu oruca katlananlar da kendimizce doğru olanı yaptığımızı düşünüyorduk. hepsi sevdamız içindi.
neyse. maçlara gitmiyorum velhasıl. hatta bugün, sinan çıkıp da umut girdiğinde maçı dahi izlemeyi bıraktım. eşim geldi sonra. ne oldu niye üzgünsün, bir değişik üzgünsün diye sordu. dedim ki hani hayal kırıklığına uğrarsın, bir şey söyleyesin bile gelmez ya; öyleyim işte. stadyumda olsam, ıslıklamazdım bile. değmez çünkü. bunu bile anlamazlar, bunu bile anlamıyorsunuz. öyle bir tükenmişlik, öyle bir başkası adına utanma hasıl oldu artık. hadi ben 33 yaşında adamım. biz ne günler gördük bu renklerle. ne inişler çıkışlar yaşadık. ne ihanetler ne kahramanlıklar gördük. biz biliyoruz böyle günler olur. gelir yaşarsın ve geçer. peşinden yine sarı kırmızının hükümdarlığı gelir. sıkıntı yok. sabır var bizde. inanç var. var ama metin oktay ruhuna var, gheorghe hagi ruhuna var, kalli deliliğine, gerets inadına, lucescu tevazusuna var. burak yılmaz aymazlığına, selçuk inan rahatlığına, dursun özbek silikliğine, hamza hamzaoğlu çapsızlığına, semih kaya ırkçılığına, yasin öztekin ben oldumculuğuna değil. sinan gümüş sakinliğine var. sneijder sinirine var. muslera sabrına efendiliğine var. melo'nun adamışlığına var. gerisi galatasaray değil işte. bir galatasaray için uğraşanlar var bir de kendileri için. kendileri için uğraşanları 20li yaşlarındaki canavar gibi galatasaraylı kardeşlerime anlatamazsın. onlardan saygı bekleme hakkın da yok çünkü ıslıkladıkları adamların ne kendilerine ne armaya ne de işlerine saygıları var.
o yüzden, bu çocuklara buralarda "ama onlar bu formayı giyiyor", "ama onlar bu kulüp için şunları yaptı", "ama takımı desteklemek gerek" falan filan diye olmadık şeyler anlatmanın alemi yok. aslında o ıslık, bu armaya, bu değerlere destektir. işte tam olarak bunu anlamıyorsunuz.
aksi görüşlerden de aynı özveri ve titizliği beklemek en doğal hakkım; çünkü üşenmeksizin çalışarak bir tez ortaya koymaya gayret ettim. çünkü karşımdaki insanlar, bu satırlara değerli zamanlarını ayıran, aynı görüşlerde olayım veya olmayayım sizler, yani hitap ettiğim insanlar galatasaray'a gönül vermiş insanlarsınız.
ama madem kişiselleştiriyoruz; anlatayım.
passolig şerefsizliği çıktığından beri maçlara gitmeyen bir insanım. benim tercihim. kimse almasaydı bu boktan derhal kurtulabilirdik. benimsemediler arkadaşlar bu tercihi. saygı duymuyorum aslında ama bununla insanları yargılamanın da çok da doğru olmadığını düşünüyorum. sonuçta ortada bir sevda var ve onlar kendilerince doğruyu yaptıklarını düşünüyorlardı, benim gibi almayanlar, bu oruca katlananlar da kendimizce doğru olanı yaptığımızı düşünüyorduk. hepsi sevdamız içindi.
neyse. maçlara gitmiyorum velhasıl. hatta bugün, sinan çıkıp da umut girdiğinde maçı dahi izlemeyi bıraktım. eşim geldi sonra. ne oldu niye üzgünsün, bir değişik üzgünsün diye sordu. dedim ki hani hayal kırıklığına uğrarsın, bir şey söyleyesin bile gelmez ya; öyleyim işte. stadyumda olsam, ıslıklamazdım bile. değmez çünkü. bunu bile anlamazlar, bunu bile anlamıyorsunuz. öyle bir tükenmişlik, öyle bir başkası adına utanma hasıl oldu artık. hadi ben 33 yaşında adamım. biz ne günler gördük bu renklerle. ne inişler çıkışlar yaşadık. ne ihanetler ne kahramanlıklar gördük. biz biliyoruz böyle günler olur. gelir yaşarsın ve geçer. peşinden yine sarı kırmızının hükümdarlığı gelir. sıkıntı yok. sabır var bizde. inanç var. var ama metin oktay ruhuna var, gheorghe hagi ruhuna var, kalli deliliğine, gerets inadına, lucescu tevazusuna var. burak yılmaz aymazlığına, selçuk inan rahatlığına, dursun özbek silikliğine, hamza hamzaoğlu çapsızlığına, semih kaya ırkçılığına, yasin öztekin ben oldumculuğuna değil. sinan gümüş sakinliğine var. sneijder sinirine var. muslera sabrına efendiliğine var. melo'nun adamışlığına var. gerisi galatasaray değil işte. bir galatasaray için uğraşanlar var bir de kendileri için. kendileri için uğraşanları 20li yaşlarındaki canavar gibi galatasaraylı kardeşlerime anlatamazsın. onlardan saygı bekleme hakkın da yok çünkü ıslıkladıkları adamların ne kendilerine ne armaya ne de işlerine saygıları var.
o yüzden, bu çocuklara buralarda "ama onlar bu formayı giyiyor", "ama onlar bu kulüp için şunları yaptı", "ama takımı desteklemek gerek" falan filan diye olmadık şeyler anlatmanın alemi yok. aslında o ıslık, bu armaya, bu değerlere destektir. işte tam olarak bunu anlamıyorsunuz.