• 18
    --- alinti ---
    halı saha kültürü1

    yeşil çimenler, genç yaşlı pek çok erkeğin futbol maçlarında izledikleri, taraf oldukları, heyecanlandıkları ve kafayı taktıkları bütün hareketleri kendilerinin de uygulayabilecekleri anı, fırsatı kolladıkları bir hayalin zeminidir. ancak adı modern olan şehirler, kimseye pek bu şansı vermez. profesyoneller ya da altyapıdakiler ve bir ihtimal amatör küme oyuncuları dışında bu şans, yani yeşil çimenlerde futbol oynamak herkese nasip olmaz. ancak kent, insana yakalayamayacağı fırsatları sanal olarak yaşama fırsatı veren imkanlara da tuhaf bir biçimde sahiptir. gerçek futbol sahalarına ancak seyirci olarak dahil olanlar, halı saha icadıyla “realiteyi sahaya yansıtma” fırsatı bulmuşlardır. anlaşıldığı üzere konumuz halı saha ve halı sahada futbol oynamaktır.

    futbol sadece futbol değilse....

    halı saha ‘80’lerin ortalarında keşfedilmiş, ani bir taleple karşılanmıştır. mahalle, iş, tribün, okul arkadaşları arası organizasyonlarla kotarılan bir “oğlan çocuğu” aktivitesidir. özellikle iş, güç sahibi olanlar, aile kuranlar için bu aktiviteye vakit ayırmak önemli bir noktadır. günlük telaşenin, çocukların okul derdinin, evsahibiyle kira konusunda yaşanacak tatsız tartışmaların, işyerinde bir an önce yetiştirlimesi gereken işlerin (ki genellikle işyerlerinde, evet hepsinde, sürekli yetişmek zorunda olan işler vardır.kapitalizm denen sistemin işleyişi bu aciliyet ve hız üzerine de oturmaktadır.) kafalardan defedildiği özel anlar sunar halı sahada oynanan maçlar. bu anlamda “oğlan çocuğu” aktivitelerinin en önemlilerinden biridir.yukarıda bahsi geçen koşuşturmaca ve telaşe içerisinde halı sahaya en önce hücum edenler 30 yaş ve civarındaki çalışan insanlardır. uzun süredir kelime anlamıyla koşmak değil de hayat için koşuşturmak zorunda kalmış bu kitle, halı sahada gerçekten koşmak imkânı bulur. yaşı daha küçük olanların topla bir şekilde “oynamak” için fırsatları daha fazladır. (bu arada halı sahada futbol oynayanların yaşları 15-60 arasında değişmektedir.) dolayısıyla “topla oynamak” fırsatını halı sahada bulanlar, maç sırasında en sert tepkiyi “topla fazla oynayanlara” gösterirler. buradaki tepki, televizyonda izlenen ya da tribünde seyredilen maçta gösterilen “bu adam da topu ayağında fazla tutuyor” tepkisinden bütün olarak farklıdır. aşağıda “halı sahada karakter tahlili ve psikolojinin iflası” bölümünde tekrar değineceğimiz için bu noktayı şimdilik kısa keselim.

    halı saha iş, güç sahibi insanları üstelik de sporla ilgilerini kestikleri bir noktada yeniden sahaya çağırır dedik. ancak bu iş, güç sahipleri arasında da sınıf farklılıkları vardır. örneğin halı saha daha çok orta-sınıflar için yukarıdaki şekilde analiz edilebilir. orta-üst sınıflardan insanlar da elbette halı sahada futbol oynamaktadırlar. ancak “onların” arasındaki futbol rekabeti “oğlan çocuğu” aktivitesinin biraz dışındadır. halı sahada futbol “onlar” için zaten haftalık programlarında varolan diğer sportif etkinliklere ilave bir faaliyettir. bizim dikkatimizi yönelttiğimiz kategori ise haftanın belli bir gününde, iş çıkışı bir saatte, organizasyonu (adamları bulmak, kadroyu hazırlamak, takım oyuncuları arasındaki adam sayısını denkleştirmek vs.) iki gün önceden başlayan, hayatlarında büyük ihtimalle başka hiçbir şeyi bu kadar düzenli yapmayan, maç öncesi ısınmaya bile pek prim vermeyen ve bu yüzden sakatlanan ancak ısrarla ve büyük bir coşkuyla bu süreci devam ettiren orta-sınıf “oğlan çocukları”dır. türkiye’deki “halı saha olayı”nın gerçek tarafı ve sürekleyicileri de onlardır.

    seyircisiz, tam saha pres...

    halı sahada oynanan futbolun kimleri hangi güdülerle harekete geçirdiğini anlattık. onlara oynama motivasyonunu sağlayanın, hayatın yaşanmış bir dönemine geri dönme imkânı ve televizyonda, tribünde izlediklerini “sahaya yansıtma” arzusu olduğunu belirttik. bu noktada ortaya şu soru atılabilir: peki bu adamlar tribünleri olmayan bu sahada gerçekten tatmin oluyorlar mı? zira seyirci ve taraftar da futbolun olmazsa olmaz parçalarından biri. halı sahada eğer sizin oynadığınız saatten sonra bir maç yoksa genellikle seyircisiz oynanır. halı sahaya maç için gelen topluluk eğer kendisinden önce maç yoksa çok mutlu bile olur. eğer sizden önce maç varsa şöyle bir bakılır. sizden sonrakilerde, onlardan önce gelip sahayı işgal ettiğiniz için size içlerinden epey bir küfür edip, alıcı olmayan gözlerle maçınıza umursamaz nazarlar fırlatırlar. istisna olarak sizden sonraki takımlardan birinde, ısrarlı futbol takipçileri bulunabilir. daha kötüsü sizin ekibinizde böyle ısrarlı bir takipçi vardır ve her maçtan önce, o an sahada top oynamakta olan oyunculardan biri hakkında şut istatistiği, gollük pas yüzdesi, topa basma kabiliyeti, enfes çalım ortalaması hakkında bilgi vermeye başlayabilir ki, ben şahsen bu tür ibm programı kılıklı adamlardan hazzetmem. ortalama bir halı saha futbolcusu olarak, hafta boyu o anı beklediğim için “bir an önce çıkıp, oynamaya başlasak” diye aklımdan geçirir ve sahada futbol oynayanlara hiçte alıcı olmayan nazarlarla bakarım. çünkü o gün ve o saatte bizim oynayacağımız maçtan ve benim maç içinde yapmaya çalışacaklarımdan önemli hiçbir şey olamaz.

    halı sahada karakter tahlilleri ve psikolojinin iflası

    başlığa itiraz edecek pekçok psikolog vardır ve onlarla oturup konuşsak ben de büyük ihtimalle bu başlık için pişman olurum. ama şu an halı sahada maç yapmakta olan psikologlara güvenmekten başka çare yok. ayrıca halı sahada psikolojiye ihanet içinde olan psikolog görmüşlüğümde var. bu nedenle rahat bir ruh hali içinde bu bölümü yazabilirim.

    futbol kitleyi çıldırtma gücü olan yegâne faaliyetlerden biri. çıldıranların tepkileri hakkında etraflı tespitler yapmak mümkün. ama sonuçta bu çılgınlığın asıl öznesi taraftarlar, seyirciler, hooliganlar; yani maç içindekilerin-futbol oyuncularının (kışkırtmaları saymazsak) bu çılgınlığın içinde yerleri yok. halı saha bu durumun anti-tezi. çılgınlığın sahaya indiği tek alan. oyuncuların çıldırdığı, en aklı başında zannettiğiniz insanların birer azgına dönüştüğü, sakin, sessiz, efendi kategorisindekilerin canavarlaştığı bir durum sözkonusu. şimdi “tribündeki fanatikler de bunlar”, “işte futboldaki şiddetin kaynağı” tartışmalarına hiç girmeyelim. aralarında doğrudan bağlantı olması gerekmeyen bir durumdan söz ediyorum. sahada futbol oynayanların, bir hafta boyunca o ânı çoşkuyla bekleyenlerin, birlikte organizasyon yapanların, en yakın iş arkadaşlarının halı sahadaki ruh hallerinden bahsediyorum. aslında çok anlaşılır bir durumdan söz ediyorum. o hafta boyu beklentilerinin, o gerginlikten 1 saat boyunca kopma halinin, seyircisi olduğu bir oyunun aktörü haline gelmenin ve nihayetinde bir oyun olduğu, kazanılmak istendiği için ortaya çıkan mücadelenin verdiği bir gerginlikten ve bu durumun aşırı hali, çılgınlıktan bahsediyorum. aşağıda çeşitli kategoriler mevcut ve bunlar daha da çeşitlendirilebilir:

    her durumda kazanmalıyız: bu kategori hayat içerisinde de bu felsefeye sahip çıkan ve “irrealiteyi sahaya yansıtmaya çalışan” insanlardan müteşekkildir. kazanmak, haklı çıkmak insanları memnun eder (istisnalar var, ben de biliyorum). ama bu her an böyle olmalı diyen bir felsefenin takipçilerinden bahsediyorum. halı sahada her türlü pozisyonda haklı olduğunu iddia edenler bu gruba kafadan girer. (arkadaşlar üzgünüm!) topu eliyle kesmiştir, top çarptı der. faul yapar, hareket topaydı, der. size topa girersiniz, faul diye ısrar eder. (bunların sahayı terketmek tehdidini kullananları vardır, onlara çamur denilebilir.) gol atar deliye döner, gol yer golü beğenmez, “ne var ki herkes atar” der, sizi deli eder. takımı galip gelene kadar mutlu değildir, galip gelene kadar o gününüzü hem rakibe hem kendi takım arkadaşlarına zehir eder. kazanamazsa dünyası yıkılır ve sonraki hafta için sizinle iddiaya girmeye kalkar, kendi kendine yemin eder.

    bu benim hayalimdi: bu kategori çok kısaca şöyle özetlenebilir: “televizyondaki maçları kaçırmıyorum, tribünden bütün pozisyonları izliyorum, boş zamanlarımda ve her fırsatta bu hareketleri deniyorum. bunları halı saha maçlarında size de göstermek istiyorum.” kesinlikle tehlikelidir. alay etmek, dalga geçmek hem onun ruhunda hem sizin bedeninizde onulmaz yaralanmalara sebep olabilir.

    israrlı itirazcılar: onlar “her durumda kazanmalıyız” kategorisine dahil edilemeyecek kadar özeldirler. en önemli özellikleri itiraz etmekteki istikrarlarıdır. bunların kendi haklı pozisyonlarına “hayır, ben haksızım” diye itiraz edenleri görülmüştür. zararsızdırlar ama oyunu soğuturlar.

    küsenler: şimdiye kadar nadir örneklerine şahit olduğum bir kategoridir. “benden niye pas almıyorsun, bana niye pas vermiyorsun, az önce o kadar müsaittim ki versen gol olacaktı” en sık işitilen sözleridir. oyunun içinde çeşitli anlarda ve çeşitli uzunluklarda küsenleri mevcuttur. oyuna yeniden dahil edilmeleri için sakin abilerin devreye girmesi şarttır. bazen bu bile işe yaramayabilir ve “küsenler” gerçekten sakin olanları bile cinnet noktasına getirebilir.

    kahredenler: yalnızca kendine zararlı olurlar. görev adamları arasından çıkar. özellikle defans ve orta sahada görev yapan futbolcular, top kayıpları, hatalı pas, rakibi ekarte edememek gibi nedenlerden dolayı kendilerine delicesine öfkelenirler. kendisine kızan, küfreden, oyun içinde kendinden nefret etme noktasına gelen ve çoğunlukla obsesif kişiliklerde görülen bir arazdır. dedik ya kendilerinden başka kimseye zararları yoktur.

    kaleciler: halı saha futbolunun zorlukları varsa bunlardan biri kaleci bulmaktır. insanlar nadiren kaleci olamyı kabul ederler. oyun içerisinde değişerek kaleye geçmek en sıkıcı şeylerden birisidir. eğer kaleci bulunabilmişse ve eğer iki tanelerse onları korumaya almak, sıhhatlerine özen göstermek, profesyonel klüplerden bile daha itinalı davranmak zorunda kalırsınız. onlar çölde vaha gibidir. ayrıca her “kalede oynarım” diyenden kaleci olmaz zira kalede duran adamın en azından birkaç şık gol çıkartması, kornerden gelen topu iyi kollaması, takımla uyumlu oynaması, artistik degajlar yapmaması, latin amerikalı kalecilere özenmemesi vb. şarttır. bu konuda gerçekten kabiliyetli olanlar daha önce hentbol oynamış olanlar arasından çıkar ama hentbolle hiç ilgisi olmayan ve gayet uyumlu ve başarılı olanları da vardır.

    ben her yerde ama özellikle forvette...: eğer daha maç başlamadan evvel böyle bir konuşma söz konusu olursa, bu arkadaşla halı saha ilişkinizi gözden geçirin derim. çünkü herkes maç sırasında en az bir defa forvete çıkmak ister. güzel bir gol atmak, çorbada tuz bulundurmak akşam eve dönerken yaşanacak mutluluğu zenginleştirecektir, çünkü. ama daha maç başında böyle birşey diyen olursa, kendisi maç içinde ileride top bekleyecek yani kısaca yatacak demektir. halı saha ölçüleri itibariyle küçüktür ama uzun süre koşacak efor gerektirir. dolayısıyla orta sahadan top alacak, gerektiğinde defansa yardımcı olacak forvetler baş tacı edilir. bir de maça defansta başlayıp forvette karar kılanlar vardır ama onlar kendi takımlarının iç disipliniyle görev yerlerine döndürülmeye uğraşılır. “ben her yerde ama özellikle forvette...” ekolü halı sahada pek tutulan bir ekol değildir. hem zaten ayıp canım, daha maç başlamadan...

    konuşanlar: maç başından itibaren dır dır etmekle mükellef birileri her zaman vardır. galip durumdayken dahi onları susturmak mümkün değildir. attığınız pasa, atamadığınız pasa; faule, faul olmayana; atılan gole atılamayan gole; avuta, kornere, kaleciye, defansa, forvete, rakip takıma yani o an sahada bulunan herkese ve herşeye dair söylenecek birşeyleri mevcuttur. genellikle takımı demoralize etme pahasına bunu yaparlar. sevimli bir tarafları ya da başarılı bir oyunculukları vardır. zamanla alışılan bir gelenektir.

    top sevenler: orta sahada görev alan oyuncular arasından çıkar. asıl görevleri topu gole yakın adama en uygun şekilde ulaştırmakken, topla dört, beş kişiyi geçmeden pas vermezler. bu ekolün topla kendi etrafında en az dört tur yapıp, çalıma girenleri vardır. kürt arkadaşlarımız arasında sıklıkla rastlanır. belki bu yüzden inat denen hassaları çok gelişmiştir. top vermedikleri gibi, kaybettikleri topları almak konusunda da inatçıdırlar. kendilerine has vuruş teknikleri vardır. aralarında “küsenler” kategorisine sokulacakların sayısı bir hayli fazladır.

    abiler, sakinler, nadiren çıldıranlar: genellikle 35’lerini çoktan geçmişlerdir. büyük ihitimalle gençliklerinde çok başarılı futbolculardır (mahallede, okulda vs.). saha içinde sukûnetin sigortasıdırlar. orta saha ya da forvette görev alırlar. top hakimiyetleri yüksek, çalımları yerinde, gollük vuruşları kesindir. sertlikten hoşlanmazlar, oyunun güzelleştirici unsurlarıdırlar. sahalarımızda (halı sahalarımızda) görmek istediğimiz manzaraları yaratırlar. onlar daha çok oyunun lüzumsuz duraklamasına, sertliğe ve “top sevenlere” sinirlenirler. kendilerine has espri anlayışları vardır. (onları çıldırtanlar “küsenler” ve “konuşanlar” arasından çıkar, sıklıkla.)

    söylemek fazla belki ama bu kategoriler saf değildir. bir kaç özelliği taşıyan halı saha tiryakilerine daha sık rastlanabilir. bu durumda oyun içi gerginlikleri artıran faktörlerde hızlı bir yükseliş görülür. her zaman olmasa da oyuna canlılık katan bir netice görülebilir.

    halı saha, sağlık, hijyen... (o da ne?)

    halı sahada futbol oynamak çok fazla masraf gerektiren bir iş değildir. ancak bu masraf kısmında atlanan önemli bir nokta vardır. maç öncesinde sağlık için harcanması gereken efor gibi. genellikle dikkat edilmeyen noktalardan biri yeterince ısınmadan çıkmaktır. bütün hafta beklenen o âna vücut maalesef hazır değildir. hazır olmadığı için de maç içinde ve sonrasında sakatlıklar ortaya çıkar. evet halı saha maçlarına katılanların sağlıklı yaşam gibi bir argümanları yoktur. ancak vücuda nerdeyse kasti olarak verilen hazırlıksız maça çıkma isteğinin zararları da gözardı edilemez. sağlıkla ilgili sorunlar yalnızca bu hazırlıksızlıkla sınırlı değildir. çok az halı sahada yeterli ve temiz duş imkânı vardır. kışın yeterli ısınma imkânı bile olmayan halı sahalar sözkonusudur. bunları da geçsek halı sahanın kendisi adeta bir sağlık canavarıdır. olması gerektiği gibi tasarlanıp, inşâ edilmemiş halı sahalar ayak ve bacaklarda hasarlara sebep olmaktadır. en iyi halı sahalar bile beton üzerine kaplanan halıdan mürekkeptir. beton üzerinde koşmak da o kadar faydalı bir şey değil. hele ayakkabılar kaymasın diye sahanın üstüne serpilmiş kumlar ayrı bir felakettir. düştüğnüz anlarda vücudunuzun bir parçası halı üzerinde kalıverir. açılan yara, içine dolan kumlar sayesinde iltihapli bir hal alır ve bu yara sürekli dışarıya sıvı bırakarak giydiklerinizi de mahveder. en iyi tedavi hemen bol suyla yıkamak ve acımasızca tendürdiyot basmaktır. yara tozu önerenler de vardır.

    elbette günlük hay huy içinde, hayatın belirli dakikalarını tamamen size ait olacak şekilde çalmak, üstelik bunu zaten bir şekilde dahil olduğunuz futbol merakıyla ilişkili bir çerçevede yapmak, bağımlılık yaratıcı bir süreçtir. ama ne olursa olsun, o bir hafta içinde programlanan ve motive olunan halı sahada maç saati ömür uzatır. bu da niye ısrarla her hafta halı sahaya kafilelerle gittiğimizin yegâne açıklamasıdır.
    --- alinti ---

    *
App Store'dan indirin Google Play'den alın