198
aşkların en güzelini bizlere miras bırakan ölümsüz insan. galatasaray forması sahalarda olduğu, sarı kırmızıya adanmış kalpler attığı sürece yaşamaya devam edecektir...
--- alinti ---
bir telefon ısrarlı ısrarlı çalmakta... mahmur gözlerini ovuşturarak uyanan galatasaray spor kulübü'nün başkanı faruk süren telefonun sabahın bu saatinde neden çaldığını öğrenmek üzere yatak odasından salona doğru yürümekte... duvardaki takvim ise 17 mayıs 2001 perşembe'yi göstermekte... bir anda kendine gelir, bugünün öneminden olacak...belki de istekli çalan telefonun ' beni aç' dercesine inlemesinden...
-efendim? der...
karşıdaki ses;
-saat 19.05' te ali bey sizi ve yönetiminizi galatasaray lisesi tevfik fikret salonunda bekliyor...mutlaka orada olun...
-siz kimsiniz ?
-kim bu ali bey ? diye sorar faruk süren. ama aldığı cevap sadece ;
-biip biip biip, olur...
peki ama kimdi bu ali bey? faruk süren telefondaki sesin etkisinde kalmıştır ama bir mana da verememiştir söylenenlere... yine de başta mehmet cansun olmak üzere bütün yönetim kurulu arkadaşlarını arar... meçhul şahıs ile arasında geçen konuşmayı "etkileyici bir ses, emredercesine 'şu saatte şurda olun',dedi" diyerek açıklar...
onlar da şaşırmışlardır başkan'ın anlattıklarına...ama tüm yönetim kurulu üyeleri itirazsız bir şekilde bahsedilen saatte bahsedilen yerde olacaklarını söylerler... aşağı yukarı aynı saatte bir başka telefon daha çalar...
yer: italya'nın floransa şehri ... aynı etkileyici ses ve emredercesine bir davet... fatih terim, ruhunda her zaman hissettiği galatasaraylılığın vermiş olduğu heyecan ve biraz da merak ile ne olduğunu anlamadan kendini havaalanında ve istanbul uçağını beklerken bulur... o da telefonda görüştüğü ve onun bir an önce havaalanına gelmesini sağlayacak limuzin'i gönderen ayrıca uçak biletini rezerve ettiren meçhul kişiyi merak ediyordu...
ve tabii ki, kendisini çağırtan ali bey' i ...
hem bukadar önemli ne olabilirdi ki, onu birdenbire havaalanına sürükleyen? atatürk havalimanına indiğinde, şimdilik çözümü zor olan denklemin içinde yanlız olmadığını farketti... ona doğru karmaşık duygular içerisinde yürüyen biri daha vardı..."ölene dek galatasaraylı", hakan şükür... sarılıp öpüştürler, kısa bir konuşmadan sonra birbirlerine aynı soruyu sordular;
"kim bu ali bey ? "
saat 19.00 suları... yer: istiklal caddesi, galatasaray lisesi önü... lisenin önünde, içeri alınmayan gazeteciler vardı... sadece muhabirler değil, spor yazarları da oradaydı... onları da aramış olan meçhul kişi, çok önemli açıklamalarda bulunacağını söylemesine rağmen içeri alınmıyorlardı. bu da doğal olarak meraklarını artırıyordu... faruk süren, gazetecilerden uzak bir bölümde diğer arkadaşlarını beklerken, yanındaki mehmet cansun' a şaşkın ama biraz da alaycı bir ses tonuyla "allah allah, şu gazeteciler içerisinde galatasaray'a antipatisi olan yazarlar bile var, çok ilginç... ne işleri olabilir ki burda?halbuki onlar araştırma gereği hissetmeden yazmaya alışıktırlar... hem sonra bu gazetecilere kim haber verdi ki ?" diye sordu. elbetteki bu soruya cevap veremedi mehmet cansun...çünkü, onun kafasında hala "neden burdayız?" sorusu vardı... ve yanıtsız olan bu sorudan dolayı düşünceli idi...onun gibi zeki bir insanın 40-45 saniyelik bir duraksamadan sonra "efendim" demesi, yaşanan olayların ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlıyordu sanki...
saat 19..00'a doğru, birbiri ardına bütün yönetim kurulu üyeleri galatasaray lisesi önüne gelmeye başlamışlardı, gazetecilerin markajından sıyrılanlar kendilerini diğer arkadaşlarının yanına zor atıyorlardı... bu arada fatih terim ve hakan şükür de lise önünde görününce ortalık iyice karıştı... gazetecilere göre, yönetim kurulu üyeleri tamamdı da bunlar nereden çıkmıştı şimdi? aslında gazeteciler gibi yöneticiler de şaşkındı...onları görünce tarifsiz duygular içinde donup kaldılar....gayet de sevindiler, çünkü eski dost düşman olmazdı...yönetim kurulu üyelerinin ve başkan'ın bu şaşkın durumlarını gören fatih terim bundan pek etkilenmemişti... zaten, davetin yönetimden gelmediğini daha telefonda hissetmişti...çünkü ona emir falan vız gelirdi... ama ses öyle otoriterdi ki, o da itaat etmişti...ve hakan' a da bunu havaalanında söylemişti... tam o sırada kaptan bülent korkmaz göründü...eski hocası ve takım arkadaşıyla kucaklaştıktan sonra aynı sorular sorulmaya başlandı... elbetteki kimse açıklayıcı bir şeyler söyleyemiyordu. herkes lisenin giriş kapısının önünde beklemekteydi... ama nedense lisenin bütün kapıları kitli ve içeride hiç hareketlilik yoktu. zaten istiklal caddesinde de bir gariplik vardı ya, neyse... saatler tam 18.55'i gösterdiğinde kapı açıldı...
kapıda görünen kişi, sanki tanıdık bir simaydı ama hiçbiri birşey sormaya cesaret edemiyordu... kapıyı açan kişi "vatan şairi" emin bülent serdaroğlu'ydu... yani galatasaray spor kulübünün 2. numaralı kurucusu... sadece oraya neden getirildiğini anlayamayan fahriye yen'in yüzünde şaşkınlık, beyninde yankılanıp dudaklarından dökülen "bu imkansız!" nidası vardı... aslında fahriye hanımın aklında çok çelişkili sorular da vardı...daha 7-8 ay önce galatasaray spor kulübü'nün 95.kuruluş yıldönümüne davet edildiğinde, bu törene, kalmış olduğu huzuevinin döküntü bir minübüsüyle gelmişti... ama şimdi öylemiydi? kendisine önce harikulade giysiler yollanmış, aşağıda bekleyen limuzin'e ise bir doktor ve bir hemşire eşliğinde bindirilmişti...ayrıca bir de ambulans vardı onları izleyen...
etraftakiler fahriye hanımın mırıldandığı "imkansız" sözcüğününden birşeyler çıkartmaya çalıştılarsa da, neyin imkansız olduğu konusunda hiçbirşey anlayamadılar... kapıyı açan emin bülent bey gerçek bir evsahibi edasıyla "içeri buyurun efendim" diyerek misafirleri ! içeri davet etti... liseden içeri girenler, mekteb-i sultani'nin ilk kez bukadar ürpertici bir havada olduğunu farkettiler... aslında burası hepsinin evi sayılırdı, hava da soğuk değildi neden bukadar ürperiyorlardı ki? ah bir bilebilseler... bunları düşünürken kendilerini emin bülent bey'in peşinde ve medvenleri çıkarken buldular... tevfik fikret salonuna girdiklerinde kürsünün arkasında oturan kişilerin kim olduğunu çözmeye çalıştılar... bazıları biraz şüpheci davransalar da çoğu tanıyamadı bu insanları... herkes kendilerine ayrılan koltuklara oturdu...sessizdiler...kürsüde oturanların heybetinden çekinerek kimse ağzını bile açamıyordu...sadece beyinlerini kemiren soruları kendi kendilerine sorabiliyorlardı... kimdi bunlar? koskoca galatasaray spor kulübü yöneticileri ve buraya çağırılan eski teknik direktörü, şimdiki kaptanı ve eski golcüsü.. kürsüye adını yeni öğrenecekleri emin bülent bey geçti ve mikrofonsuz bir şekilde ama gür bir sesle:
-hoşgeldiniz! ben, emin bülent serdaroğlu...bizleri kırmayıp buralara kadar geldiğiniz için kendim ve arkadaşarım adına sizlere teşekkur ederim.bu arada şunu da ilave etmeliyim ki sizlere teşekkür borçluyuz....
konuşmayı dinleyenler hayretten açılmış gözlerinden süzülen gözyaşlarını saklamaya çalıştılar... emin bülent bey yapmış olduğu kısa giriş konuşmasından sonra, kürsüde oturan diğer şahsiyetlere döndü, masanın en başında oturan şık ve bir o kadar da yakışıklı beyefendiyi eliyle ama sessiz bir şekilde kürsüye davet etti... bu sırada salonda çıt çıkmıyordu, ta ki fahri yen hanımefendinin haykırarak -hayır, bu olamaz! demesine kadar... fahriye yen ağlıyordu...o yaşlı bedeni bukadar heyecana dayanacak gibi değildi ama kürsüye gelen konuşmacı bu olanlardan hiç etkilenmeden konuşmasına başladı...
-sevgili galatasaraylılar, çağrımıza uyup eksiksiz bir şekilde buraya geldiğiniz için teşekkür ederim... ben, ali sami yen...
kürsüde dimdik duran bu insanın söyledikleri fahriye hanımın ardından, diğerlerini de hıçkırıklara boğmak üzereydi ki ali sami bey devam etti :
-kuruluş amacımızı açıkladığım 1 kasım 1905'ten bu yana çok uzun zaman geçti. doğrularıyla, yanlışlarıyla neredeyse koskoca bir yüzyıl geride bırakıldı.ilk günlerde, sınıf arkadaşlarım ve dostlarımızın ortak amacı olan başarı ve kalıcılık konusunda ne kadar haklı olduğumuzu bugün geriye baktığımızda görüyorum. ve 1 ekim 1905'te söylediğim; 'amacımız ingilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak.türk olmayan takımları yenmek.' sözünün, bugün sizler tarafından en üst seviyeye çıkartılmış olması bana ve arkadaşlarıma tarif edilemez duygular vermiştir. bizler, sizleri gururla izlemekteyiz....galatasaray'ımızın katettiği yollar ve bulunduğu mevkii, alınan kupalar; ve elbetteki avrupa şampiyonlukları galatasaray'ımızın sağlam geleceğinin temeli olmuştur... sizlerle gurur duyuyoruz... teşekkür ederim...
ali sami bey, konuşmasını bitirip arkadaşlarının bulunduğu masaya doğru döndüğünde kurucularımızdan emin bülent serdaroğlu, asım tevfik sonumut, şehit celal ibrahim, bekir sıtkı bircan, tahsin nahit, reşat şirvani, refik cevdet kaplakçioğlu ve abidin daver beyler onu ayakta alkışlıyorlardı... aynı anda salonda bulunan dinleyiciler de titreyen elleriyle alkışlamaya çalışıyorlardı ... içlerinde baygınlık geçirenler, hıçkıra hıçkıra ağlayanlar vardı... yine aynı saniyelerde ön sıralarda oturanların arkasında ki geniş boşluktan kuvvetli alkış sesleri gelmeye başladı... adeta beyinlerin içinde çınlayan bu alkışların sahibini görmek için kafalarını çeviren galatasaraylıların dilleri tutuldu... çünkü bu alkışların sahipleri arasında "vatan uğruna şehitlerimiz"den hasnun galip vardı...kafkas cephesinde şehit edildiğinde göğsünde gs rozeti bulunan abdurrahman robenson vardı...çanakkale aslanlarından mehmet muzaffer vardı...kısacası vatan uğruna çeşitli cephelerde canlarını feda eden tüm galatasaraylılar ordaydı... sait halim paşa ve daniş tunalıgil gibi ermenilerin kurşunları ile şehit edilen galatasaraylılar da elbetteki alkışlayanlar arasındaydılar... efsane hocalarımız ve sporcularımızdan tevfik fikret, muslih hoca, sabri mahir, arslan nihat, boduri, metin oktay, gündüz kılıç, rober eryol, bosko kajganiç, salim şatıroğlu ve hepsi ama hepsi ordaydı... en arka sıralarda ise biraz yüksekçe bir yerde duran 2 kişi daha vardı... birisi, elinde sarı ve kırmızı iki gül tutan gül baba, diğeri ise kocaman bir bayrağı sağ kolunu havaya kaldırmış bir şekilde sallayan karıncaezmez şevki...
o gün orada yaşanan olaylar, orada bulunanların hayatlarında kimseye anlatamayacağı ve tarif edemeyeceği şeylerdi... dışardaki gazeteciler ve diğer insanların içerde olup biten hiçbirşeyden haberleriyoktu... olamayacaktı da...
--- alinti ---
--- alinti ---
bir telefon ısrarlı ısrarlı çalmakta... mahmur gözlerini ovuşturarak uyanan galatasaray spor kulübü'nün başkanı faruk süren telefonun sabahın bu saatinde neden çaldığını öğrenmek üzere yatak odasından salona doğru yürümekte... duvardaki takvim ise 17 mayıs 2001 perşembe'yi göstermekte... bir anda kendine gelir, bugünün öneminden olacak...belki de istekli çalan telefonun ' beni aç' dercesine inlemesinden...
-efendim? der...
karşıdaki ses;
-saat 19.05' te ali bey sizi ve yönetiminizi galatasaray lisesi tevfik fikret salonunda bekliyor...mutlaka orada olun...
-siz kimsiniz ?
-kim bu ali bey ? diye sorar faruk süren. ama aldığı cevap sadece ;
-biip biip biip, olur...
peki ama kimdi bu ali bey? faruk süren telefondaki sesin etkisinde kalmıştır ama bir mana da verememiştir söylenenlere... yine de başta mehmet cansun olmak üzere bütün yönetim kurulu arkadaşlarını arar... meçhul şahıs ile arasında geçen konuşmayı "etkileyici bir ses, emredercesine 'şu saatte şurda olun',dedi" diyerek açıklar...
onlar da şaşırmışlardır başkan'ın anlattıklarına...ama tüm yönetim kurulu üyeleri itirazsız bir şekilde bahsedilen saatte bahsedilen yerde olacaklarını söylerler... aşağı yukarı aynı saatte bir başka telefon daha çalar...
yer: italya'nın floransa şehri ... aynı etkileyici ses ve emredercesine bir davet... fatih terim, ruhunda her zaman hissettiği galatasaraylılığın vermiş olduğu heyecan ve biraz da merak ile ne olduğunu anlamadan kendini havaalanında ve istanbul uçağını beklerken bulur... o da telefonda görüştüğü ve onun bir an önce havaalanına gelmesini sağlayacak limuzin'i gönderen ayrıca uçak biletini rezerve ettiren meçhul kişiyi merak ediyordu...
ve tabii ki, kendisini çağırtan ali bey' i ...
hem bukadar önemli ne olabilirdi ki, onu birdenbire havaalanına sürükleyen? atatürk havalimanına indiğinde, şimdilik çözümü zor olan denklemin içinde yanlız olmadığını farketti... ona doğru karmaşık duygular içerisinde yürüyen biri daha vardı..."ölene dek galatasaraylı", hakan şükür... sarılıp öpüştürler, kısa bir konuşmadan sonra birbirlerine aynı soruyu sordular;
"kim bu ali bey ? "
saat 19.00 suları... yer: istiklal caddesi, galatasaray lisesi önü... lisenin önünde, içeri alınmayan gazeteciler vardı... sadece muhabirler değil, spor yazarları da oradaydı... onları da aramış olan meçhul kişi, çok önemli açıklamalarda bulunacağını söylemesine rağmen içeri alınmıyorlardı. bu da doğal olarak meraklarını artırıyordu... faruk süren, gazetecilerden uzak bir bölümde diğer arkadaşlarını beklerken, yanındaki mehmet cansun' a şaşkın ama biraz da alaycı bir ses tonuyla "allah allah, şu gazeteciler içerisinde galatasaray'a antipatisi olan yazarlar bile var, çok ilginç... ne işleri olabilir ki burda?halbuki onlar araştırma gereği hissetmeden yazmaya alışıktırlar... hem sonra bu gazetecilere kim haber verdi ki ?" diye sordu. elbetteki bu soruya cevap veremedi mehmet cansun...çünkü, onun kafasında hala "neden burdayız?" sorusu vardı... ve yanıtsız olan bu sorudan dolayı düşünceli idi...onun gibi zeki bir insanın 40-45 saniyelik bir duraksamadan sonra "efendim" demesi, yaşanan olayların ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlıyordu sanki...
saat 19..00'a doğru, birbiri ardına bütün yönetim kurulu üyeleri galatasaray lisesi önüne gelmeye başlamışlardı, gazetecilerin markajından sıyrılanlar kendilerini diğer arkadaşlarının yanına zor atıyorlardı... bu arada fatih terim ve hakan şükür de lise önünde görününce ortalık iyice karıştı... gazetecilere göre, yönetim kurulu üyeleri tamamdı da bunlar nereden çıkmıştı şimdi? aslında gazeteciler gibi yöneticiler de şaşkındı...onları görünce tarifsiz duygular içinde donup kaldılar....gayet de sevindiler, çünkü eski dost düşman olmazdı...yönetim kurulu üyelerinin ve başkan'ın bu şaşkın durumlarını gören fatih terim bundan pek etkilenmemişti... zaten, davetin yönetimden gelmediğini daha telefonda hissetmişti...çünkü ona emir falan vız gelirdi... ama ses öyle otoriterdi ki, o da itaat etmişti...ve hakan' a da bunu havaalanında söylemişti... tam o sırada kaptan bülent korkmaz göründü...eski hocası ve takım arkadaşıyla kucaklaştıktan sonra aynı sorular sorulmaya başlandı... elbetteki kimse açıklayıcı bir şeyler söyleyemiyordu. herkes lisenin giriş kapısının önünde beklemekteydi... ama nedense lisenin bütün kapıları kitli ve içeride hiç hareketlilik yoktu. zaten istiklal caddesinde de bir gariplik vardı ya, neyse... saatler tam 18.55'i gösterdiğinde kapı açıldı...
kapıda görünen kişi, sanki tanıdık bir simaydı ama hiçbiri birşey sormaya cesaret edemiyordu... kapıyı açan kişi "vatan şairi" emin bülent serdaroğlu'ydu... yani galatasaray spor kulübünün 2. numaralı kurucusu... sadece oraya neden getirildiğini anlayamayan fahriye yen'in yüzünde şaşkınlık, beyninde yankılanıp dudaklarından dökülen "bu imkansız!" nidası vardı... aslında fahriye hanımın aklında çok çelişkili sorular da vardı...daha 7-8 ay önce galatasaray spor kulübü'nün 95.kuruluş yıldönümüne davet edildiğinde, bu törene, kalmış olduğu huzuevinin döküntü bir minübüsüyle gelmişti... ama şimdi öylemiydi? kendisine önce harikulade giysiler yollanmış, aşağıda bekleyen limuzin'e ise bir doktor ve bir hemşire eşliğinde bindirilmişti...ayrıca bir de ambulans vardı onları izleyen...
etraftakiler fahriye hanımın mırıldandığı "imkansız" sözcüğününden birşeyler çıkartmaya çalıştılarsa da, neyin imkansız olduğu konusunda hiçbirşey anlayamadılar... kapıyı açan emin bülent bey gerçek bir evsahibi edasıyla "içeri buyurun efendim" diyerek misafirleri ! içeri davet etti... liseden içeri girenler, mekteb-i sultani'nin ilk kez bukadar ürpertici bir havada olduğunu farkettiler... aslında burası hepsinin evi sayılırdı, hava da soğuk değildi neden bukadar ürperiyorlardı ki? ah bir bilebilseler... bunları düşünürken kendilerini emin bülent bey'in peşinde ve medvenleri çıkarken buldular... tevfik fikret salonuna girdiklerinde kürsünün arkasında oturan kişilerin kim olduğunu çözmeye çalıştılar... bazıları biraz şüpheci davransalar da çoğu tanıyamadı bu insanları... herkes kendilerine ayrılan koltuklara oturdu...sessizdiler...kürsüde oturanların heybetinden çekinerek kimse ağzını bile açamıyordu...sadece beyinlerini kemiren soruları kendi kendilerine sorabiliyorlardı... kimdi bunlar? koskoca galatasaray spor kulübü yöneticileri ve buraya çağırılan eski teknik direktörü, şimdiki kaptanı ve eski golcüsü.. kürsüye adını yeni öğrenecekleri emin bülent bey geçti ve mikrofonsuz bir şekilde ama gür bir sesle:
-hoşgeldiniz! ben, emin bülent serdaroğlu...bizleri kırmayıp buralara kadar geldiğiniz için kendim ve arkadaşarım adına sizlere teşekkur ederim.bu arada şunu da ilave etmeliyim ki sizlere teşekkür borçluyuz....
konuşmayı dinleyenler hayretten açılmış gözlerinden süzülen gözyaşlarını saklamaya çalıştılar... emin bülent bey yapmış olduğu kısa giriş konuşmasından sonra, kürsüde oturan diğer şahsiyetlere döndü, masanın en başında oturan şık ve bir o kadar da yakışıklı beyefendiyi eliyle ama sessiz bir şekilde kürsüye davet etti... bu sırada salonda çıt çıkmıyordu, ta ki fahri yen hanımefendinin haykırarak -hayır, bu olamaz! demesine kadar... fahriye yen ağlıyordu...o yaşlı bedeni bukadar heyecana dayanacak gibi değildi ama kürsüye gelen konuşmacı bu olanlardan hiç etkilenmeden konuşmasına başladı...
-sevgili galatasaraylılar, çağrımıza uyup eksiksiz bir şekilde buraya geldiğiniz için teşekkür ederim... ben, ali sami yen...
kürsüde dimdik duran bu insanın söyledikleri fahriye hanımın ardından, diğerlerini de hıçkırıklara boğmak üzereydi ki ali sami bey devam etti :
-kuruluş amacımızı açıkladığım 1 kasım 1905'ten bu yana çok uzun zaman geçti. doğrularıyla, yanlışlarıyla neredeyse koskoca bir yüzyıl geride bırakıldı.ilk günlerde, sınıf arkadaşlarım ve dostlarımızın ortak amacı olan başarı ve kalıcılık konusunda ne kadar haklı olduğumuzu bugün geriye baktığımızda görüyorum. ve 1 ekim 1905'te söylediğim; 'amacımız ingilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak.türk olmayan takımları yenmek.' sözünün, bugün sizler tarafından en üst seviyeye çıkartılmış olması bana ve arkadaşlarıma tarif edilemez duygular vermiştir. bizler, sizleri gururla izlemekteyiz....galatasaray'ımızın katettiği yollar ve bulunduğu mevkii, alınan kupalar; ve elbetteki avrupa şampiyonlukları galatasaray'ımızın sağlam geleceğinin temeli olmuştur... sizlerle gurur duyuyoruz... teşekkür ederim...
ali sami bey, konuşmasını bitirip arkadaşlarının bulunduğu masaya doğru döndüğünde kurucularımızdan emin bülent serdaroğlu, asım tevfik sonumut, şehit celal ibrahim, bekir sıtkı bircan, tahsin nahit, reşat şirvani, refik cevdet kaplakçioğlu ve abidin daver beyler onu ayakta alkışlıyorlardı... aynı anda salonda bulunan dinleyiciler de titreyen elleriyle alkışlamaya çalışıyorlardı ... içlerinde baygınlık geçirenler, hıçkıra hıçkıra ağlayanlar vardı... yine aynı saniyelerde ön sıralarda oturanların arkasında ki geniş boşluktan kuvvetli alkış sesleri gelmeye başladı... adeta beyinlerin içinde çınlayan bu alkışların sahibini görmek için kafalarını çeviren galatasaraylıların dilleri tutuldu... çünkü bu alkışların sahipleri arasında "vatan uğruna şehitlerimiz"den hasnun galip vardı...kafkas cephesinde şehit edildiğinde göğsünde gs rozeti bulunan abdurrahman robenson vardı...çanakkale aslanlarından mehmet muzaffer vardı...kısacası vatan uğruna çeşitli cephelerde canlarını feda eden tüm galatasaraylılar ordaydı... sait halim paşa ve daniş tunalıgil gibi ermenilerin kurşunları ile şehit edilen galatasaraylılar da elbetteki alkışlayanlar arasındaydılar... efsane hocalarımız ve sporcularımızdan tevfik fikret, muslih hoca, sabri mahir, arslan nihat, boduri, metin oktay, gündüz kılıç, rober eryol, bosko kajganiç, salim şatıroğlu ve hepsi ama hepsi ordaydı... en arka sıralarda ise biraz yüksekçe bir yerde duran 2 kişi daha vardı... birisi, elinde sarı ve kırmızı iki gül tutan gül baba, diğeri ise kocaman bir bayrağı sağ kolunu havaya kaldırmış bir şekilde sallayan karıncaezmez şevki...
o gün orada yaşanan olaylar, orada bulunanların hayatlarında kimseye anlatamayacağı ve tarif edemeyeceği şeylerdi... dışardaki gazeteciler ve diğer insanların içerde olup biten hiçbirşeyden haberleriyoktu... olamayacaktı da...
--- alinti ---